Yazarlar

Taceddin Kutay

Taceddin Kutay

Hakkarili olmak ve Demeter

Bilinmeyen Tanrı, Demeter isminde bir tanrı yarattı ve bu tanrı, diğer tanrıları ve dünyayı yarattı..." diye uzayıp giden bir hikayedir Yunan mitolojisi.

En yüce tanrının yarattığı ikinci sınıf tanrı olarak dünyayı yaratan tanrıçaya Demeter ismini vermişler. On iki olimpik tanrıdan birisinin adı Demeter...

Şemdinli'den, Nehri'den esen rüzgarlar, dünya cenneti Yüksekova'ya Seyyid Taha Hazretleri'nin kabrinden huzur taşırken, ben dostlarımla Avaşin Parkı'nda İstanbul uçağının saatini beklemekteydim.

Parkta, Yüksekovalı kadınların el emeklerinin satıldığı "Demeter Organik Tarım Evi" isimli bir işletme var. Duvarlarında, Hollanda kraliyeti arması taşıyan afişler bulunan bu mekanda toplumsal cinsiyet eşitliği çağrısı yapılıyor.

Ne kadar zarif, ne kadar güzel, ne kadar becerikli Yüksekovalı hanımlar... Öyle lezzetli şeyler yapmış, öyle güzel şeyler üretmişler ki...

Neden Demeter dedim. "Mitolojiden aldık o ismi. Kadının gücünü ortaya koymak için böyle bir isim verdik" dedi nazikçe yetkili hanımefendi.

19. yüzyıl Avrupa'sından bildiğimiz bir şey bu. Bir millet miti yaratmak isteyen, bir büyük hikaye yazmak isteyen herkes, kökenlerini, kendisine ait olsun-olmasın değişik mitolojik anlatılarda arıyor.

Üzüldüm doğrusu ve bir inkıraz ile karşıma çıkan suale cevap aradım: Nasıl oldu da Hakkari medreselerinin, Seyyid Taha Hakkari Hazretleri'nin, dindarlığı ile maruf Kürt beylerinin vatanı olan bu topraklarda, asil, necip Kürt milletine özünü Yunan mitolojisinde aratacak bir noktaya gelindi. Nasıl oldu da bu mütedeyyin insanlar, İslam'ın bu bahadır çocukları böyle bir aymazlığa tepki vermeyecek kadar içlerine sindirdiler?

Zor soru... Cevabı sağda solda aranası değil.

Hakkari'nin Çölemerk Caddesi'nde, Yüksekova'nın Belediye Parkı'nda sohbet ettiğim gençlerin verdiği cevaplar geldi aklıma. Ve bir anlamsızlık kendince vuzuha kavuştu:

"Evet eskisi gibi değil hiçbir şey. Kürtçe konuşuyoruz, biz Kürt'üz diyoruz; ancak halen sizin İstanbul'dan göremeyeceğiniz bir bariyer var önümüzde. Herhangi bir iş görüşmesinde, bir mülakatta, kız isterken, bir dost meclisinde bir yabancıyla tanışırken halen ister istemez yüzümüze söyleyemedikleri bir tereddüt duvarına çarpıyoruz. Türkiye'de insanın memleketi kimi zaman ona tüm kapıları açarken, eğer Şırnaklıysanız, Hakkariliyseniz yahut, Yüksekovalı, Çukurcalı, Şemdinlili iseniz, memleketiniz size en açık kapıları dahi kapalı hale getirebiliyor..."

Ve bu durumu izah edecek onlarca misalin teksir edildiği uzun konuşmalar kazandı zihnime Hakkari'de geçirdiğim üç gün zarfında.

Aceleci bir hazırcevaplıkla böyle bir şey olmadığını, bunun bir kuruntu olduğunu söyleyenler çıkacaktır. Ancak birbirinden farklı mekanlarda, birbirini tanımayan onlarca gençten ve yaşlıdan benzer şeyleri işittiyseniz eğer, bir şeyin şuyuunun vukuundan beter olduğuna inanmış şekilde bu insanların hiç kimseye iftira etmediğine ikna oluyorsunuz.

Hal böyleyken şarkın gururlu genci bir hayalde, bir mitosta, bir hiçbir zaman sahip olamadığı altın çağda arıyor mutluluğu. O tarlaya ise tohumları ne siz atabiliyorsunuz ne biz... Hollanda Kraliyet arması gölgesinde bir mitoloji, gençleri kendi kökünden, kendi kültüründen ve aşkla bağlı olduğu vatanlarına karşı sevgiden uzaklaştırıyor ister istemez.

Siz, en temel hakkı olan kimliğini kabul etmeyi bir lütuf, bir ianeye çeviriyorsunuz, o ise dönüyor ve kara kaşına kara gözüne lütfetmediğini bildiği halde daha iyi bir muamele ile karşılaştığını düşündüğüne sığınıyor. Bilcümle kırgınlığını, tüm hatalarına bahane kılarak yapıyor bunu.

Bahis daha uzar ve gider. Haklı olarak sorabilirsiniz "Taceddin şimdi bu klişe konu ve sözler de nereden çıktı?" diye. Evet zaten biliyordum, fakat Hakkari'de ilk defa iliklerime kadar hissettim.

Ve sessiz bir mahcubiyetle fark ettim, sosyal kabulümüzün siyasetin ne denli gerisinde olduğunu. Evet, siyaset kurumu vazifesini fazlasıyla yerine getirdi, darısı cemiyetin başına...

Taceddin Kutay Diğer Yazıları