Yazarlar

Taceddin Kutay

Taceddin Kutay

Sanal olan ömrü kısaltır

Bugün sizlere sevgili müteveffa Gottlieb Matejka’dan öğrendiğim bir şeyi aktaracağım.

2018 yılının Mart ayında huzurlu bir adam olarak hayata gözlerini yumarken Gottlieb sanırım tam yüz yaşındaydı.

İkinci Dünya Savaşı’nda Alman ordusunda savaşırken esir düşmüş, Sibirya’da uzun ve zorlu bir esaret hayatına katlanmış bir pasifistti.

Yetmiş yaşından sonra felsefe tahsil etmek, hatta doksanına merdiven dayamışken doktora yapmak nasip olmuştu kendisine.

İnançlı bir Katolik olduğu için şuna emin olduğunu söylemişti: “Madem bu istek içime düşmüş ve hedefime varabilmek için bütün olanaklar bana sunulmuştur; öyleyse bu hedefe yürümemek Tanrı’ya başkaldırmak anlamına gelecektir.”

Tanrı’ya başkaldırmış olmamak için çok güzel şeyler yapmaya niyetliydi.

Bu şiar ile yaşarken, hiç beklenmedik şekilde kendisini kâh Kardinal’in kâh cumhurbaşkanının masasında bulmuş ve tavsiyelerini sunmuştu.

Bir pir-i fâniye mahsus pamuk gibi ellere sahipti Gottlieb; o yaşlarda bir büyüğünün elini öpen herkes bahsettiğim ellerin hangi eller olduğunu bilir.

O ellerle bir gün ellerimi tuttu ve bana hiç aklımdan çıkmayan şu sözleri söyledi:

“Tanrı’ya şükretmem gereken çok uzun bir ömür yaşadım. Ancak ömrümü asıl uzatan, gerçek olmayan hiçbir şeyi hayatıma sokmamak oldu. Sahte zevkler peşinde koşmadım, ailemden çaldığım vakti sahte cemiyetlerde harcamadım; dolayısıyla her anımı gerçek bir hayat olarak yaşadım. Ömrümü asıl uzun kılan budur”

Büyük laf.

Hele ben gibi vaktinizin bir kısmını bâd-ı heva harcamayı huy edinmiş bir adamsanız, daha da büyük geliyor.

Sosyal medya tartışmaları sürüp giderken Gottlieb geldi aklıma.

Adam, sahte olan hiçbir şeyi gerçek hayatına sokmayarak ömrünü uzattığını söylemişti.

Biz ise gerçek olmayan bir dünyanın içine en gerçek anlarımızı mahpus kılarak; aklımızı, şuurumuzu ona vakfederek bir hayat sürmeye başladık.

Bir ömür yalanla, yalana laf yetiştirmekle geçer mi?

Feeyne tezhebun? Quo vadis?

Siyasal bir eleştiri değildir, gayet insani bir kaygıdır bendeki.

Bir soru soruyorum ve benden daha zeki, daha münevver olduğuna inanmak istediğim nice dostlarımdan bir teskin edici cevap bekliyorum.

Her mahpusluk muvakkattir; müebbet olana mahpusluk demezler.

Ona müebbet derler.

“Müebbete mahkûm”

Bu mahpusluğun bir nihayeti, bir sonu yok mu?

En azından münkariz olmayalım diye, sırf teselli olsun diye yani, bir hayırhah kul çıkıp da “erenler, sosyal medyaya kendini mecbur hissetmiştik lanetin şu gün şu saatte bitecek. Allah’tan hayırlı ömür iste ki, o vakte erişebilesin” demiyor.

“Mal verin bana” diye dövünen müptelalar gibi “sosyal medyama dokunma” çığlıkları atan piri, civanı görünce kendime şu soruyu sordum:

Sosyal medyasız bir hayatı tahayyül edemeyecek kadar müptelası olduğumuz bu şey, bizi bir gerçekliğe davet ediyor olabilir mi?

Zihnini tenvim eden bir şey, adı sanal dünya olan bir muhayyel ortam seni ne kadar gerçek hayata çekebilir?

Elbette fakirin bu sorusu sosyal medyayı şeytanlaştıracak objektif bir hakikati ortaya koymuyor.

Aksine son derece subjektif bir kaygı ile söylüyorum.

Ancak, kaygıma mukabil nice kaygıların var olduğunu görme ferahlığı ile endişe ettiğim bu durumun o kadar da öznel olmadığını anlıyorum.

İkrah etmiş, sosyal medyanın ahlaksız karakterinden bizar nice dostlarım var.

Hepimizin vardır.

Ahlaksızlığı bile gerçek olmayan bir dünyadan bizar olmak büyük bir gayretle olmuyor

Yediğimiz ömür sermayesidir; sindirmesi zor, kusturur adamı.

En sindirilecek kıvama getirmenin formülü, en gerçek soslara katık edip yemektir o nân-ı azizi.

Saçmalayacaksan, günaha gireceksen, mücrim olacaksan yani; onun bile gerçeğine talip olmak, sanal günahlara duçar olmaktan evladır.

En azından attığın taş ürküttüğün kurbağaya değer.

O, onsuz kalma ihtimali ile elinin titremesi falan da nedir sevgili dost?

Korkuyorum, bir yerde Amatem paklayacak diye cümlemizi.

Ve kısa ömrümüz daha da kısalacak, genç ömrümüz çürüyecek sosyal medyada dura dura…

Taceddin Kutay Diğer Yazıları