Yazarlar

Tarih 27 Aralık 1979...Yani o karanlık günden, 12 Eylül Darbesi’nden tam 9 ay önce... Dönemin Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk’e, Genelkurmay Başkanı Kenan Evren ve kuvvet komutanları tarafından uyarı mektubu verildi. Korutürk bu mektubu en yakınlarından bile sakladı. Kimseye bir şey söylemedi. Evren aradan geçen 5 gün boyunca uyarılarının dikkate alınmadığını görünce kuvvet komutanlarını da yanına alıp 1 Ocak 1980 Salı günü bir kez daha Çankaya Köşkü’ne çıktı. Korutürk darbenin geldiğini anlamış paniğe kapılmıştı. Dönemin Başbakanı Demirel’i ve diğer parti liderlerini arayabilirdi. Aramadı. Cumhurbaşkanı olarak millete seslenebilirdi. Sesini çıkarmadı. Demokrasiye kast etmeye niyetlenmiş komuta kademesini görevden alabilirdi. Cesaret edemedi.

Belki bunlar aklına bile gelmedi.

Öğrenilmiş çaresizlikler ülkesinin Cumhurbaşkanı olarak kendisini garantiye almayı tercih etti, Evren ve komutanlara “görev süresinin sona ereceği 1980 yılının Nisan ayına kadar darbe yapmamaları” ricasında bulundu. Dönemin Deniz Kuvvetler Komutanı Bülend Ulusu mektubu basına sızdırdı. Muhtıra, 2 Ocak 1980 tarihinde Hürriyet Gazetesi’nin manşetinde “Ordu uyarı mektubu verdi. Korutürk dün Kuvvet Komutanları ile 1 buçuk saat görüştü. Anarşi ve öteki tehlikelere karşı bütün anayasal kuruluşların birleşmesi istenilen mektubun 12 Mart Muhtırası’ndan farkı 1 kişiye verilmemiş olması. Çankaya Köşkü’nün bugün bir açıklama yapması bekleniyor. Cumhurbaşkanı bugün Demirel ve Ecevit ile görüşecek” ifadeleriyle yer aldı.

Peki o günlerde Türkiye’de neler oluyordu?

Sağ-Sol çatışmalarında kan gövdeyi götürüyor, komplolar, provokasyonlar birbirini kovalıyor, ülkenin her yerinde devletin güvenlik birimlerinin gözü önünde cinayetler işleniyordu. Güvenliği sağlamaktan birinci derecede sorumlu olanlar ise yaşananlara “şartlar daha da olgunlaşsın” diye göz yumuyor, darbe için zemin yokluyor, uygun zamanı kolluyordu. 12 Eylül Darbesi’ne giden süreçte kanlı 1 Mayıs, Hamid Fendoğlu-Gün Sazak suikastları, Sivas-Kahramanmaraş-Çorum olayları yaşarken, hemen her gün ülkenin gençleri hiç uğruna can verirken, emperyalizm bir ahtapot gibi memleketin her köşesini kuşatırken kimse çıkıp kuklalar ile uğraşmak yerine kuklacıya kafa tutarak “canımı veririm ama millet iradesini size ezdirmem” diyemedi.

Tam 40 yıl geçti üzerinden...

Bütün unutturma, yok sayma, önemsiz gösterme çabalarına karşın darbeci zihniyetin tortularını, lekelerini bugün bile nereye baksak görebiliyoruz,

Sahip oldukları devasa güç ve imkanları darbe dönemlerine borçlu olanların millet iradesine düşmanlıkları biter mi sandınız..!

Emperyalizmin niyet ve hedefleri değil takma dişleri değişir sadece...

Bu yüzden yalnız 12 Eylül değil bir zihniyet olarak darbecilik, Türkiye’nin üzerine örtülen ve yırtılıp atılması için 15 Temmuz’u beklemek zorunda kaldığımız kapkara bir perdeydi.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın güçlü liderliği, cesareti ve milletin ona duyduğu güven olmasaydı, bugün değil Akdeniz ile Karadeniz’deki doğalgaz yataklarını, Türkiye’yi sürüklemek istedikleri iç savaşın, işgalin ve umutsuzluk sarmalının etkilerini yaşıyor ama konuşamıyor olacaktık.

Bıkmadan, usanmadan, bir an bile yılgınlığa düşmeden, gözümüzün önünde tutmak mecburiyetinde olduğumuz gerçek bu...

Türkiye’yi kaplayan o karanlık perdeyi canları pahasına yırtıp atan 15 Temmuz kahramanlarına bir kez daha dua ve rahmetle...

Serkan Fıçıcı Diğer Yazıları