Yazarlar

Uluslararası alan, yeri geldiğinde her yöntemin kullanılabildiği güç mücadelesi alanıdır. Birinin kazanıp, diğerinin kaybetmesi esasına göre işler. Güçler dizilişinde esas olan; varlığını, gücünü korumak ve yükseltmek kadar muhtemel rakiplerinin de kontrolünü sağlayabilmektir. Hatta gücünün en önemli bölümünü bu kontrol çabası için harcayabilmektir. Vaktinden önce önünü kesebilmektir.

Sermaye hareketliliği, işleyişi ve etkinliği bu esastan asla bağımsız işlemez. Adına küresel sermaye denilen aktörler; sadece kârlılığını esas alıp, siyasi ve stratejik içeriği olmayan, bağımsız ve hiçbir iradeye bağlı olmayan varlıklar değildir.

Esasen; 2. Dünya Savaşı sonrası yeniden oluşturulan uluslararası düzenin hakim aktörleri olarak, başta ABD olmak üzere egemen güçlerin, küresel sermaye olarak anılan sermaye unsurları, bağlı oldukları ülkelerin stratejilerinden, siyasi ve güvenlik politikalarından bağımsız değildirler. Diğer bir ifadeyle şirket çıkarlarıyla ülke çıkarları zıtlaşmaz aksine örtüşür.

Böylece büyük sermaye gücüyle uluslararası ortamda kırılgan, zayıf ama tamamen de solup, ölmemiş ülkelere yönelik pazar hakimiyeti kurmak üzere sefere çıkarlar. Gittikleri ülkelerin sermayesiyle birikimiyle, şirketleriyle yakından ilgilenirler. Onlarla bağ kurarak, onları taşeronlaştırarak, onlar üzerinden pazar hakimiyeti kurmak isterler. Bu unsurlarla kuracakları bağın, tek yanlı işlemesine büyük özen gösterirler.

Bu ülkelerin kendi ülke ve millet çıkarlarını öncelikli kılan kalkınmanın güçlü olmanın üretmekle mümkün olduğunun bilinciyle davranan sermeye refleksinin olmasını hiç istemezler. Bunu da tek yanlı olarak kendilerine bağladıkları taşeronlaştırılmış sermaye unsurlarıyla gerçekleştirirler. Kendilerine bağlı acente tarzı işlevi olan ülkesinde, üretim gücünü büyütmekten çok, bağlı olduğu büyük sermayenin ajandasına göre davranan sermaye refleksini cesaretlendirirler.

Bugün Türkiye yeniden büyük bir bağımsızlık mücadelesine girişmiş durumda. Üretmek istiyor. Çağın en kıymetli ürünlerini, katma değeri en yüksek ürünleri üretmek istiyor. Sıcak paranın aldatıcı baharından kurtulmak istiyor. Geleceğine sahip çıkmak istiyor. Milli ekonomi esas olsun istiyor. Üreterek büyümek istiyor. Refahını ancak bu yolla büyütebileceğinin gerçeğiyle yol almak istiyor.

Tam bu ortamda TÜSİAD bildiri yayınlıyor. Bildirisine; " genel kabul görmüş iktisat bilimi kurallarına hızla dönülmeli" başlığı atıyor. Yani siyasi pozisyon alıyor. Geçmişte hep olduğu gibi davranıyor.

Başlığa odaklanınca sanırsınız ki, iktisat bilim içinde; üretmek, ihracatı öncelikli kılmak, istihdamı artırmak, sıcak parayla değil, yüksek teknoloji ürün üreterek ancak kalkınmanın başarılabileceği gibi gerçekler yer almıyor.

Yine bu başlığa bakınca sanırsınız ki; matematikte her yerde iki kere iki dört eder gibi yeryüzünün her yerinde iktisat bilimi de hep aynı kurallarla işler. Ve yine sanırsınız ki; sömürü düzeni bitmiş ve küresel güçlerin emperyalist refleksleri körelmiş, sınırlarıyla yetinmeye başlamış ve zenginliklerini sömürdükleri yoksullarla paylaşmak için seferber olmuştur.

Her şeyden önce sanayici denildiğinde hassasiyeti öncelikle üretim, yatırım, dış satım, yeni teknoloji üretimi olmalıdır. Rantiyenin alın teri dökmeden paradan para kazananın düzeninden rahatsız olması gerekir. İthalat değil, yerli üretim, sıcak para değil milli ekonomi demesi gerekir.

Yüksek faiz dayatmasının küresel unsurunu çok iyi bilmesi gerekir. Üretmenin bağımsızlık olduğunu ve üreterek tam bağımsız Türkiye davasında başarının kaçınılmaz olduğunu haykırması gerekir.

Türkiye'nin çok şükür milli sanayicileri var. Bir kez daha tekrar ediyoruz ki; önü kesilen Cumhuriyetin ilk yıllarının milli sanayicilerinin Nuri Killigil'in, Vecihi Hürkuş'un, Nuri Demirağ'ın öcünü alacağız. Yeminimizdir... Başaracağız...

Prof. Dr. Yaşar Hacısalihoğlu Diğer Yazıları