Yazarlar

O bir Rosa Parks idi, diye başlarsak hiç te yanlış yapmayız. 

O günün Amerika’sında zenciler ve beyazlar için sadece otobüsler ikiye ayrılmamıştı. Zenciler bir çok mekana ya hiç giremiyor, kimi lokantalar gibi, ya da arka kapıdan girip çıkıyordu. 

Bu insanlık dışı durum Rosa Louise Parks’ın otobüste kalkıp yerini beyaz adama vermeyi reddetmesiyle başlayan süreç içinde nispeten iyileşti. 

Tıpkı onun gibi, Türkiye’de de başörtülülerin belirli mekanlara girmeleri ve devlete taalluk eden meslekleri yapmaları yasaktı. 

Eğer bugün bu yasağın ortadan kalktığı bir noktadaysak Türkiye olarak, buraya Şule Yüksel Şenler’in başlattığı yürüyüş sonucu, onun açtığı yoldan geldik. 

Yaptıkları işler ve sonrasında kat edilen yol itibariyle iki kadın birbirlerine benziyor olsalar da benzemeyen bir tarafları vardı. 

Rosa zaten zenciydi, yani ötekilerden biriydi, alt sınıfa aitti. Şule Yüksel ise bir beyazdı ve o günkü Türkiye şartlarında üst sınıfa aitti. 

Şule Yüksel bilerek sonradan zenci olmayı seçti. Onun kendine özgü başörtüsü bir nevi zencilerin rengiydi. Kimsenin zorlamasıyla değil kendi arzusuyla, orijinali sadece ‘Yüksel’ olan asri adının önüne ‘Şule’yi ekleyerek zencileşti ve gitti onların arasına oturdu. 

Ve oradan; bir yandan zencilere, insan olmaklık bakımından beyazlardan hiç farkları olmadığına hatta onlardan üstün meziyetlere sahip olduğunu anlattı. 

Öte taraftan beyazlara; bu dünyanın sadece kendilerine ait kılınmadığını, eninde sonunda elindekileri başkaları ile paylaşmaları gerektiğini/gerekeceğini anlatmaya çalıştı. 

Bunları, burada, şimdi söylemek kolay. 

Ama şahit olanlar, sonradan öğrenenler biliyor ki bu mücadele hiç te kolay olmadı. 

Sonu mahpusluğa, yokluğa kadar giden destansı bir mücadeleyle oldu. 

Nereden, nasıl tanıdım bilmiyorum. 

Ama daha lise öğrencisiyken, Bakırköy Merkez Camii’nin müştemilatında açtığımız kursa gelen kız öğrencileri minibüse doldurup İncirli-Ömür’de oturan Şule Yüksel’in evine götürüp bırakıyorduk. Birkaç saat sonra onları almaya gittiğimizde kuşkusuz hepsi ağlamış oluyorlardı. 

Daha orada, Şule’nin etkileri görülür olmuştu bizim için. O kızlardan bir kaçı henüz liseyi bitirmeden tesettüre girmişlerdi. 

Kaldı ki; 

Şule Yüksel’in, abisi ile (Özer/Üzeyir Şenler) beraber çıkardığı ‘Seher Vakti’ dergisinin yükünün büyük bir bölümü Emir Hüseyin Konar ile ağabeyim Ali Osman Besli’nin omuzlarındaydı. 

Derginin çıktığı günlerde bizler de gidip abonelerin hazırlanmasına ve postaya verilmesine yardımcı oluyorduk… 

Tam anlamıyla, tam yerinde ‘ne neden nereye…’ 

Bütün öncülerimizle beraber Şule Yüksel Şenler’e de Allah rahmet eylesin.    

Hüseyin Besli Diğer Yazıları