Yazarlar

Bedir Acar

Bedir Acar

Vefa neydi?

Eski ve yeni şiirimizde vefasızlıktan şikayet eden çok mısra vardır.

Fuzuli, Mecnun’un ağzından ‘kimi kim bivefa dünyada gördüm, bivefa gördüm’ demiş.

(Vefasız dünyada kimi gördümse onun da ötekiler gibi vefasız olduğunu gördüm.)

Nisan sayısında ‘vefa’ özel sayısı hazırlayan Muhit dergisinde çok sayıda kalem erbabı, vefa ekseninde yazılar kaleme almış.

Bu isimlerden biri olan Hüsrev Hatemi Divan ve halk şiirimizden yola çıkıp, Türk müziğinde vefasızlıktan bahseden bestelere uzanıyor yazısında.

Necip Tosun da edebiyat ve düşünce dünyamızda vefa denilince akla gelen üç ismin (Mehmet Akif Ersoy, Nurettin Topçu ve Sezai Karakoç) vefa hakkındaki görüşlerini ve uğradıkları vefasızlıkları hatırlatıyor.

Vay ki insanın haline dedirten ne acı sözler var, bilseniz!..

Uzun zamandır kelimelerin kökeni (etimolojisi) üzerine düşünen/yazan Asım Gültekin, kelimelere de vefalı olunması gerektiğine işaret ediyor: Onlar bize Rabbimizden emanet. Kelimeler bize tastamam yetmeli, biz de kelimelerimizdeki derinliğe yetmesini, yetişmesini bilmeliyiz.

İnsanın kalbine seslenen vefa dosyasındaki diğer isimlerden de tadımlık birer cümle:

Sibel Eraslan: Vefa, yani bağlılık, mü’minliğin de ana vasfıdır. O, sözünde durmaktır.

Erol Göka: Vefa, dostun sinesindeki yuvamız.

Leylâ İpekçi: Bir dosta, bir ülküye, değere, bir memlekete, vatana, sevdiklerine vefa göstermek kişinin kendiliğinden, hesapsızca yaptığı bir eylemdir.

Mehmet Dinç: Vefa hatırdır.

Ali Emre: Vefalı insan kendi varlığını başkalarının yokluğu üzerine kurmaz.

Mehmet Aycı: Vefakârlık her türlü kırımdan, kıyımdan, yoksulluktan, yoksunluktan, bin türlü dünya tuzağından çıkarak bugünlere gelen milletimizin en büyük hasletlerinden biridir.

Osman Toprak: Erdemli ve fazilet sahibi bir kişi olabilmek vefalı olmaktan geçer.

Zeki Bulduk: İnsanım ve vefanın ancak yüreğinin sesini duyan insanların harcı olduğunu öğrendim.

İbrahim Tenekeci: Vefa, evvela sözüne sadık olmaktır.

MOLLA FENARİ Mİ AKŞEMSEDDİN Mİ?

Asım Gültekin’in Muhit’teki yazısında geçen bir tespitin de (iddia da denilebilir) burada altını çizmek isterim.

1420’li yıllarda yazılmış bir Kur’an tercümesi (14.Yüzyılın Ortalarında Yapılmış Satırarası Kur’an Tercümesi) bundan iki yıl evvel Dergah Yayınları’ndan çıkmıştı.

Tercümeyi yayına hazırlayan Ahmet Topaloğu takdim yazısında kitabın Molla Fenari’ye ait olabileceğini söylüyor.

Asım Gültekin de kitabın Molla Fenari’ye değil, Akşemseddin’e ait olmasının kuvvetle muhtemel olduğunu öne sürüyor.

İlginçtir, hem Molla Fenari’nin hem de Akşemseddin’in adı ‘Muhammed bin Hamza bin Şemseddin’ olarak kayıtlarda geçiyor. Yani Akşemseddin’e Akşemseddin denilmesinin sebebi, bu iki aynı ismin ayırt edilebilmesi için…

Asım Gültekin, Molla Fenari’nin Türkçe herhangi bir eser yazmamış olmasına ve Akşemseddin’in Türkçe eserlerdeki gramer kullanım yapısına bakarak, söz konusu Kur’an tercümesinin Akşemseddin’e ait olabileceğini öne sürüyor.

Bu kanaate sahip bir iki araştırmacının daha olduğunu hatırlatarak…

Bedir Acar Diğer Yazıları