Yazarlar

TBMM Başvekili Ayşenur Bahçekapılı’nın Almanya’da havalimanında alıkonulması, geçiş izni verilmemesi, Almanya’nın Türkiye’ye yönelik içten içe beslediği tedirginlik refleksinin yeni bir dışa vurumu. Daha önce de çeşitli nedenlerle Türkiye’yi rahatsız eden, hukuksuz ve anti demokratik yaklaşımlarını biliyoruz. 

Hatırlayalım; 

Almanya Dış İstihbarat Servisi’nin (BND) Türkiye’yi 2009’dan bu yana dinlediğini kabul eden Alman Hükümeti, NATO üyesi Türkiye’nin ABD, İngiltere ve Fransa gibi dost ülke olmadığını belirtmişti. Dünyanın en yüksek kapasiteli havalimanının İstanbul’da yapılıyor olması Almanya’yı rahatsız etmişti. Aynı Almanya Gezi olaylarında da başrollerdeydi. Rahatsızlığını her vesilede dile getirmiş hatta bu dönemde AB’nin 3 yıl aradan sonra Türkiye ile "Bölgesel Politikalar" faslını açma girişimini engellemişti. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Başbakanlığı döneminde Köln şehrinde Almanya’da yaşayan 18.000 Türk’e hitap edeceği toplantı günü Almanya’nın büyük gazetelerinden BILD; “Hoş gelmediniz, Burada İstenmiyorsunuz” manşetiyle yayımlanmıştı. Cumhurbaşkanı Erdoğan, 15 Temmuz sonrası Almanya’da yapılan demokrasi mitingine telekonferansla katılımı engellenmişti. Türkiye’de Kobani provokasyonunun tırmandırılmaya çalışıldığı dönemde ise Alman 1. Devlet Televizyonu internet sitesinde Cemil Bayık ile yapılan röportaj yayınlanmış ve Bayık’ın "Silahlı militanları yeniden Türkiye’ye gönderdik" dediği ifade edilmişti. Almanya; Putin’in Türkiye ziyaretinde Güney Akım projesinin Türkiye’den geçeceğini duyurmasından ve giderek Türkiye-Rusya yakınlaşmasının artmasından da rahatsızlık duymuş, “Türkiye NATO üyesi olduğu gerçeğine uygun tavır sergilemeli ve NATO çıkarlarına uygun davranmalı" demişti. 

Tüm bunların nedenleri, uluslararası ortamda değişen güç ilişkilerinin seyrinde aranmalıdır. 

Her şeyden önce kabul edilmelidir ki; yeni arayışların, sistem sorgulamalarının dönemindeyiz ve böyle dönemler yeni güçlerin yükseliş dönemleridir. Böyle dönemlerde mevcut sistemi elinde tutanlar, onu kontrol edenler, statükolarını kaybetmemenin telaşına düşerler. Bunun için sadece kendi konumlarını, güçlerini hesaplamayla, yönetmeyle yetinmezler. Aynı zamanda muhtemel rakiplerinin de güç analizlerini yaparak onların muhtemel hamlelerini önceden köreltebilmenin yollarını ararlar. Bu köreltme çabasında sınır yoktur. Örtülü, açık her yola başvurabilmek bu çabanın ajandasındadır. Çünkü bu dönem, içinde kritik eşikleri de barındıran, güç kayıplarını yaşatacak bir dönemdir. Bilmektedirler ki, uluslararası ortamda birinin kazanması için birinin kaybetmesi lazımdır. Ve yine bilmektedirler ki, uluslararası ortamda büyük güçlerin düşüşü ve yenilerinin yükselişleri her zaman mümkündür. 

Bugün Avrupa’da ve Avrupa Birliği (AB) bünyesinde statükoyu elinde tutanlar için içine girdikleri faz, dönem böyle bir dönemdir. Özellikle Almanya’nın ekonomik lokomotifliğiyle, taşıdığı yükün ağırlığıyla güç mücadelesinde son dönemde belirgin kaygıların içindedir. 

Bu kaygının içinde Türkiye’nin yükselişi de vardır. Savunma sanayiindeki yerlilik oranı yükselen, IMF vesayetinden kurtulan, katma değeri yüksek ürün üretebilme çabasıyla ileri teknoloji yatırımlarına yönelen, uzun soluklu stratejik hedefler koyan ve tüm mazlum milletlere umut ve özgüven aşılayan Türkiye, statükoyu elinde tutanlar için kaygı vericidir. 

Örneğin Türkiye’nin sanayideki hedeflerinden biri; ihracatındaki katma değeri yüksek ürün oranını %3.5’tan  %15 seviyesine çıkarmaktır. Bu oran Almanya’nın sahip olduğu orandır. Statükoyu elinde tutanların körelmeyen iştahları bugüne değin sömürüyü, köleliği, baskıyı, şiddeti üretti. Bugünde savaş makineleriyle, dışarıdan yönetmeye çalıştıkları kukla rejimleriyle, kıyılara vuran, dikenli tellerine takılan ölü bebek bedenleriyle medeniyet sınavındalar. 

Yükselen güç Türkiye, güçlü lideriyle dünyanın beşten büyük olduğu düsturunu saptayarak; dünyaya kendi kaynaklarına ve topraklarına sahip çıkmasını ve birlik olarak dayanışma içinde tüm mazlumların zalimlere karşı dik durmasını istemiş, hedef koymuştur. Tüm mazlum milletlerin bu hedefe erişmesi demek statükoyu elinde tutan devletlerin kaybetmesi demektir. Bunun için Cumhurbaşkanı Erdoğan hedef. Bunun için Türkiye hedef. 

Prof. Dr. Yaşar Hacısalihoğlu Diğer Yazıları