ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo, Washington Examiner’a verdiği söyleşide, Huawei’nin adını vererek, “Çin teknloloji şirketlerinin, girdikeri pazarlarda ülkelerin ‘verilerini’ Çin devletine aktardıklarını, devletin de bunları kullandığını” öne sürdü.
Pompeo, “Huawei’in Türkiye içinde ya da başka ülkelerde gittikçe artan faaliyetinden yalnızca askeri ve güvenlik iletişim ağları etkilenmeyecek. Türkiye’de önemli miktarda veri var ve bu verinin Çin Komünist Partisi’nin elinde bulunması çok daha dikkatli olmamız gerektiği anlamına geliyor” dedi.
Üzerinde düşünülmesi gereken bir uyarı. İşin ‘tamamen duygusal’ yani ticari boyutu büyük.
Ama istihbari boyutu da ihmal edilemez.
Aklıma, halen telekom altyapılarında ve cep telefonu pazarında bulunan ABD ve AB merkezli teknoloji şirketlerinin ‘durumu’ geldi.
“Demek işler böyle yürüyormuş!” demekten kendimi alamadım.
Çünkü Pompeo;
West Point Askeri Akademisi’nden birincilikle mezun olan bir asker; Harvard diplomalı bir hukukçu; ABD savunma sanayi ve petrol şirketlerinde yönetici; Kongre’de İstihbarat Komisyonu üyesi bir politikacı ve CIA Başkanı’ydı!
Kendi adıma yıllardır, işletim sistemi, işletme yönetim yazılımları ve veritabanı yazılımlarında ‘yerli’ uyarısı yapmamın nedeni de bu.
Her türlü bilgi ve belgenizi yüklediğiniz ‘bulut’, ev sahibi ülkede de ‘yağmur’ bırakıyor olabilir!
BALKONLAR, ÇOCUKLAR VE ŞİİRLER...
Dün bir çocuk balkondan düşerek öldü.
Anne babası öğretmendi. Öğrencilerine, başkalarının çocuklarına evde internetten ders veriyorlardı;
Kendi çocukları komşuya emanet.
Ama çocuk bu; bir anda anda gözden kaçıverdi.
Balkona çıktı...
Bir aile yıkıldı, bilmemkaçıncı kez.
Bir mahalle yasa boğuldu.
Bir ülke ‘eyvah’ diye iç geçirdi.
Anne babaların en iyi bildiği şeydir; ‘bir anda’ kaybolur gözden çocuklar.
Ne ara masaya, kütüphaneye tırmanır, o kadar uzağa gider şaşarsınız.
Çocukluk biraz da budur.
Kimsenin suçu yoktur.
O yüzden isyan içinizde kalır.
Ancak şiire dökülebilir.
Dökülmüştür de.
Her ‘balkondan düşen çocuk’ haberinde dilimden dökülen şiirler...
FAZLA BALKON
Balkonlar evlere fazla
Balkonlar belki de kurulmazdı
Kapıların açıldığı ırmaktan
şehir değil bahçeler aksa
Balkonlar gevezelik
Balkonlar ısrar
Balkonlar evleri bıraksa
Çocuklar eve dönse
Hastalar güzel ölse
Kendi vatanında ev
Kendi yatağında hasta
Herkes balkonda unuttuğu şiirini geri alsa
Kalsa kalsa
Bana evlerden Behçet
Balkonlardan Sezai
Haydar Ergülen
YÜKSEK EVDE OTURANIN TÜRKÜSÜ
Evleri yüksek kurdular
Önlerine uzun balkon
Sular aşağıda kaldı
Aşağıda kaldı ağaçlar
Evleri yüksek kurdular
On bin basamak merdiven
Bakışlar uzakta kaldı
Uzakta kaldı dostluklar
Evleri yüksek kurdular
Cama, betona boğdular
Usumuzdaydı unuttuk
Topraktan uzakta kaldı
Toprağa bağlı kalanlar.
Gülten Akın
BALKON
Çocuk düşerse ölür
Çünkü balkon, ölümün cesur körfezidir evlerde
Yüzünde son gülümseme kaybolurken çocukların
Anneler, anneler;
Elleri balkonların demirinde...
İçimde ve evlerde balkon
Bir tabut kadar yer tutar
Çamaşırlarınızı asarsınız hazır kefen
Şezlongunuza uzanır ölü
...
Bana sormayın böyle nereye
Koşa koşa gidiyorum
Alnından öpmeye gidiyorum
Evleri balkonsuz yapan
mimarların
Sezai Karakoç
ÖKSÜZ EVLER
Rahat etsinler diye ölülerimiz usta
Balkonlar artık tabuttan geniş
Nereye gidiyorsun böyle koşarak
Balkonsuz evler yapan mimarlar ölmüş
Gökdelen tohumları ekilmiş şehrin
Öksüz kalmış evleri
Ve çocukları
Mustafa Ökkeş Evren
TEMİZ İSKAMBİL!
Bu ülkede muhalefet olmak da zor!
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu koronavirüse karşı iki ‘yapıcı öneri’ getirdi, ikisi de ilgi çekmedi.
Önce, “Virüs var mı var; bulaşmayı önleyeceksin, bulaşırsa da tedavi edeceksin, bu kadar basit” dedi.
“Dediğiniz doğru da, o kadar basit değil” dediler!
Kahvehaneler için “her oyunda temiz iskambil kağıdı” önerdi.
“Masraflı” dediler!
“12 elde biten bir oyunu kast ediyorsanız bir maliyet; oyundaki her bir ‘el’i kast ediyorsanız 12 maliyet” dediler!
“Kağıtlar 4 oyuncunun elinde dolaşacaksa bu da bir risk” dediler!
“Rakip el bitirecek kağıt atsa da almayacak mıyız” dediler!
Öneri getirsen de dert, getirmesen de!
AKŞAM editörleri, Kılıçdaroğlu’nun referandum gezisinde Ankara’da bir kahvehanede oyun oynayanları izlerken çekilmiş görüntüsünü buldular, önceki gün haberde kullandık.
Masada oyuncuları izleyene ‘yancı’ denir.
Erbabı bilir.
Güzeldir yancılık.
Oyunculara çay gelir, yancıya da...
Eşitlikçidir masa, ‘oralet’e mahkum edilmez yancı.
Arada çaktırmadan ‘meyve suyu’ da ısmarlar yancı.
Üzeri fındıklı olanı vardır bir de...
İki kuralı vardır yancılığın:
1- Oyuncunun eline baktığında ‘renk vermemek’...
2- Fazla konuşup dikkat dağıtmamak.
Yancının oyuncu olmasının iki yolu vardır:
- Ya masadakilerden biri ‘sıkışacak’ ve lavaboya gidecek;
- Ya da ‘dostları’ gelecek ve yeni masada oyuncu olacak.
Netice;
Kahvehane kültürü önemlidir.
Kahvehanelerde yapılan siyaset de hiçbir yerde yoktur.
Bu ikisine hakim olmadan kahvehane üzerinden siyaset yapmak risklidir...