Yazarlar

Markar Esayan

Markar Esayan

markar.esayan@aksam.com.tr

Şimdi sıra Karpat’ın talebelerinde...

Markar Esayan tüm yazıları

Duayen bir tarihçimizi daha yitirdik. Kemal Karpat benim tarihimizi anlama çabamda çok müstesna bir yere sahipti. Kitaplarından çok faydalandım. Hatta onu oldukça geç okumuş olmaktan ötürü de aynı hataya sizlerin düşmemesini arzu ederim. Aldığımız eğitimin bir sonucu olsa gerek, kendimizi daha çok Batılı kaynakların gözünden tanımaya meyilliydik. Tabii ki kaynakları çeşitlendirmek, değerli, objektif eserleri menşeine bakmadan incelemek gerekir. Ancak, özellikle tarih ve sosyal bilimlerde özgün, objektif ve cesur kalemlerin yaklaşımı çok daha öncelikli olmalıdır diye düşünmeden de edemiyorum. 

Kemal Karpat Hoca eleştiri ve özeleştiriyi beraber götürebilen, kendini ne dev, ne de cüce aynasında gören, Batı hayranlığı ile hamaseti aynı anda dışlayan bir entelektüel namusa sahipti. Gerçekten de iki tipolojiden de sıkıldık. Yerliliği kompleks ve böbürlenmede, yeniliği de Batı hayranlığı ve elitizmde aramak durumunda değiliz. 

Siyasi düşüncelerimizin ve devlet kavramının tarihçesini çok genel bir şekilde dile getirmemin ana nedeni, bugünü daha iyi anlamamız için geçmişimizi bilmenin kaçınılmaz bir şart olduğu düşüncesidir. (…) Başkaları hakkında bir şey söyleyemem, ancak ben, bugün Türkiye’de olup biteni ancak eski devlet felsefesi ve kurumları hakkında düşünce sahibi olduktan sonra daha iyi anladığımı sanıyorum.” Bu sözler “Türk Demokrasi Tarihi” kitabının önsözünden. 

Karpat Osmanlı’nın da, Türkiye Cumhuriyeti’nin de değerini iyi biliyor, bunu bilirken sorunları dillendirmekten de korkmuyordu. Nihayetinde neden ülkesinde değil de, ABD’de çalışmalarını sürdürdüğü sorusuna “Yazdıklarımdan, söylediklerimden düşünce alanında herhangi bir tavize yanaşmadığım için Türkiye üniversitelerindeki sözleşmelerim üç defa iptal edilmiştir. Böyle bir tecrübe geçirdikten sonra güvenle çalışabileceğim yerde yaşamak istemem doğaldır” demekteydi. 

Peki Karpat “bugün” hakkında ne düşünüyordu? Yine onun sözlerine başvuralım. 

Bugün Türkiye’de ana konu ‘devleti demokratikleştirmek’ ve ‘devleti halkı ile birleştirmek’tir. Bu temel gerçekleri bir an evvel anlamak hem kişinin hem toplumun çıkarındadır. Bu gerçekleri serbestçe tartışmak ve gerekeni yapmak, ancak demokratik bir ortamda mümkündür. 2008 yılında Türkiye nihayet gerçek hürriyete ve gerçek demokrasiye kavuşmak üzeredir.” Karpat, Osmanlı’da 17. yüzyıldan sonra, Türkiye Cumhuriyeti’nde de iki binlere kadar asıl problemin elitizm ve halktan kopuş olduğunu ısrarla ileri sürmekteydi. Osmanlı farklı inanç ve kimlikleri bir arada yaşatmayı başarmış, temelde insana hürmet etmişti. Türkiye’de ise her şeye rağmen demokrasi tutunmuştu ve daha da kökleşecekti. Bunun için gerekli tarihsel, kültürel ve sosyal koşullar bu toplumda mevcuttu. Karpat uzun, bereketli ve onurlu bir hayat yaşadı. Allah rahmet eylesin, mekânı cennet olsun. Vefatının ona yakışır şekilde medyamızda yer almamasını Cumhurbaşkanımızın talimatıyla üstadın Fatih Camii haziresine defnedilecek olması bir nebze telafi etti. Şimdi sıra onun yetiştirdiği talebelerinde…  

Markar Esayan Diğer Yazıları