Yazarlar

Markar Esayan

Markar Esayan

markar.esayan@aksam.com.tr

Doğu'nun Rönesansı ne zaman başlar?

Markar Esayan tüm yazıları

19. yüzyılda Osmanlı’da yoğunlaşan misyoner hareketlerinin Müslümanların üzerinde etkili olamadığı, bu noktada ciddi şekilde sükut-u hayal yaşandığı ifade edilir. Hıristiyanları (Gregoryenleri) katolik/protestan yapma işi ise “Müslümanları döndürmek” kadar başarısız olmasa da, yine oldukça düşük bir skor kaydetmiştir denir. 

Doğru değildir.

***

Buna gelmeden, bir Hıristiyan olarak misyoner hareketleri üzerine fikirlerimi ifade edeyim. Her inanç sisteminde, en azından semavi dinlerde tebliğ/misyon müessesesi vardır ve meşrudur. İnançlarını duyurmak, zorlama ve baskı olmamak kaydıyla her inanç sahibinin hakkıdır. Türkiye gibi medeni ülkelerde bu hak kanunlarla garanti altına alınmıştır.

***

Bu açıklamadan sonra belirtmem gerekir ki, Batı kiliselerinin yaptığı çoğu misyonerlik hareketinden Doğulu bir Hıristiyan olarak utanç duyuyorum. Güney ve Kuzey Amerika’nın özgün kültürü kirletilir, milyonlar katledilirken misyonerlerin o biçare yerlileri değil, kendi zorba krallarını tövbeye çağırması gerekiyordu. İsa Mesih’in Müjde’si bunu gerektirirdi. Bu türden örnekler vardır ama azınlıkta kalmıştır.

***

16. yüzyılda Papa 15. Gregorius Doğulu Hıristiyan halkları Katolik yapma hareketi başlattı. Protestan misyonerler ise bu konuda daha yırtıcıydı. Bunlar Hıristiyanlık değil, mezheplerini ve kendi kültürlerini yayıyorlardı. Çünkü Şark kültürünü vahşi, insanlarını barbar buluyorlardı. Üstlerinde emperyal devletlerinin diplomatik, kültürel, ekonomik, askeri gücünün gölgesi vardı. Doğrudan devletlerinin ajanları değillerdi belki, ama bu gücün konforunu kullanıyorlardı. Doğulu Hıristiyanların hayatını daha da zorlaştırdılar. Beşinci kol olarak algılanmalarında ciddi rolleri oldu.

***

Türkiye’de -Güney Kore gibi- kitlesel bir din değiştirme olmadığı doğrudur; ancak kültürel/yaşam biçimsel ihtida ciddi oranda başarılı olmuştur. Misyonerler “vahşi/barbar Doğululardan medeni bir orta sınıf yaratmayı” hedefliyordu. Medeniyet dediğimiz de Batı kültürü idi. Bu orta sınıf hem ülkenin seçkinleri oldu, hem de uzun süre ülkeyi yönettiler. Bu sınıfın siyasi elitleri bugün emperyal ülkelerle, IMF ile PKK ve FETÖ ile flört ediyorlar. Bu durum bir günde oluşan bir şey değil.

***

Ancak şunu da ifade etmek gerekir ki, Batı kültürü, sanatı, bilimi vd. Doğu’ya karşı ciddi bir üstünlük kurmuştur. Bu boş bir üstünlük değildir. Osmanlı ve Türkiye’nin Batı’yı taklit etmesi, bir tercih değil, bir zorunluluktu. (Bunu daha iyi yapabilirdi, o ayrı.) Bugün hâlâ sekülerlerin Batı’nın kötü/kompleksli bir kopyasından öteye gidememesi, muhafazakarların da özgün bir kültür rönesansı yaratamaması, şehirlerimizin çirkinliği vd. iki kanaldan kitsch’e teslim olmamızı getiriyor.

***

Ben yaşadığımız günleri değerli bir geçiş dönemi olarak görmek istiyorum. Avrupalılar İbn-i Sina ve İbn-i Rüşt’çü etkiyi kırmak için özel kanunlar bile çıkarmaya kalkmışlardı. Kültür, sanat ve bilim rönesansının mutlaka bu geçiş sürecinin bir noktasında başlaması gerekiyor. Yoksa hayat boşluk kaldırmıyor. O boşluğu dolduranlara sövmek de hiçbir şeyi değiştirmiyor.  

Markar Esayan Diğer Yazıları