Önce Milli Takım, sonra Galatasaray...
Bu iki tabloyu karşınıza koyup, izlediğinizde ibretlik bir manzara var...
1- Statları yenilemek, transfer yapmak, sıkıştığında topu taca atmakla Türk futbolunun 'Çağdaş normlara' ulaşma ihtimali yok.
2- Sporda yaşanan teknolojik ve sosyolojik değişimin bizde zihinsel bir karışlığı ne yazık ki bulunmuyor.
Sözde değil, özde 'Endüstrileşmiş' Avrupa futbolu karşısında Türk futbolu hala 'kara sabanla çift süren tarım işçisi' durumunda.
4- 'Kurumsallaşacağız, çağdaşlaşacağız' nutuklarıyla iş başına gelip, ilk icraat olarak yapılan harcamaları kamuoyundan gizleyen, harcama limitlerini delmek için türlü hilelere ve yan yollara sapan yöneticilerle;
5- Süper Lig'de 2 gol atıp, 2 defa manşetlere çıkınca kendini 'Ronaldo' zanneden ama Avrupa'da omuzu yiyince 5 takla atıp, yuvarlanırken de hüzünlü gözlerle hakeme bakan futbolcularla;
6- 'Her şeyin sorumlusu benim...' diye konuşmaya başlayıp, ama....'larla işin içinden sıyrılıp, ortadan kaybolan teknik adamlarla;
7- Her seferinde, "Yeniden yapılanma" diyerek '3 yıl isteyen' ama aradan yarım asır geçmesine rağmen hala yerinde sayan 'Üst egolarla' bu işler olmuyor.
Biliyorum diyecekler ki; "Bu bozuk yapı, üzerine sağlıklı düzen" kurulmuyor. İyi de 50 yıldır Türk futbolunun içinde aynı yüzler, aynı kişiler var. Bu bozuk yapıyı oluşturan kim?
Hatır-gönül ilişkileriyle kulüplerin milyon dolarlarını eşe-dosta dağıtıp, borç batağına sürükleyen kim?
Günlük başarı peşinde koşarken, tribüne oynayıp Türk futbolunun geleceğini harcayanlar yine 'daha daha fazla sürelerle' bunu düzelteceğini iddia edince inandırıcı durmuyor.
İşin en kötüsü de hata yapanlar, suçluyu hep dışarıda aradığı için, hatalarının farkında bile değil...
Yine de, "Biz bitti demeden bitmez"lerden, 'Bitti'lere geldiysek gelecek adına bir umudum var.
Evet bitti...
Deniz bitti, kumsal da bitti... Artık serap görmeyi bırakalım.
Çok sevdiğim güzel bir söz vardır, "Mezarlıklar, vazgeçilmez olduğunu düşünenlerle doludur" diye...
Vazgeçilmeden, vazgeçmeyi ve alkışlarla gitmeyi bilmeli...