Yazarlar

"Muhterem okuyucularım!

Boş sayfaları doldurmak için bu yazıları yazmıyorum. Boş vakitlerinizde size bir meşgale olmak için bu zahmete katlanmıyorum. Milletin en derin ıstırabını, en derin bir derdini teşrih ediyorum. Sözlerimi can gözüyle okumanızı, can kulağı ile dinlemenizi isterim. Şöyle bir göz gezdirip de varakpareyi manavdan alacağınız zerzevata sargı kâğıdı yaparsanız çok üzülürüm, hakkımı helal etmem. Kendiniz candan okuyacağınız gibi, mümin kardeşlerimize de candan okutursanız bu sin'nü salde Hak yolunda bu kadar zahmete bulunduğuma canım yanmaz. Bizim vazifemiz, hak ve hakikati tebliğden ibarettir. Zulüm ve sefalet yüzünden batan milletlerin akıbetlerini gösteren Kur'an'ın ikazları insanlar için büyük ibret levhalarıdır. Biz yaşadığımız devri olduğu gibi tarihe tevdi etmekle mükellefiz. Vazifemizi yapıyoruz. Her hal ü karda tevfik ve hidayet yalnız Allah'dandır.

"1942'de 'Kur'an'dan İktibaslar' adıyla neşrettiğimiz bir eser bütün memleket kütüphanelerinden toplatıldı. Baştan başa ayeti kerimeden ibaret olan bu mübarek eser karakollarda ayaklar altında süründürüldü. Zamanın Matbuat Müdürü, Halkçıların gözdesi, ideolojilerinin baş mümessili, meşhur müseccel solcu Vedat Nedim Tör 'Dahliye Vekâleti Matbuat Umum Müdürlüğü sayı 653 ve 17 Mayıs 1942 tarihli bize gönderdiği müzakerede aynen şöyle diyordu!

'Biz her ne şekilde ve surette olursa olsun memleket dâhilinde dini neşriyat yazılarak dini bir atmosfer yaratılmasına ve gençlik için dini bir zihniyet fideliği vücuda getirilmesine taraftar değiliz.

"Kalan bir karış toprakta Halkçılar, İttihatçılardan devraldıkları sapık, bozguncu zihniyeti bütün hızıyla yürüttüler. Bütün gayz ve kinleriyle milletin maneviyatına saldırdılar. Mukaddesatına hücum ettiler. Din müesseselerini kapattılar, mekteplerden din derslerini kaldırdılar.

"Bütün icraatı ile sabit olmuştur ki Halk Partisi denilen bu teşekkül, bu komite, alelade bir parti değildir. Başka bir karakteri, kendine has bir ideolojisi vardır ki, bunu bir din gibi telakki eder; halkın kafasına yerleştirmek ister.

"Müslümanlıkla mücadelesi, ideoloji meselesidir. Kırk senelik hayatı bunun şahididir. Siyaset sahnesindeki oyunlarla bazen iktidardaki kuvveti iğfal tuzağına düşürür, iktidarı eline alır. Fakat Müslümanlıkla mücadelesi başka bir mahiyet arz eder. Büyük, yıkıcı, devirici ideolojisini, batıl abidesini kafalara, kalplere yerleştirmek için evvela zemini müsait hak getirmek yolunu tutar. Bütün din müesseselerini kapatır, bütün mekteplerden din tedrisatlarını kaldırır, zalimane kanunlarla dini sımsıkı bağlar, demir çember içine alır. En ufak dini bir faaliyeti, İslami bir inkişafı amansız bir surette bozmaya çalışır.

"Pekâlâ anlaşılıyor ki, din müesseselerinin ve din ulemasının İstiklal Harbi zamanında Müslüman halkı mücadeleye teşvik bilfiil harbe iştirak hususundaki birçok hizmetlerini (başarılarını hb.) gören halkçılar, bu manevi kuvvetin, ilerideki mutasavver tatbikatlarına, planlarına engel olabileceği endişesiyle, din ehlinin kudret ve nüfuslarını kırmak için zaferden sonra din müesseselerini kapatmayı, din ehlini kudretsiz hak getirmeyi, ilkeleri, ideolojileri için bir zaruret telakki etmiştir.

"Salabet ve şahamet-i diniyesiyle mümtaz, Müslüman Türk milletlerinin evlatlarının elinden Kur'an cüzlerini: lisanlarından Allah, peygamber adını; kalplerinden iman nurunu hain tırnakları ile söken, parçalayan yırtıcı mahlûkların canavarlığı Müslümanlık tarihinde, insanlık tarihinde, medeniyet tarihinde kapkara, kıpkızıl bir saife olarak tescil edilmiştir.

"Halkçılar, Müslüman Türk Milletinin yavrularının İslam dininin ilmihalini öğrenmemeleri için o kadar zalimane hareket ediyorlardı ki hususi suretle çocuklarına din dersi, Kur'an'ı Kerim dersi vermek isteyen Müslümanların evi basılıyor, Kur'an okutan, din dersi veren hocaları polisler yakalıyor, cürm-i meşhud mahkemelerine sevk ediyorlardı.

"Halkçıların azgın devirlerinde Kur'an diline karşı husumet o kadar ilerlemişti ki camilerde gizli gizli Müslüman çocuklarına namaz sureleri okutan hocalar, polisler (jandarmalar hb) tarafından yakalanıp cürm-i meşhud (suçüstü) mahkemelerine sevk olunurdu.

"Camilerde mihrabların etrafındaki mum şamdanlarının üstünde yazılı 'maşaallah' yazılarını (dahi) kazımışlardı. Abideler, çeşmeler üzerindeki ayet-i kerime yazılı mermerler parçalanmıştı.

"Husumet tercih etmek suretiyle ideolojilerini besleme yoluna giderek 'mürteci, gerici, nurcu, inkılap düşmanı...' gibi muhayyel düşmanlar icat ettiler.

"İnkılapçılık edebiyatı yaparak karşısındakini inkılap düşmanı durumuna sokup sindirmek metodunu talep ettiler.

"Halkçıların bir başvekili Büyük Millet Meclisi Kürsüsünde 'din zehirdir' diyecek kadar cüret ve küstahlıkta bulunmuştur.

"Halkçıların şefi 1950 seçimlerinde Taksim'deki nutkunda 'Din medeni hayat yaşamaya mani bir zehirdir.' diyecek kadar...

"Halkçıların diğer bir başvekili de (Şükrü Saraçoğlu) 'Halkın kafasından din fikrini silmek için bize otuz sene daha lazım.' demişti.

"Bir kasırga gibi memleketi yakıp enkaz haline getirdiler. Yıktıkları binayı muazzamın enkazını da ateşe vermek hırsına kapıldılar. Bir taun gibi milletin başına bela kesildiler...

"Halkçıların bu delalet ve azgınlık devrini yaşamayanlar bugün onların yaptıkları cinayet ve hıyanetlerin vukuuna imkân vermez. Çünkü bunları beşer hafsalası almaz.

"Fakat oldu işte!...

"Allah o günleri bir daha göstermesin."

Eşref Edip

(Eşref Edip- Kara Kitap, 1967 2.Baskı)

Hüseyin Besli Diğer Yazıları