Yazarlar

Dr. Eray Güçlüer

Dr. Eray Güçlüer

Madrid'ten Tahran'a yeni strateji

Dr. Eray Güçlüer tüm yazıları

28 Haziran 2022 tarihinde İsveç ve Finlandiya ile yapılan üçlü zirveyi müteakip 29 ve 30 Haziran tarihlerinde gerçekleştirilen NATO liderler zirvesi Türkiye ile Avrupa ve ABD arasındaki ilişkilere yeni boyutlar ve derinlik katması bakımından son derece önemli. Çok uzun zamandır Türkiye'yi Ortadoğu'daki diğer kabileci Arap devletleri gibi gören ve bir türlü Avrupalı olduğunu kabul edemeyen sözde çok medeni (!) Avrupa ülkeleri düşündüklerinden farklı bir Türkiye olduğu gerçeğiyle yüz yüze geldiler. Sonuçta Türkiye'nin taleplerine ilişkin resmi bir mutabakatı imzalamak ve bütün dünyanın gözü önünde Türkiye'ye resmi ağızlardan söz vermek durumunda kaldılar. Bu konuyu bundan sonra da çok konuşacağımız için mevzuya daha derin girmeyeceğim ama 28 Haziran'daki üçlü zirvenin etkisi Türkiye-İsveç ve Finlandiya'nın da ötesinde bütün Avrupa'yı ve ABD'yi etkileyen sonuçlar üretti. Enerji ve gıda krizi, Rusya, İran ve Çin tehditleri, Ukrayna savaşı gibi sıcak jeopolitik gelişmelerle birlikte düşünüldüğünde Türkiye ile Avrupa ve ABD arasında son derece hareketli politik süreçlerin bundan sonrada sıklıkla yaşanacağını söyleyebilirim. Ancak Avrupa açısından başta İngiltere, İsveç ve Finlandiya olmak üzere Türkiye'ye yönelik silah ambargolarının kaldırılması, yine başta Almanya olmak üzere diğer bazı ülkelerin uyguladıkları kısıtlamaları esnetmeleri ve kısmen kaldırmaları, PKK/PYD, FETÖ gibi terör örgütlerinin Avrupa'da panik haline girmeleri gibi çok yönlü gelişmelerin ilk aşamaları başlamış durumda. Dediğim gibi bu dalgalı süreçler bundan sonra da sıklıkla devam edecek. Bunlarla birlikte Türkiye-ABD ilişkilerindeki değişimlerin dikkat çekici boyutta olduğunu söyleyebilirim. F-16 savaş uçakları konusunda Pentagon ve Beyaz Sarayın Türkiye'yi destekleyici tutumları, Yunanistan'ın ABD tarafından baskılanması, ABD'li bazı milletvekillerince Fırat'ın batısındaki Mümbiç ve Tel Rıfat bölgelerindeki PYD/PKK unsurlarına "Türkiye geliyor güneye kaçın" telkinlerinde bulunulması bu değişimlerin birer örnekleri olarak düşünülebilir. Elbette ABD ve Avrupa gibi güçlerin stratejik politikaları kısa sürelerde değişmez ama artık Türkiye karşısında geçmişteki klasik anlayışlarla bir yere varamayacaklarını anlamış olmaları da son derece önemli. O yüzden Türkiye Madrid zirvesinden önemli kazanımlarla dönmüştür.

Gelelim doğu sektörüne. 19 Temmuz tarihinde Tahran'da yapılan Türkiye-Rusya-İran üçlü zirvesinde diğer iki devlet adeta günü kurtarmakla meşgulken, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Suriye'deki mevcut siyasal çizgiyi bir adım ileriye taşıdığını görüyoruz. Tarafların tutumlarını kısaca özetleyecek olursak, Rusya'nın Avrupa ve ABD ile girdiği mücadeledeki bezginliği yavaş yavaş görülmeye başlarken, Suriye'deki güç kaybına bağlı olarak önceki genel söylemlerin tekrar edildiğine şahit olduk. Bu arada şunu da söyleyeyim Rusya kaybedeceği çok daha büyük bir savaşın içine hızla sürükleniyor. Bundan sonraki süreçlerde Rusya birden fazla cephede daha sıkı angajmanlar içine sokulabilir. Bugün Türkiye ile yakın iş birliği yapmak yerine günü kurtarma stratejisini uygulaması, yakın gelecekte Rusya'yı daha ciddi sıkıntıların içine sokabilir. Bunu da burada hatırlatmak isterim.

İran bakımından gördüğümüz manzara ise Rusya'dan farklı olarak kafa karışıklığı şeklinde bir görüntünün ortaya çıktığıydı. Rusya'dan sonra sıranın İran'a geleceğini biz biliyorsak İran'lılar da biliyorlardır herhalde. Ve İran üzerindeki ABD kaynaklı emperyalist baskıların daha da artacağı bir döneme girmiş bulunmaktayız. Arap NATO'su, Fırat'ın doğusunda ABD'nin formal askeri güçleri ile gayri resmi silahlı güç yığınaklanmaları, Basra Körfezindeki ABD liderliğindeki deniz gücünün artması, Afganistan'da ABD güdümlü Taliban'ın yönetimi ele geçirmesi düşünüldüğünde kısaca İran'ın çevrelendiğini rahatlıkla söyleyebilirim. Buna karşı İran'ın dışarıda çok da fazla bir manevra alanının olmadığı görülüyor ama daha da önemlisi İran'ın içerideki gelişmelere karşı dışarıdan çok daha hassas ve kırılgan bir hale geldiği konusunda genel bir kanaat hâkim. İran'ın ABD ve Batılı güçler tarafından çatışma içerikli iç ve dış angajmanlara sokulması durumuna karşı Türkiye'nin hazırlıklı olması gerekmektedir, zira ABD ve batılı emperyalist güçler üzerindeki Çin kaynaklı zamansal baskının her geçen gün arttığına şahit olmaktayız. Olası üçüncü küresel sistem ancak Çin ile mücadelenin sonucuna göre şekillenecek, Çin ile asıl mücadele ise Rusya'dan sonra İran ve Hindistan'a ayar verildikten sonra başlayacaktır. Dolayısıyla İran yakın gelecekte kendisinden başka kimseyi düşünemeyecek bir duruma gelebilir. Bu söz bir ütopya veya sezgisel olarak söylenmiş bir söz değildir. Örnekleri var. Rusya nasıl ki Ukrayna'daki güç kaybına bağlı olarak Esed rejimini eskisi kadar güçlü şekilde destekleyemiyorsa, İran'da olası bir angajmanda aynı şeyleri yaşayabilir. Benden söylemesi. O yüzden her iki ülkenin de köprüden önceki bu son çıkışta Türkiye ile yakın iş birliği yapmaları her şeyden önce kendi menfaatlerinedir.

Türkiye Suriye meselesini sadece Suriye ile sınırlı olarak görmemektedir. Doğrusu da bu. Aynı zamanda Küresel güçlerin kıyasıya çatıştığı bir mücadele alanı haline gelmiş olan Suriye'de Türkiye'nin politikası, batı ve doğu eksenleriyle asgari müştereklerde uzlaşmak, uzlaşma zeminin dışındaki noktalarda ülkemizin milli güvenliği ve milli menfaatlerimiz doğrultusunda inisiyatif kullanılması şeklinde özetlenebilir. Zaten sayın Erdoğan'ın Tahran'da verdiği mesajlar da bu çerçevedeydi. Sözler yaraların sarılmasına yetmiyor cümlesi durumu en çarpıcı şekilde özetliyor. Yani sizinle ya da sizsiz biz Suriye meselesini halledeceğiz demektir bunun anlamı. Bu arada Tahran zirvesinden bir gün sonra 20 Temmuz'da Esed'in dış işleri bakanının apar topar Tahran'a gitmesi de son derece manidar. Hayırdır, rüyanızda Türk askeri mi gördünüz...

Dr. Eray Güçlüer Diğer Yazıları