Bu olayda II. Dünya Savaşı'nın az bilinen ve uzun süre inanılmayan ancak daha sonra doğruluğu kanıtlanan bir öyküsü ortaya çıktı.
Akdeniz'in sakin suları İngiliz denizaltıları için II. Dünya Savaşı'nda bir ölüm tuzağına dönüşmüştü. Havadan yapılan bombardımanların yanı sıra denize bırakılan mayınlar İngilizleri zorluyordu.
Akdeniz'de seyreden denizaltıların 5'te 2'si batmıştı. Denizaltının batması demek içindeki herkesin ölmesi demekti. Bu o dönemde adeta bir kural haline gelmişti. Onca batan denizaltından sadece 4 kaçış gerçekleştirilebilmişti.
Bunlardan biri tarihe geçti. 1941 yılının Kasım ayında Malta'dan hareket eden HMS Perseus. 6 Aralık 1941'de İngiliz denizaltısı HMS Perseus 59 mürettabı ve iki yolcusuyla birlikte seyahat ediyordu.
Bu yolculardan biri 31 yaşındaki John Capes'ti. Mürettebattan olmadığı için gemide kaydı görünmüyordu. Niyeti İskenderiye'ye gitmekti. Uzun boylu esmer bir adam olan Capes, Dulwich Koleji'nde okumuştu ve bir diplomat oğluydu.
O ağır kış gecesinde Perseus denizin 3 kilometre altında Kefalonya kıyıları yakınında seyrederken mayına çarptı.
Capes o sırada ranza gibi kullanılan bir yedek torpido tüpünün içindeydi. Patlama sesini duydu. Denizaltı yavaşça denizin dibine doğru indi. Gürültüyle zemine çarptı.
O etkiyle Capes torpido tüpünden fırladı ve sonrasında tek görebildiği karanlıktı.
Capes bir mayına çarptıklarını tahmin etmişti. Henüz denizaltının içine su dolmamıştı. Bir meşale yaktı. Motor odasına girdiğinde yer ölülerle doluydu. Motor odasının kapısı diğer taraftan gelen suyun basıncıyla kapanmıştı ve açılamıyordu. Gıcırtı seslerini duyuyordu.
Odada bulduğu oksijen şişesini kauçuk gözlüğü aldı. Bu ekipman sadece 100 feet derinlikte test edilmişti. Ancak zamana karşı bir savaş içindeydi ve içeride nefes almak zorlaşmaya başlamıştı. Bölme suyla dolmaya başlamıştı.
Orada bulduğu romdan bir yudum aldı ve kaçış kapağından dışarı çıktı. Artık denizaltıdan ayrılmış denizdeydi. Denizaltından çıkan oksijenin de etkisiyle hızla yükseldi. O anda yaşadığı acı korkunçtu.
Ciğerleri ve tüm vücudu patlayacak gibiydi. Bir yandan da başı dönüyordu. Tek düşündüğü ne kadar süre daha hayatta kalabileceğiydi. Tüm bunları bir anda yaşarken bir anda kendini suyun üzerinde buldu. Başarmıştı, su üstüne canlı olarak çıkmıştı.
Ancak derinliklerden kaçışı onun çilesinin bittiği anlamına gelmiyordu. Çünkü Aralık ayında soğuk denizin ortasında yapayalnızdı. Karanlıkta beyaz kayalıklar gördü. Tek yapabileceği oraya doğru yüzmekti, öyle de yaptı. Ertesi sabah Capes bilinçsiz bir şekilde Kefalonya kıyısında yatarken iki balıkçı tarafından bulundu.
Takip eden 18 ay boyunca adada evden eve sığınarak yaşadı. Çünkü işgalci İtalyanlar adanın her yerindeydi. 32 kiloya kadar düşen Capes Ada sakinlerinin de yardımıyla hayatta kalmayı başardı. Hatta ona Mareeka adıyla bir de eşek hediye ettiler.
1943 yılının Mart ayında bir balıkçı botuyla adadan ayrıldı. Kraliyet Donanması'nın planladığı bu kaçış planıyla 640 kilometrelik tehlikeli bir yolculuğun ardından Türkiye'ye ulaştı. Buradan da bir denizaltıyla İskenderiye'ye götürüldü.
Capes daha sonra hikayesini anlattığında kimse ona inanmadı. Her şeyden denizaltının mürettabat listesinde adı yoktu. Kurallara göre kaçış kapaklarının dış saldırılarda sorun yaratabileceği düşüncesiyle komutanlarca dışarıdan vidalanarak kapatılmaları emri verilmişti. Denizaltıdaki herkes öldüğünden ortada bir tanık da yoktu. John Capes kimseyi hikayesine inandıramadan 1985 yılında öldü.