Övündüğümüz tarihimizi biliyor muyuz?

'Malazgirt'e ilişkin güçlü bir kavrayışımız var, fakat bu biraz da mitolojik denilebilecek türden bir kavrayış.' diyen Prof. Dr. Mustafa Alican sözünü ettiğimiz savaşa atfettiğimiz büyük anlam ile ona olan somut ilgimiz arasında devasa bir uçurum olduğuna dikkat çekiyor.

Övündüğümüz tarihimizi biliyor muyuz"

ZEYNEP TÜRKOĞLU / zeynoturkoglu@gmail.com

Hem dünya hem İslâm hem de Türk tarihi açısından bir dönüm noktası, adına "1071 Malazgirt" denilerek kayda geçti. Zaferin 950.yılında varlığını ve etkilerini ehline sorduk. Malatya Turgut Özal Üniversitesi Tarih Bölümü'nden Prof. Dr. Mustafa Alican, başkan yardımcılığını üstlendiği önemli bir projeyi okura "Merakımızla, manevi bağımızla, bilgimizi birbirine tutturalım" diyerek Ketebe Yayınları aracılığında "Kutlu Mirasın Peşinde-Malazgirt Günlükleri" adıyla sundu. Malazgirt Savaş Alanının Tespiti Tarihi Ve Arkeolojik Yüzey Araştırması Projesi Başkan Yardımcısı Prof. Dr. Alican ile Malazgirt'i; bin yıl önceyi, bin yıl sonrayı konuştuk...

Tarih içinde "Malazgirt Zaferi'nin" varlığını ve etkisini nasıl anlamlandırıyorsunuz?

Malazgirt Zaferi, tarihin akışının kendisiyle birlikte farklı bir biçime büründüğü büyük bir olay. 1071'den sonra hiç kimse için hiçbir şey bir daha eskisi gibi olmamıştır. Türk ve İslâm tarihi için olduğu kadar Batı için de böyledir bu. Türkler İslâm dünyasının mutlak manada askerî ve siyasî liderleri olarak tescillenmiş, İslâm dünyasında Abbâsîler tarafından temsil edilen Sünnî İslâm anlayışı başat düşünce olarak öne çıkmış, Bizans İmparatorluğu kademe kademe gerileme sürecine girmiştir. Malazgirt Savaşı'ndan sonraki çeyrek yüzyılda Türkler Anadolu'nun Batı uçlarına kadar yayılmış ve Batı dünyası Türk ilerleyişini durdurmak için Haçlı Seferlerini başlatmıştır.

Tarihi olayları yaşandığı günün kayıt ve şartları içinde olup bitmiş olarak gören amatör okur için biraz da bunlar o günde donup kalmış hadiseler. Bir tarihçi Malazgirt'e bakarak, "yeni" ne bulabilir?

Doğrusu tarihî olaylar hiçbir zaman yaşandıkları dönemde kalıp tarihin dehlizlerinde kaybolup giden hadiseler değildir. Etkilerini daha sonraki dönemlerde de şu ya da bu kisve altında sürdürürler ve bu etkileri toplumlar bilinçli ya da bilinçdışı olarak yaşamaya devam ederler. Hatta bazen bir olay unutulup gitse bile etkileri yaşamaya, insanları ve toplumları şekillendirmeye devam eder. Biraz Freud'un psikanalizinde olduğu gibi, hiçbir deneyim kaybolup gitmez, bir şeylere dönüşerek varlığını devam ettirir. Meseleye buradan temas ettiğimizde, Malazgirt için de aynı şeyin geçerli olduğunu söyleyebiliriz. Proje için alana indikten sonra o kadar çok "yeni ve bilinmeyen" şey olduğunu gördük ki! Malazgirt Zaferi o coğrafyada bir şekilde, köy isimlerinde, insanların imgeleminde, hikâye, efsane ve atasözlerinde, dinî ritüellerde yaşamaya devam etmiş. Taşa, toprağa karışmış, insanların ve toplumun hamurunu oluşturmuş. Malazgirt Günlükleri aslında Malazgirt'in bu bilinmeyen, kimsenin haberdar olmadığı mirasına odaklandı. Kitabı okuyanlar, eminim neden bahsettiğimi çok açık bir biçimde anlayacaklardır.

Kaynakların birincil olması, sahihliği gibi temel, nesnel konuların dışında özel bir şey sormak istiyorum. Kitapta bahsettiğiniz "Hasan Ağa" ile diyaloglar dikkat çekici. Hem insan, hem tarihçi olarak sizde iz bırakmış gibi. Biraz bundan, onun çizdiği çerçeveden bahseder misiniz?

Kısmet oldu, Hasan Ağa ile birkaç yıl geçirdim. Allah gani gani rahmet eylesin. Kendisiyle genellikle uzun sessizlikleri paylaşsak da, etkileyici sohbetlerimiz de oldu. Ben onda, onun gündelik hayatında ve dünyayı kavrama biçiminde Anadolu'nun ferasetini gördüm hep. Doğru ve yanlış bildikleriyle, sevinçleri ve öfkeleriyle Anadolu ferasetinin bir heykeli gibiydi. Anadolu'nun ruhundan yontulmuştu. Onun doğal bir uzantısıydı. Anlamak ve anlatmak için üzerinde sosyal bilimcilerin asırlardır kafa yordukları ve binlerce sayfa kaleme aldıkları kavramlara ihtiyacı yoktu. Kitapta da anlattığım gibi, konu ile ilgili yüzlerce sayfa okumuş ve mesele üzerinde uzun süreler düşünmüş biri olarak, Türk'e ilişkin en berrak kavrayışı onda gördüm ben. Bilincinin ve bilinçdışının yapıtaşları bu coğrafya ve bu coğrafyanın tarihî ve kültürel birikimi üzerine kuruluydu. Âlim değildi, arifti. Bildiklerini topraktan, doğadan ve yaşamdan öğrenmişti. Hepsinin de sağlamasını defalarca yapmış, insanın (özellikle de Anadolu insanının) otantik varoluşuna sezgisel olarak temas etmişti.

Günlük okumanın en hoş taraflarından biri yazara yol arkadaşlığı edebilmek. Bunu kitabınızda kuvvetle hissediyor insan. Verdiğiniz onca yer ve tarih bilgisinin yanında kulağınızda çınlayan bir türküyü de anlatıyorsunuz. Neşet Ertaş'ı dinliyor mesela okur. Bu tarih anlatılıcılığınıza ne katıyor? "Bilim adamı" kimliğini zedelemiyor mu acaba?

Açıkçası ben zedelediğini düşünmüyorum. Çünkü tarih, bir şekilde bizim yaşamımızın içinde olan ve doğrusu ondan da etkilenen bir şey. Bu yönüyle geçmişte kalan değil, geçmişte olandan bize kalan bir şey. Başka bir ifadeyle, biz kendimizi ona kattığımızı düşünelim ya da düşünmeyelim, zorunlu olarak ona kendimizi de kattığımız bir şey. Bunun bilincinde olan bir yazar olarak yapmaya çalıştığım şey, tarihin benim zihnimdeki tüllenme biçimini olabildiğince geniş kapsamlı ve çok katmanlı, hayata mütenasip bir şekilde metne aktarma çabası. Neşet Ertaş'ın bir türküsüyle tetiklenen bilincimin gittiği noktayı anlamaya ve anlatmaya çalışırken bunu o türküden başlayarak yapmak istemem, bir çeşit bağlamı tanımlama girişimi de aynı zamanda. Dolayısıyla bu tür bir anlatı tarzı bence meseleyi daha doğru bir biçimde kavramamızı da sağlıyor. Okur metni okurken ne düşünür, onu zamanla görürüz, fakat ben kendimizi çıkardığımız takdirde tarihten geriye bir şeyin kalmayacağını düşünüyorum.

Kitabın başlarında aktardıklarınız bir projenin nasıl da zorlaşacağının, hatta yola çıkmasının önünün çeşitli sebeplerle kesileceğinin romanı gibi. Bir tarihi alan çalışmasının ötesinde güncel sorunları da anlatmışsınız. Bu konuda neler söylersiniz?

Malazgirt Günlükleri her ne kadar Anadolu'nun ruhunu anlamaya ilişkin kişisel bir çaba olarak görülebilecekse de, anlatı örüntüsünün merkezinde Malazgirt'te yürüttüğümüz savaş alanı arkeolojisi projesi yer alıyor. Bundan dolayı da projenin gelişim evrelerini anlatarak özellikle çalışmanın başlangıç aşamasında birileri tarafından dolaşıma sokulan iddiaları tashih ederek kamuoyunu doğru bilgilendirmek adına tarihe not düşmek istedim. Kuşkusuz bunu güncel polemiklere girmek için değil, örneğin elli yıl sonra proje ile ilgili çalışma yapacak olan araştırmacılara hikâyenin aslını anlatmak için yaptım.

Siz ömrünüzü verirsiniz, gazeteci hap bilgi sorar! Ama yine de yapacağım; bu çalışmanın hülâsası için "Şu eksiği tamamladı, doğru bilinen şu yanlışı ortaya koydu, esas olarak şunu açığa çıkardı" diye bir veya birkaç nokta sayabilir misiniz?

Malazgirt Savaşı'na ilişkin en temel sorunlarımızdan biri, bu savaş ile ilgili bilgimizin yeterince işlenmiş olmaması. Malazgirt Günlükleri'nin öncelikle bunu yapmayı hedefleyen bir metin olduğunu söyleyebilirim. Ben kitabımda Malazgirt Zaferi'ni tarihî bir olay olmanın ötesinde Anadolu'ya ruh veren bir tohum olarak ele aldım ve bir bağlam üzerinden okumaya çalıştım. İçerisinde çok fazla yeni şey var. Malazgirt şehri, coğrafyanın özellikleri, savaşın günümüzde bu bölgede yaşayan halk tarafından idrak edilme biçimi, savaşla ilişkilendirilebilecek efsaneler ve savaşın, bir Malazgirt Savaşı uzmanının zihnindeki aktüel izdüşümleri. Kitap nasıl bir boşluğu doldurur, bilemiyorum. Bunu zaman gösterecek.

Seviyor fakat bilmiyoruz...

"Malazgirt'e ilişkin güçlü bir kavrayışımız var, fakat bu biraz da mitolojik denilebilecek türden bir kavrayış. Malazgirt Zaferi'nin, Türk ve İslâm tarihinin en önemli tarihî olgularından biri olduğunu ve Anadolu'nun kapısını Türklere açarak Anadolu Türkiye'sinin başlangıcını teşkil ettiğini düşünüyoruz. Gelgelelim, hem savaşın yapıldığı yeri tam olarak tespit edebilmiş değiliz, hem de Malazgirt'e ilişkin bilgimiz çok sınırlı. Yapılan anketler, 18-35 yaş arası gençlerimizin önemli bir kısmının Malazgirt'in nerede olduğu bile bilmediğini gösteriyor. Yani sözünü ettiğimiz savaşa atfettiğimiz büyük anlam ile ona olan somut ilgimiz arasında devasa bir uçurum var."

PROJE NEYİ AMAÇLIYOR?

2020 yılının yaz aylarında araziye inerek başlattığımız projenin temel hedefi, Malazgirt Savaşı'nın 150 kilometrekarelik bir alan olan Malazgirt Ovası'nın tam olarak neresinde gerçekleştiğini tespit etmekti. Fakat alanda çalışılmaya başlandıktan sonra kapsam genişledi. Malazgirt şehrinin tarihî ve kültürel mirasının ortaya konulması, böylece savaşın da tarihî bağlamına oturtulması gerektiği anlaşıldı. Bu kapsamda hem şehirde hem de ovada çalışmalarımız devam ediyor.

  • malazgirt zaferi
  • mustafa alican
  • malazgirt günlükleri
  • zeynep türkoğlu
Tüm Cumartesi haberleri için tıklayın