Bir baba-kız kitabı: Tanısan Seversin

Vaka Defterim ile başlayan sanat yolculuğunu 'Büyük Gün' adlı sergi ile gün yüzüne çıkaran Nurbanu İzgi'nin çizimleri Tanısan Seversin adlı kitapta bir araya getirildi. Kitap bir baba-kız çalışması olarak raflarda yerini aldı.

Bir baba-kız kitabı: Tanısan Seversin

GÜLCAN TEZCAN / gulcantezcann@gmail.com

Adını önce Vaka Defterim adlı Instagram hesabıyla öğrendim. Çizimlerini ilgiyle takip etmeye başladığım Nurbanu İzgi, sanatın büyüklere has bir dünya olduğuna dair kabullerimi de değiştirdi. 2021 yılında yine küçük kız çocuklarının hikâyelerinden oluşan ilk sergisi Büyük Gün'le sanatseverlerin karşısına çıktı. 11 Ekim Dünya Kız Çocukları Günü'nde yayınlanan Tanısan Seversin adlı kitabıyla da bir baba-kız çalışmasına imza attı. Medyayla biraz mesafeli olan Nurbanu röportaj teklifimi kabul etmedi ama kitabın yazarı Halil İbrahim İzgi'yle Tanısan Seversin'i ve Nurbanu'yu konuştuk.

Bir sanatçı kolay yetişmiyor. Nurbanu İzgi'yi nasıl yetiştirdiniz?

İlk olarak Serap Ekizler Sönmez'den ders aldı. Serap hoca çok önemli bir şey söyledi orada. Nurbanu'nun çok önemli bir özelliği var; aşırı sabırlı dedi. İki saat boyunca konsantre olabiliyor dedi. Bu yoldaki biri için bu, çok çok önemli bir şey. Yetenek geliştirilebilir. Kötü çiziyor iyi çizer, geç öğrenir bunlar hiç sorun değil. Ama iki saat boyunca odaklanması gerçekten çok iyi dedi. Serap hoca Özbekistan'daki projeler başlayınca ayrıldı. Başka hocaları oldu. Hepsini çok sevdi. Şimdi Atölye Balık'ta Ahmet Demir var. Onlarla çalışıyor. Etrafında rol model olabilecek ablaları, abileri var. O kadar çok kişinin emeği var ki Nurbanu'nun üzerinde. Hepsini çok seviyor.

Z kuşağına toptancı bir bakış var onu da kırıyor...

O bizim kolaycılığımız. Çünkü hepsi kendi içinde çok farklı alanlardan besleniyorlar. Bakıyor, araştırıyor, dünya çapında biri var.. dünyanın bir yerinde kendisiyle aynı dili konuştuğunu düşündüğü biriyle iletişim kuruyor. Birlikte çizim yapıyor.

Çevre de biraz etkiliyor. Cemal Toy'un atölyesine gitmişti. O nasip oldu biraz. Sanatla çok rahat iletişim kurabiliyor. Üstünde emeği olan çok kişi var.

Biz resim ve müzik konusunda birşeyler yapmasını istiyorduk. Büyük kızım için de geçerli bu. O da çizim dersleri aldı. Amatör düzeyde karakalem çiziyor. O daha çok edebiyatla ilgili. Önüne koyalım hangisine kabiliyeti varsa illa bir şey olsun bizim çocuğumuz süper yetenekli olsun değil ama bunlar gelişiminde fayda sağlayacak şeyler o açıdan önemli. Resim konusunda biz mi zorluyoruz diye 'istiyor musun' diye de sorduk. Hocalarını çok sevdi. Sevmekle başlıyor zaten. Biraz sulu boya bir ara bitki resimleri çizdi. Sonra küçük kızlar çizmeye başladı. Orada kendi mecrasını buldu diyebiliriz. Biz hep desteklemeye çalıştık.

Benim de eşimin de resme karşı bir yeteneği yok.

Sanat bir çocuğa ne vaadeder? Bu anlamda resim nasıl bir yer tutuyor Nurbanu'nun hayatında?

Çocukların da yaşadıkları duygular, üzüntüleri var. Bunları sanatla anlatabilirler. Hayal dünyasını bir yerde ortaya çıkarmaları gerekiyor. Neler gördüğünü anlatması gerekiyor yazıyla olabilir, müzikle, resimle olabilir. Bir yere kanalize edilmesi gerekiyor. Bir de en kalıcı olan şeyler de sanatla olanlar. Sanatın haricindekiler silinip gidiyor. Üstelik evrensel bir dil. Kudüs'le alakalı bir şey olduğunda hissettiklerini dışa vuracak bir şeyler yapmak istiyor mesela. Bu bakımdan dünyaya kayıtsız ve steril bir alanda kalsın istemiyoruz. Her şeyi bilmesine gerek yok ama dünyada neler olup bittiğinin, ne tür problemler yaşandığının da farkında olması gerekiyor. Bunu da anlayacağı şekliyle anlayacağı bir dilde sanatla bence ifade ediyor kendisini.

Televizyon ve şimdilerde dijital medya çocukların hayal dünyasını elinden alabiliyor. Nurbanu'nun bu mecralarla ilişkisi nasıl?

Kontrollü olarak hepsine izin verdik. Bir kısıtlama olmadı kesinlikle. Kendimiz de kontrollü davrandık. Ona izleme diyorsak biz de buna dikkat ettik. Ipod alınır onunla saatler geçirir çocuklar. Onda sadece çizim programları var. Instagram'da sadece çizerleri takip ediyor. Aile saatlerine, bir arada vakit geçirmeye özen gösterdik. Birlikte çizim yaptığımız zamanlar oldu. Bakıyor anne, baba tv izlemiyor kendisiyle birlikte çizim yapıyor. Bize öğretiyor, bakın böyle yapabilirsiniz bu teknik var diye. Bir sanat müzesine gittiğimizde bildiği bir şeyi anlatıyor. Bildiklerini paylaşırken mutlu oluyor.

Kitabın hikayesine gelelim...

Kitap niyetiyle çizmedi. Biz onun çizdiği her şeye bir isim koymaya başladık 'Bu kızın adı n'olsun?' diye ondan onay alarak. Sonra bunlar birikti. Hepsini çok sevdik bu kızların. Bir kitap çıkarmasını, bir kitap projesinde çalışmasını istemedik. Bazı çizimler istenmişti daha önce Nurbanu'dan. O da elinden geldiğince yapmaya çalıştı ama kitap düşüncesi bir çocuk için çok ciddi bir stres kaynağı olabilir. Zevk alarak yaptığı bir şey birden görev haline geliyor. Bu sorumluluğu almayı da çok fazla istemedi. Bu kitabı şöyle çizmen lazım, şu zamana kadar çizimlerini vermen lazım şeklinde bir yayın süreci yaşamasını biz de istemedik ve kararına saygı duyduk. Ama bir kitabının olmasını istiyorduk. Çünkü güzel işler çıkarıyor, sosyal medyada da baya seviliyor. Çizimlerini aldık elimize onların hepsinden bir kitap, bir hikâye çıkar mı diye baktık. Tanısan seversin diye Nurbanu'nun çizdiği kız çocuklarını birbirleriyle tanıştırmak ve onlara birer hikâye kurmak üzerine bir kitap kurguladık. 11 Ekim Dünya Kız Çocukları Günü'ne yetiştirmek istedik. Biraz imece usulü oldu. Annesi editörlüğünü yaptı. Saliha Eren tasarımına destek oldu. Ablası Fatma Zehra da tanıtım, sosyal medya işlerini üstlendi. O da bu kitabın farklı dillere çevrilip dünyada nasıl ulaşır o kısmıyla ilgileniyor. Aile içinde bir çalışma. Bizim baba-kız olarak ortak hatıramız.

Geleceğe dair hayali var mı Nurbanu'nun?

Japonya'ya gitmeyi çok istiyor. Oradaki çocuk kitapları çizerlerinin çok iyi olduğunu düşünüyor. Animasyon stüdyolarında bir şeyler yapmak istiyor. Animasyonları çok seviyor. Kısa filmler izleyip, hem temaları hem çizimleri eleştiriyoruz, alt metinlerle ilgili okumalar yapıyoruz. Goscinny ile Sempe'nin Pıtırcık serisi çok hoşuna gider, ona okurum. Goscinny ile Sempe'nin biri yazar biri çizer. Nurbanu biz de Goscinny ve Sempe gibi olalım birlikte yazalım çizelim demişti küçükken. Yaşı ilerlediğinde ne yapmak ister bunlar kalır mı yoksa tatlı bir hatıra olarak geride mi bırakır bilemiyorum ama şu andan memnunuz.

KIZ ÇOCUĞUNA DUYULAN SEVGİ LAFTA KALMAMALI

Dünya Kız Çocukları Günü'ne bakışınız nasıl?

O gün baba-kız resimlerini bolca gördük sosyal medyada. Mutluluğumuzu paylaşmak çok güzel ama onları bir şeyler yapabilmeleri için yüreklendirmemiz lâzım. Toplumumuzda ve dünyada kız çocukları hayata geriden başlıyor. Birçok bariyer var önlerinde ve bunları tek başına aşmaları zor olabiliyor. Fatma Aliye'den bu yana bu böyle. Toplum olarak yaşadığımız problemlerin pek çok sebebi var. Ama sorunlarımızın büyük ölçüde toplumun yarısını oluşturan kadınların bu yürüyüşte hak ettiği yerde olmayışından kaynaklandığını düşünüyorum. Gerçek bir haksızlık var ortada. Bu önceden inanç temelli, sosyal temelli olarak açıklanıyordu. 28 Şubat sürecinde çok kolay açıklanıyordu; bir iyi bir de kötü vardı. O kötüler ortadan kalkınca kötülük ortadan kalkmadı ki. Hak ettiği yerlere getirilmemek yine var. İstismar yine var. Bunların hepsine karşı mücadele verilmesi gerekiyor. Babalar kız çocuklarını seviyorsa bu kuru kuruya lafla olmamalı. Hayat boyunca destek olmalı ve yalnız bırakmamalılar.

  • halil ibrahim izgi
  • tanısan seversin kitabı
  • gülcan tezcan
Tüm Cumartesi haberleri için tıklayın