Ahmet Ağabey'e gönderilmemiş mektup

Lise yıllarında Ahmet Kekeç'in Cuma dergisindeki yazılarını okuyan ve ona olan muhabbetinden dolayı 'Kekeçkolik' lakabı takılan Mustafa Çiftci, o yıllarda 'Siz de benim Ahmet Abim olun' diyerek mektup yazar rol modeline. O zamanlar gönderilemeyen mektup yıllar sonra ulaşır sahibine...

Ahmet Ağabey'e gönderilmemiş mektup

MUSTAFA ÇİFTCİ / cumartesi@aksam.com.tr

Ben o zamanlar lise talebesiydim. Cuma dergisine abone olan vakfa giderdim. Düzenli olarak gelen dergide ben sadece Ahmet Kekeç okurdum. Bir ara merhuma olan muhabbetimden ötürü "Kekeçkolik" bile dediler bana. Seviyordum çünkü dar alanda kısa paslaşma yapabiliyordu. Kendisine ayrılan o tek sayfada epeyce bir şeyden bahsediyor. Ve ışık hızıyla çakabiliyordu. O yaşta ben, kaleminin kıvraklığı, edebiyata ve tarihe dair engin muktesabatından bahsedecek durumda değildim. Bildiğim tek şey Ahmet Abi'yi okurken şeker yer gibi lezzet aldığım idi.

O zamanlar aklımda tek bir şey vardı. Yazar olmak. Ama bunu kimselere diyemiyordum. İnsan o yaşta hayallerini bile açık etmekten çekiniyor. Ama dayım ne olmak istediğimi sorunca cesaretimi toplamış ve "Köşe yazarı olmak istiyorum" diyebilmiştim. Ve korktuğum başıma geldi. Dayım bu hayalime hiç sahip çıkmadı. "Köşe yazarlığı meslek midir Allah aşkına. Önce sağlam bir işin olur sonra verirler sana bir köşe orada tıngırdarsın." dedi. "Tıngırdamak" yani etliye sütlüye karışmadan takılmak. Baş ağrıtacak işlere bulaşmamak. Dayıma hiç cevap veremedim. "Ben yazar olacağım Ahmet Abi gibi bam bam vuracağım. Vurduğum yerden ses gelecek dayı." diyemedim. Nereden bilirdim Ahmet Abi'yi yazdıkları yüzünden mahkemelerde üzerlermiş.

Yaşadığım şehir yeşil sermaye içinde değerlendirilen holdinglerden birinin merkeziydi. Arada bir bu uzak taşraya İstanbul'dan okumuş, yazmış abiler gelirdi. Ben hemen yanlarında biterdim. Bir seferinde yine İstanbul'dan bir yazar abi geldi. Ben onu sükunetle dinledim. Ama içim kıpır kıpır idi. Çünkü bu abi Ahmet Abi'nin yazdığı dergide çalışmıştı. Ben lafı dengine getirip Ahmet Abi'yi sordum. Nasıl biridir dedim? "Çok okur..." dedi. "Yakın tarihe merakı var, aynı zamanda grafik işleriyle de uğraşır." dedi. Fazla bir şey söylemedi. Ben o kadarcık söylenenle kendime bir çizgi çektim. "Ben de çok okumalıyım." dedim. "Yakın tarih bilmeliyim mesela..." dedim. Ama bu kadarcık bilgiye sahip olmak bile beni heyecanlandırmıştı. Arkadaşlarımdan okuma yazmayla ilgisi olan pek yoktu ama ben lafı denk getirip Ahmet Abi' ile ilgili bu kadarcık mahrem bilgiyi paylaşarak bir nevi hava atıyordum. Şimdiki gibi ulaşım, iletişim imkânı olmayan bir devirde bu bilgi kırıntıları benim için ne kadar kıymetliydi anlatamam.

İşte o günlerde Ahmet Abi bir yazı yazdı. Yazıda Nuri Abisinden bahsediyordu. "Piyasa bu kadar müptezel ile doluyken sen nerdesin abi neden yazmıyorsun" diyen bir açık mektuptu yazı. Ben çok merak ettim. Nuri Abi kimdir araştırmak istedim. Ama çevremde soracağım kimse yoktu. Nuri Abi kimdir bulamadım. Ama beni çok etkileyen bu yazıdan mülhem ben de Ahmet Abi'ye bir mektup yazdım. Lise talebesi olduğumu, kendisini pek sevdiğimi söyledim. Ve "Sizin Nuri Abiniz varmış siz de benim Ahmet Abim olun" dedim.

Mektubu hiç gönderemedim. Çekindim. Sonradan Nuri Abi'nin Nuri Pakdil olduğunu öğrenecektim. Yine Ahmet Abi okumaya devam ettim. Zaman geçti geçen zaman içinde ben "Kekeçkolik" oluşuma yakışan bir çizgide okudum. Onun söylediklerini arkadaşlarıma da söylüyordum. Mesela bir yazısında Milli Görüşçü gençlere sitem ediyor. "Nasıl olsa belediyelerde iş verecekler aman ha aman siz kitap okumayın." diyerek hicvediyordu onların tembelliklerini. Ben de İmam Hatipli bir genç olarak onun söylediklerinden kendime hiza alıyordum ve "...okumak lazım abi." diyordum.

Aradan zaman geçti. Benim yazdıklarım kitap oldu. Benim içimde hâlâ Ahmet Abi sevgisi vardı. Bir şair arkadaş vesilesiyle kendisine ulaştım. Meğer benim kitabımı okumuş. "...Ben tanıyorum Mustafa'yı" demiş. Delirdim sevinçten. Sonra artık cesaretimi toplayıp tanışmak istedim. İstanbul'da buluştuk. Kendisine olan muhabbetimi, lisedeki hallerimi, Cuma dergisini ve Nuri Pakdil'e olan çağrısını anlattım. Ve yazıp da gönderemediğim o mektubu kendisine okudum. Etkilendi. "Sen yolunu bulmuşsun Mustafa." dedi. O gün ne kadar mesut olduğumu anlatmam zor. O günden sonra telefonla görüşmeye devam ettik. En son vefatından üç hafta önce aramıştım. Sesi zayıf geliyordu. Yüreğim parçalandı. O son görüşmemizmiş bilemedim.

Şimdi ben hâlâ o gönderilmemiş mektubu saklıyorum. Ahmet Abi'yi rahmetle anıyorum. Dileğim ve duam baki alemde afiyette olmasıdır. Ve Ahmet Abimle orada da selametle buluşmaktır.

Tüm Cumartesi haberleri için tıklayın