Vahşi dalgalarla sörf, yelkenli ile bir mavi yolculuk ya da kumsalda bir gezinti... İnsanlar denizi seviyor ve ondan çeşitli biçimlerde yararlanıyor ama bu nimetlere minnetkar bir biçimde karşılık verildiğini söylemek çok güç.
1. Aşırı avlanma
Balık ve diğer deniz ürünleri sağlıklı gıdalar arasında sayılıyor ve dünya çapında çok sayıda insan proteini bol bu gıda maddeleri ile besleniyor. Eskiden denizden sadece doğanın verebildiği oranda ürün çıkartılırdı. Ama artık bu denge ortadan kalkmış durumda.
BM’e bağlı Gıda ve Tarım Örgütü'nün (FAO) verilerine göre, 2015 yılında denizlerden 81 milyon tonun üzerinde balık ve diğer deniz ürünleri çıkartıldı. Bu oran 2014 yılına kıyasla yüzde 1,7’lik bir artış anlamına geliyor. Bu rakamlar, dünyadaki balık ve diğer deniz ürünleri stokunun üçte birinin şu an tükenmiş ve yarısının ise sınıra dayanmış olduğunu gözler önüne seriyor.
2015’te dünyanın en çok balık avlayan ulusları arasında Çin, Endonezya ve ABD bulunuyor. Çoğu sanayi ülkesi 23 ülke, küresel çapta avlanan balık ve diğer deniz ürünlerinin yüzde 80’inden sorumlu.
Balık avlanma kotalarına titiz bir biçimde uyulması ve genel olarak çok daha iyi bir balıkçılık yönetiminin bu soruna çözüm olabilir. Balık stokları, bir süre avlanma yasağı uygulandığında kendini yenileyebiliyor. Ancak bu genelde mümkün olmuyor. Ayrıca aşırı derecede balık ve deniz ürünlerini tüketmemek ve nesli tükenme tehlikesi ile karşı karşıya olan türleri satın almamak da dikkat edilmesi gereken diğer unsurlar.
2. Denizlerde "ekşime"
Dünya çapında sanayileşme ile birlikte karbondioksit salınımı büyük oranda arttı. Buna rağmen atmosferdeki karbondioksit yoğunluğu sadece yüzde 40 oranında yükseldi. Çünkü denizler karbondioksiti emiyor, gaz denizde çözülüyor. Böylece denizler iklim değişimini yavaşlatıyor, ancak bunun bir bedeli var. Karbondioksit suda eridiğinde, suya karbonik asit geçiyor, su ekşileşiyor ve PH değeri düşüyor. 1870 yılında deniz suyunun PH değeri 8,2 iken şimdi 8,1 olarak saptanıyor. 2100 yılında ise denizlerdeki PH değerinin yüzde 7,7’ye düşmesi bekleniyor.
2005 yılında ABD’nin Kaliforniya kıyılarındaki istiridye çiftliklerinde bu durumun ilk belirtileri ortaya çıkmıştı. Deniz suyu istiridye larvaları için çok ekşi hale gelmişti. Larvalar ölünce, bu alandaki sanayi kolu da yok oldu. Okyanusların ekşimesinin önlenmesi için karbondioksit salınımlarının azaltılması gerekiyor; hem de bir an önce.
3. Sıcak ve ağarmış bir gelecek
Denizler sadece karbondioksit değil ısı da depoluyor. İnsan eliyle ortaya çıkan karbondioksit salınımları ısınmaya sebep oluyor ve denizler bu ısının yüzde 93’ünü depoluyor. Bu da zorunlu olarak deniz sularının ısınması anlamına geliyor.
1900 ile 2008 yılları arasında deniz yüzeyi sıcaklığı küresel çapta 0,62 °C yükseldi. Hatta Çin denizi gibi bazı bölgelerde bu oran 2,1 °C'ye kadar çıktı. Bu da su altında yaşayan mercanlar gibi birçok organizamanın hayatını tehlikeye atıyor.
Mercanların içinde fotosentez yapan, çok renkli yosunlar bulunuyor. Ancak deniz suyu fazla ısınınca mercanlar bu yosunları üzerlerinden atıyor ve aç kalıyorlar. Bu sürece mercan ağarması (beyazlaması) adı veriliyor. Avustralya kıyılarındaki Büyük Mercan Resifi'nde (Great Barrier Reef) bulunan mercanların üçte biri şimdiden ağarmış durumda. Sadece karbondioksit salınımlarının azaltılmasıyla deniz suyu sıcaklığının artmasının önüne geçilebilinir.
4. Çöp yığınları
Dünya denizleri uzunca bir süre denize açılanların, dev yolcu gemilerinin ve kıyı kentlerinin çöplüğü konumundaydı. Şimdilerde bilinç artışı olsa da okyanuslarda hâlâ büyük miktarlarda çöp toplanıyor. Okyanuslarda akıntıların bir araya getirdiği beş büyük çöp yığını bulunmakta. Milyonlarca plastik parçayı bir araya toplayan bu yığınların 700 bin ile 15 milyon kilometrekareyi kapladığı tahmin ediliyor.
Ancak denizlere düşen çöpün yüzde 99'u bu yığınlara ulaşmıyor. Onlar ise kıyıya vuruyor ve deniz kuşları ve kaplumbağaları gibi canlıların hayatını tehlikeye sokuyor.
Ayrıca kitlesel hayvan üretimi yapan çiftliklerden denizlere nitrat ve fosfat karışıyor. Bunlar denizde yosunların oluşmasına yol açıyor. Yosunlar daha sonra ölüyor ve bakteriler tarafından eritiliyor. Bu süreçte deniz suyunda oksijen oranı o derece azalıyor ki, bu “ölüm bölgelerinde” hiçbir şey yetişmiyor.
Denizlere sanayi atık suları ve bunlarla birlikte tehlikeli kimyasal maddeler, kurşun, civa gibi metaller, giderilmesi zor organik zararlı maddeler de karışıyor. Bunlar balinaların, köpek balıklarının ve diğer deniz hayvanlarının yağ tabakalarına ve sonuçta gıda maddeleri zincirine yerleşmiş oluyor.
5. Deniz altındaki hazine
Deniz altındaki doğal madenlere asıl hücum ise henüz başlamamış durumda. Demir ve mangan hidroksit içeren ve deniz tabanında bulunan mangan madenleri henüz çıkarılmayı bekliyor. Bunlar özellikle paslanmaz çelik üretimine yönelik metal alışımlarda kullanılıyor. Tahminlere göre denizlerde karada bulunandan çok daha fazla miktarda, 7 milyar ton hacminde mangan bulunuyor. Ancak denizlerin dibindeki bu hazine manganez yumruları aynı zamanda su altındaki biyolojik çeşitliliğin buluşma noktası. En son geçen yıl bilim insanları bu tarz bir oluşum içerisinde adını Casper koydukları yeni bir ahtapot türü keşfetmişlerdi. O nedenle denizlerde maden arama faaliyeti hassas ekolojik dengeleri tehlikeye düşürebilir. Bu tür faaliyetlerin şimdiden genel olarak yasaklanması ya da en azından sıkı kurallara bağlanması büyük felaketleri önleyebilir.