Matbaa yokken Kur’an nasıl basılırdı?

Matbaadan önce el yazmasıyla kitaplar oluşturulurdu. Peki en yaygın yazma kitaplarda öncülüğü Kur’an-ı Kerim’in aldığını biliyor musunuz?

Hat sanatı başta olmak üzere klasik Türk sanatlarına büyük katkılarıyla tanınan Prof. Dr. Uğur Derman, Fikriyat.com’daki yazısında “Mushaf” olarak adlandırılan el yazması Kur’an-ı Kerim’in nasıl hazırlandığını anlattı. Prof. Dr. Derman yazısında “Mushaf”ın hazırlanma sürecini şöyle kaleme aldı:

 
“Kur'ân yazmakta XVI. asra kadar evvelâ kûfî, daha sonra muhakkak, reyhânî, nesih gibi yazı çeşitleri, yalnız başına yahut da muhakkak-nesih, muhakkak-reyhânî gibi iki veya muhakkak-sülüs-nesih gibi üç hat cinsi karışık nizamda kullanılmış ise de, mushaflar için Osmanlı zevkıne en uygun düşeni nesih hattı olmuştur. Esâsen, Şeyh Hamdullah'dan bu yana, diğer yazı cinsleri gibi nesih de, Osmanlı hattatlarının elinde daha okunaklı hâle gelerek, dört asır boyunca gittikçe tekâmül gösterir.” 
 
Matbaanın Osmanlı'ya girmediği devirlerde, ömrünü Kur’an mushafı çoğaltarak değerlendiren bir hattat zümresinin olduğunu belirten Prof. Dr. Uğur Derman, Fikriyat.com’daki yazısında “Onların yazı yazmaktaki sür'atleri gözönüne alınırsa, birer canlı matbaa hükmünde oldukları daha iyi anlaşılır. Tarihimizde -mushaf basımına başlanmadan önce- dâimâ yazma mushaflardan istifâde edilir, herkes malî gücüne göre tanınmış veya sıradan bir hattatın yazdığı mushafı elinde bulundurmak isterdi. Buna imkânı olmayanlar, hayırseverler tarafından vakfedilmiş cami mushaflarını mescid veya dergâha gittiklerinde okurlardı. Büyük hattatların yazdıkları mushafların sayısı, tabiatıyla azdır. Kur'ân-ı Kerim yazan hattatlar bu hususta maddî bir gayret içine girmez, pazarlıkla uğraşmazlardı. Bu sebeple mushafın fiyatı diye bir konu gündeme gelmez, "hediyesi kaça?" suâliyle bunun anlaşılması sağlanırdı. Dâimâ Kur'ân kitâbetiyle uğraşmayan yazı üstâdları, tamamı 30 cüz (her cüz 20 sahifelik bir Kur'ân formasıdır) olan mushafın onuncu cüz'ünden îtibâren yazmağa başlayıp nihayete kadarını bitirirlerdi. Sonra, Fâtiha'dan, yâni en baştan alarak onuncu cüz'e kadar olan kısım tamamlanırdı. Baş tarafın mükemmel bir nesih hattıyla olabilmesi için bu yola gidilirdi. Zira, henüz kıvama gelmeden yazılan yerler, onuncu cüz'den sona doğru azalarak kaybolurdu. Her sahifenin yazı kısmı tamamlanınca, daha ince kalemle okumaya yardımcı olan harekeler, sonra yine başka bir kalem ve kırmızı (surh) mürekkeple secâvend denilen duraklama işâretleri konurdu. Bu arada, bir hatâ olup olmadığına bakılır, şâyet varsa o yaprak çıkartılırdı ki, bunlara muhrec sahife denilir. Yazısında hatâ bulunan bu sahîfeler müzehhibler tarafından tezhîb edilerek müşterilerine talep ettikleri ücreti söylemek için gösterilir.” Dedi.
Prof. Dr. Derman Fikriyat’taki yazısında örneklerle bir mushafın nasıl yazıldığını şöyle anlattı:
Îtina ile hazırlandıkları için san'at kıymeti taşıyan mushafların yazılması çok zaman alırdı. Bu müddet, hattatın sür'atine ve ruh hâletine göre, elbette azalır veya çoğalır. Kur'ânın yazılışı bittikden sonra sıra tezhip ve teclîdine gelir; bunlar da ilerde anlatılacaktır.
Yazma kitapların Türkçe olanlarında nesih hattının harekesiz şekli ile, zaten harekesiz yazılan ta'lîkın incesi tercih edilmiştir. Bilhassa, bir şâirin bütün manzûmelerini içine alan dîvanlarda, hurde ta'lîk hattı şiirin değerini âdetâ bir kat daha artırır denilse, mübalağa sayılmaz.

Mehmed Şerîf'in hurde ta'lîk hattıyla yazdığı Muhibbî Dîvânı'ndan bir sahîfe.

Hurde ta'lîk hattı ayrıca şer'î ve kazaî işlemlerde de kadı ve müftîlerce kullanılmış, tefsirler yazılmıştır. Geçmişteki içtimâî hayatımızda mühim yeri olan vakfiyeler ise nesih, hurde tâ'lîk ve rıka' hatlarından biriyle yazılırdı. Osmanlı tarihinde bu üç hat nev'i dışındaki -san'at kıymeti olmayan- basit yazılarla kaleme alınmış yazma kitaplar da az değildir.
2. KIT'ALAR
Hat san'atındaki kıt'a deyimi "parça, kısım" mânâsı ile bir hat ıstılâhı hâline gelmiştir. Kıt'anın yazılmasında kullanılan hat nev'i, bu kelimenin başına getirilmekle kıt'a cinsini de belirtmiş olur: Sülüs-nesih kıt'a, sülüs kıt'a, muhakkak-reyhânî kıt'a, ta'lîk kıt'a gibi...
Her kıt'anın müşterek tarafı, evvela kâğıdın bir yüzüne yazılmasında, sonra da dikdörtgen şekilli olmasındadır. Kare biçiminde kıt'a ancak zaruret hâlinde uygulanmıştır. Kıt'aların dikdörtgen sâhası yerine göre dik, yerine göre yatık olabilir.
Kıt'alarda bir başka müşterek vasıf, hattın yazıldığı kâğıdın öylece varak hâlinde kalmayıp, bir mukavvaya yapıştırılması ve bezenmek üzere dört tarafından müsavi bir boşluğun bırakılmasıdır.
Osmanlılar'da en yaygın kıt'a şekli, sülüs-nesih kıt'adır. Üstte sülüs bir satır, altta da nesih ile üç-beş veya daha fazla satır yazılır.

Yedikuleli Abdullah Efendi'nin (ö.1731) klasik üslupta yazılmış sülüs-nesih kıt'ası.

Kısa satırların iki tarafındaki dikdörtgenler 90°'lik koltuklardır ki bezemek için bırakılır. Bu Türkçe ıstılah, herhâlde yazılı kısımların bir gövdeye benzetilmesinden doğmuş olsa gerektir. Nesih satırların, sağ yukardan başlayıp sol aşağıya doğru meyilli yazıldığı da vâkîdir. Eğer yazı sâhası dik olarak oturtulduysa, yeknesaklıktan kurtarmak için, ilk ve son satırların sülüs, arasının 8-10 satır nesih olması tercih edilir.

Sâmi Efendi'nin (ö.1912) alt ve üstü sülüs, arası nesih hattıyla tertiplenmiş kıt'ası.

Bâzan araya bir satır daha sülüs -eski devirlerde muhakkak hattı- konabilir. Daha ziyade XIX. yüzyılda yazılan büyük eb'âdlı bir kıt'a biçimi de sülüs-nesih iki kıt'a alt alta getirilmiş gibi olanlardır. Bunları biteviyelikten uzaklaştırmak maksadıyla, alttaki nesih yazı sahasını sağ yukardan sol aşağıya meyilli olarak yazmayı tercih eden hattatlar da vardır.
Hat öğrenenler için meşk olarak yazılan sülüs-nesih kıt'aları da -Osmanlı'ya has bir forma olarak- 1 satır sülüs+2satır nesih+1 satır sülüs sırasıyla tertiplenir.

Şevkı Efendi'nin (ö.1887) bir sülüs-nesih meşk kıt'ası.

Kısa tutulan nesih satırların iki tarafı koltukları teşkil eder. Yalnız nesih veya yalnız sülüs hattı ile kıt'alar da mevcuttur. Kıt'aların eb'âdında farklılıklar görülmekle beraber, ekseriya 10-15 cm yüksekliğindedir; boyları da, enlerinin 1,5-2 katı kadar olur.
Ta'lîk kıt'alarda ise, satırları sol yukarıya doğru meyilli gidenlere mâil kıt'a ismi verilir.

Kâtipzâde'nin (ö.1768) mâil ta'lîk kıt'ası.

Bu meylin derecesi ufkî çizgiye göre az olursa kıt'anın eni genişler; çünkü satırlar uzar. Şayet derece artarsa, satırlar ufkî çizgiye göre kısalacağı için kıt'anın eni de daralır. Ekseriya 40°'lik bir meyil tercih edilmiştir. Sadece ta'lîk kıt'aların etrafındaki boşluğun üst kısımda takrîben iki misli fazla olarak bırakılması, bir Herat-Safevî âdetidir. Osmanlılar'da da bâzan buna uyulmuştur.
Ta'lîk kıt'a düz satırlar hâlinde yazılmışsa buna da düz ta'lîk kıt'a verilir.

Hulûsî Efendi'nin (ö.1940) düz meşk kıt'ası.

Düz kıt'alar, çoklukla hocanın öğretmek üzere talebesine yazdığı meşk kıt'ası olur. Mâil kıt'alardaki muska koltukyahut köşelik denilen kısımlar bezenmek içindir. Umumiyetle beyit (iki satır) arasına altın cedvel çekilerek kıt'anın iki beyti birbirinden ayrılır. Tezhip edilmemiş, hattâ cedvel çekilmeden bırakılmış kıt'alar da vardır. Mıstarına oturmuş ta'lîk kıt'ada üç köşeli koltukların bu zâviyesi, mutlaka 90° olmalıdır, lâkin tezhîbin bozulma devirlerinde buna riâyet edilmemiştir. Meşk kıt'alarında satırın altına "sa'y" işâretinin konulduğu da görülür (Resim 8).
Hat cinsi tefrîk olunmaksızın, bir hattatın el mehâretini kaybetmemek için yaptığı boş vakit çalışmalarından oluşan ve karalama adıyla tanınan

Hâfız Osman'ın (ö.1698) sülüs karalaması.

kıt'a tarzına da bilhassa Batılılar mücerred (abstre) resim gözüyle bakmaktadırlar.

Veliyyüddîn Efendi'nin (ö.1768) ta'lîk karalaması.

Kıt'alar dört bir yanından bezenir. Tezhip, ebrû kâğıdı, hattâ parlak düz kâğıd bu maksatla kullanılabilir. Yazının çevrelendıği ince şerit hâlindeki ilk kademeye iç pervaz, daha geniş olan sonraki kısma dış pervaz adı verilir (Pervaz yerine kenar suyu da denir). İç pervaz, yerine göre bir veya iki ara pervazıyla katmerlendirilebilir.
Kıt'aların çoğu, bulundukları murakkaanın parçalanarak ayrılması neticesi ortaya çıkmış ve bunların küçük eb'âdlı levha gibi çerçevelenerek duvara asılmaları âdet olmuştur.