M5 Dergi / Dr. Yusuf Özer
Bugüne kadar gerçekleşen savaşlar incelendiğinde, sayıca (teçhizat ve personel) üstün olan tarafın kendisinden sayıca daha az olana karşı her zaman başarılı olamadığı görülmektedir. Bu durumun birçok nedeni vardır. Örneğin, modern teknolojiye sahip olmak, bu nedenlerden biridir. Bu makalede, silahlı kuvvetlerin hareket kabiliyetini doğrudan etkileyen teknolojik üstünlüğün önemli bir aracı olan “nanoteknoloji” konusu incelenmiştir.
Askeri tarih, hafif silahlara sahip orduların kendilerine göre daha ağır silahlara sahip ordulara karşı üstünlük sağladığı örneklerle doludur. Silah sistemlerindeki hafiflik bir orduya, hareket kabiliyetinde daha fazla esneklik ve çeviklik kazandırmaktadır. Bununla birlikte silah sistemlerinin ömür devrinin uzunluğu, lojistik açıdan da bir avantaj sağlamaktadır. Bu noktada aklımıza şu soru gelir: silah ve teçhizatın aynı anda hem hafif hem çevik hem de uzun ömürlü olması mümkün olabilir mi? Mümkün ise bu nasıl sağlanabilir? Günümüzde askeri teknolojilerin geldiği seviye göz önüne alındığında, “nanoteknoloji” kavramını duyanlar için bu sorunun cevabının oldukça kolay olduğunu söyleyebiliriz. Peki, nedir bu nanoteknoloji?
NANOTEKNOLOJİ NEDİR?
Bugüne kadar askeri teknolojideki gelişmeleri beş evre halinde inceleyebiliriz. İlk evre, Çin’den gelip Avrupalılar tarafından oldukça etkin kullanılan barutun yer aldığı çağdır. İkinci evre, Sanayi Devrimi’nin yaşandığı evredir. Bu evrede buhar makinesi ve mitralyöz ile savaş tekniklerinin hızlı makineleşmesi sağlanmıştır. Üçüncü evrede muharip havacılık ve hava bombardımanı oldukça etkindir. Dördüncü evre hassas güdümlü füzelerin ve akıllı mühimmatların görüldüğü evredir. Beşinci ve içerisinde bulunduğumuz evre ise insansız sistemler, siber teknolojiler, lazer silahları, yapay zekâ ve nanoteknolojinin yer aldığı evredir.
Nanoteknoloji, içerisinde malzeme bilimi, matematik, fizik, kimya, biyoloji, eczacılık, tıp, bilgisayar ve elektronik bilimleri gibi farklı disiplinlerin yer aldığı, gelecekte toplumlar ve ülkeler üzerinde devrim niteliğinde etkiler yaratabileceği öngörülen, “büyüğü hayal etmeyi sona erdiren” bir teknoloji alanıdır. Eski ABD Savunma Bakanı Yardımcısı Clifford Lau’nun ifade ettiği gibi nanoteknoloji, baruttan sonraki en önemli icattır ve dünyadaki güç dengesini değiştirebilecek bir potansiyele sahiptir.
Nanoteknolojinin askeri alandaki etkilerine geçmeden önce “nano” kavramının tanımını yapmakta fayda vardır. “Nano” Yunanca bir kelimedir ve “cüce” veya “küçük” anlamına gelir.4 Nano kelimesi teknik bir ölçü birimi olarak kullanılır ve herhangi bir ölçünün milyarda biri anlamını taşır. Bu kapsamda nanometre, bir metrenin milyarda biri ölçüsünde bir uzunluğu ifade etmekte ve yaklaşık yedi atomun art arda dizilimi olarak temsil edilebilmektedir. Nano ölçekte incelenen malzemelerin; manyetik, optik, elektriksel, kimyasal, termal ve mekanik özellikleri önemli ölçüde değişmektedir. Nanoteknoloji, boyutları 0,1 nm ile 100 nm arasında olan yapıların ticari bir amaca hizmet edebilecek şekilde işlenmesi, ölçümü, modellenmesi ve düzenlenmesi ile bu ölçekteki araştırmaları ve teknolojik gelişmeleri içermektedir.
Nanoteknolojinin tarihçesine baktığımızda, maddelerin minyatürleştirilmesi kavramının ilk kez ünlü fizikçi Richard P. Feynman (1918-1988) tarafından ortaya atıldığını görmekteyiz. Feynman, kuantum elektrodinamiği sahasında yapmış olduğu çalışmalarla, 1965 yılında Fizik Nobel ödülünü kazanmıştır. 29 Kasım 1959’da, Amerikan Fizikçiler Cemiyeti yıllık toplantısında, “There’s plenty of room at the bottom – An invitation to enter a new field of physics (Aşağıda çok yer var: Fiziğin yeni bir sahasına davet)” başlıklı bir konuşma yapan Feynman, bu konuşmasıyla nanoteknoloji çağının başladığını ilan etmiştir.