Şansal Büyüa: Arda Turan delikli kuruş istemedi

beİN Sports'ta yayınlanan Maraton programının yapımcısı ve yorumcusu olan Şansal Büyüka, Arda Turan ile Bilal Meşe arasında yaşanan gerilimin perde arkasını anlattı.

1

-Fatih Terim, Hırvatistan maçından bir akşam öncesi gazete müdürlerini çaya davet etti. O akşam Fatih Terim’in ağzından tek kelime “prim” lafı çıkmadı

 
-Prim işi, Fransa’da patlayan bir olay değildi. Takım daha Türkiye’deyken, hatta Selçuk’un golüyle kazandığımız İzlanda maçından sonra başladı.
 
Mehmet Aslan’ın Hürriyet’teki röportajını okudum. Sevgili Mehmet Aslan, Arda’nın anlattıklarına dayanarak “Her şey o ziyarette başladı” diyor. Bu doğru değil... Her şey daha İstanbul’da başladı, Antalya’da zirve yaptı. Başlayalım, nedir o ziyaret? 11 Haziran akşamı için, yani 12 Haziran’da oynayacağımız Hırvatistan maçından bir akşam öncesi Fatih Terim, gazete müdürlerini çaya davet etti. Kimler vardı o masada... Habertürk’ün müdürü Halil Özer, Milliyet’in müdürü Tayfun Bayındır, Vatan’ın müdürü İbrahim Seten... Hürriyet’in müdürü Mehmet Aslan, Fatih Hoca ile arası pek de iyi olmadığı için gelmedi. Fatih Hoca’nın yanında da şimdi hatırlayamayacağım iki-üç kişi daha vardı.
 
Masaya futbolcular geldi gitti, Fatih Hoca’nın yardımcıları gelip gitti. Zaten kamp yapılan otel, bir ulusal takımın kampından çok, “panayır” yerine benziyordu. Bir sürü menajer, futbolcuların anaları-babaları, bir sürü arkadaşları... Otel lobisi iğne atsanız yere düşecek gibi değildi. Hatta şaşırdık, “Fatih Hoca’nın kampında böyle bir görüntü nasıl oluyor?” diye birbirimize sorduk.
 
Neyse, gerçek konuya dönelim. Bunu iddia ederek, üstüne basa basa iddia ederek söylüyorum: O akşam Fatih Terim’in ağzından tek kelime “prim” lafı çıkmadı. Gene iddia ediyorum, “Prim”in “P” si bile çıkmadı. Fatih Hoca’nın yanında oturanlar ise zaten heykel gibiydiler, ağızlarını açıp tek kelime konuşmadılar. Üstelik prim işi daha İstanbul’da başlamış, Antalya kampında “ayyuka” çıkmıştı.
 
Ayrıca gazeteci, “prim” işinde Fatih Terim’in ağzından laf alıp haber yapsa, bu olsa olsa önemli bir habercilik başarısı olur. Prim işini haber yapmanın neyi eleştirilebilir ki? Ama gene iddia ederek söylüyorum Fatih Terim o akşam, prim konusunda tek kelime etmedi, Allah’ı var, gazete müdürleri de gündeme getirmedi.Masada hocaya ben sordum, “Hırvatistan’ın hazırlık maçını izledim, takım kaptanları Srna sağ kanattan adeta uçuyor, kim tutacak, nasıl durduracağız?” dedim. Hoca hiç düşünmeden, “Arda durduracak” dedi. Şaşırdık, bu eşleşmeyi açıkçası garipsedik. Hoca bunu anlamış olacak ki, “Niye şaşırdınız?” dedi, “O Srna ise  bizimki de koca Arda Turan... Niye tutmasın?” Ama, “tutsun, tutmasın” derken, Hoca’nın hesabı sahada tutmadı.
 
Ayrıca o bir saatlik çay sohbetinde şunu da anladık, Avrupa Şampiyonası’nda alacağımız sonuçlar ne olursa olsun, Fatih Hoca milli takımı 5-6 oyuncu ile yenileyecek, isim vermese de bazı oyuncularla yolları ayıracaktı. Bunun ipuçlarını verdi.
Aslında prim işi, Fransa’da patlayan, maçtan bir gün önce patlayan bir olay değildi. Takım daha Türkiye’deyken, hatta Konya’da oynadığımız son dakikada Selçuk’un golüyle kazandığımız İzlanda maçından sonra tartışma başlamıştı.

Arda delikli kuruş istemedi

Gruptan çıkma primi toplamda 150 bin euroyu, Başkan Yıldırım Demirören soyunma odasında 500 bin euroya çıkardı. Sonrasında futbolcular “150+500” dediler, federasyon “500 bin” dedi. Bu tartışma sürerken, daha büyük kriz, bazı futbolcuların az, bazılarının daha fazla prim almasından çıktı. Primleri belirleyen Fatih Hoca’ydı. Primi az alanlar ciddi tepki koydu. Primlerin ödenmesi uzayınca Arda Turan takım kaptanı olarak, TFF yöneticisi Cengiz Zülfikaroğlu’nu aradı ve futbolcuların primleri sordu, ödenmesi gerektiğini ısrarla hatırlattı. Allah’ı var, Arda Turan, futbolcuların primlerinin ödenmesini isterken, kendisini bu konuda bir gün olsun gündeme getirmedi ve delikli kuruş istemedi. Bunu o günlerde de yazdık, bugün de yazıyoruz, çünkü işin gerçeği bu...

Haberi ajans geçti

Federasyonda bu kadar para varken, primler niye ödenmedi ya da niye çok geç ödendi? İspanya maçı oynanırken ve bizim takım tel tel dökülürken devre arasında ve o kadar gürültünün içinde TFF’nin Mali İşlerden Sorumlu Başkan vekili Hüsnü Güreli’yi maçın oynandığı stattan telefonla aradım. “Primler niye ödenmedi?” diye sordum. Güreli, “Federasyon’un parası var ama bu prim sonradan konduğu için bütçede yeri yoktu. 9 Haziran’da mali genel kurulu yaptık, bu ekstra primler için bütçeye para koyduk ve 10 Haziran 2016 itibariyle, yani mali genel kuruldan sadece bir gün sonra bütün futbolcuların primleri hesaplarına yattı” dedi. 
 
Ama buna rağmen “az aldın, çok aldın” huzursuzluğu bitmedi. Bütün bu gelişmeleri de Türkiye’ye ilk duyuran, 13 Haziran 2016 tarihinde DHA oldu. Usta gazeteci Faik Gürses, prim krizindeki tüm ayrıntıları Doğan Haber Ajansı aracılığıyla gazetelere servis etti, bir anlamda Türkiye’ye duyurdu. Yani haberi Fatih Terim’in davetlisi olarak masada oturan müdürler değil, yılların usta gazetecisi Faik Gürses patlattı.

Krizin büyüğü TRT ile geldi

Gelelim işin özüne ve büyük kavganın gerçek sebebine... Elbette prim krizi var ama çabuk unutuyoruz. Aslında prim krizinden çok daha büyük kriz, 19 Mayıs 2016’a Fatih Terim’in TRT‘de katıldığı özel bir programda Arda Turan için kullandığı ifadelerle  patladı. Terim o programda, “Arda Turan, Barcelona’daki egolarını bırakarak milli takıma gelecek” dedi. Bu açıklamanın yeri miydi, zamanı mıydı? Nitekim hocanın bu ifadeleri Arda’nın aşırı tepkisine neden oldu. Bunu asla kabullenmedi ve o günden sonra savaş baltaları çıktı.
 
Hoca’nın bu ifadelerin ardından yapılan Antalya kampında huzursuzluk hemen başladı. Arda’nın hocaya öfkesi, primi az aldığına inanan bazı oyuncuların tavırları, takımın havasını iyice bozdu. Şimdiye kadar konuşulan yazılan bir sürü olay, bir sürü tatsızlık oldu. Hatta Fatih Hoca, Fransa’ya gitmeden önce yardımcılarına, “Üç oyuncuyu kadrodan çıkarsam ne olur?” diye sordu ama bunu yapmadı, belki de zamanlamayı doğru bulmadı.

Oynamadıklarını düşündüler

Benzer tatsızlıklar Fransa’da da yaşandı. Takımın ne huzuru kaldı, ne disiplini... Nitekim bu gelişmeler sahaya da yansıdı ve tribünlere büyük umutlarla gelen on binlerce vatandaşımızdan çok ciddi tepki geldi.
 
Ben milli takımın 8-0, 5-0 kaybettiği maçları da yerinde izledim. O takımın, o takımın kaptanının ıslıklandığını, protesto edildiğini asla görmedim. Ama özellikle Avrupa Şampiyonası’ndaki İspanya maçında o kadar hevessiz, o kadar isteksiz, o kadar  sonucu kabullenmiş oynadık ki, on binlerce seyirci tek hamle yapmadan, tek kurşun atmadan teslim oluşumuza isyan etti ve koca bir ikinci yarıda takım kaptanı başta olmak üzere, bütün oyuncuları protesto etti.
 
Doğru muydu? Elbette değildi... Oysa o maçta canımızı dişimize takıp oynasak, ay-yıldızın hakkını verebilsek prim kimsenin umrunda bile olmazdı. Ama seyir ci o maçta  takımın “oynayamadığını” değil , “oynamadığını” düşündü. Maalesef sahadaki görüntü buydu.
 
Ortada milli takım kalmadı, biz hâlâ “baskın basanındır” mantığıyla kendimizi haklı çıkartmaya çalışıyoruz. Üstelik yanlış bilgilerle, acemice senaryolarla... Madem herkes her fırsatta “adamlıktan- insanlıktan” söz ediyor, o zaman doğruları konuşalım.