Ayak takımı

Nedim Murat Gür

İnsanoğlunun gelişimi el becerisiyle orantılı olduğundan, insanlığın tarifi de haliyle el ordamıyla yapılır. İnsan eli; isteme, istediğini alma ve sahip olma organı olarak, zaman içinde rüştünü çoktan ispat etmiştir. Efsanelerde, hikayelerde dağları delen, ejderhaları yenen insan elidir. Dünya sahnesi yetenekli insanların eliyle zenginleşir. Milyonlarca yıllık tarihimiz el çabukluğu marifetiyle bir çırpıda ezberletilir. Bu ezber bize der ki; İnsan ancak elinden geldiği kadardır. İşte o kadar.

Yok öyle yağma! Onların el çabukluğu varsa, bizde de ayak oyunu var. Ayaklar sürgünü temsil eder. Uzakları, zorlukları, vedaları anlatır. Kaçmaya kovalamaya yarar. Olur ya,  yere sıkı sıkı basıp doğrulursan, rahatsız eder, cezaya uğrar. Adamı kendi köyünden bile kovarlar.
Zamanında futbol’u kovmuştu, kovma uzmanı bu insanlar. Futbol konusunu bir derste işleyip kararlarını verdiler. Konu kapandı ve futbol’u sürgüne gönderdiler. Futbol’u küçümsediler. Oynayanları, ve seyredenleri de zarif bir el hareketiyle uzaklaştırdılar yanlarından. Aşağılayarak alt sınıfa ait olduklarını öğrettiler onlara. Futbol ayak takımının işiydi. Aşağılanmak deplasmana gitmeye benzemez, ayağının altında basacak yeri kalmaz insanın.
Böylece, beynimize en uzak organımızın altına indi futbolun itibarı. Ayaklar altına alındı. 
Adeta kendisinin altında kaldı.  
Kovulup gitmenin panzehiri dönme fikridir.
Gidenlerin ancak birbirleriyle paylaşabildikleri hüzün çok uzun sürmedi. Karanlık koridorlara, soğuk soyunma odalarına göndermiştik onları. Bir aşağı bir yukarı yürüye yürüye evleri gibi olmuş meğer. Bakımsız, verimsiz toprak sahalara hapsetmiştik onları. Bir ileri bir geri koşa koşa işlemişler toprağı, yemyeşil bahçeleri olmuş meğer. Tepeden tırnağa yetenekli derler ya bu çocukların hepsi öyleymiş meğer.
Sonra para konuşmaya başladı. Para bütün cazibesiyle sahneye çıktı ve civa gibi kayganlığıyla futbol’a doğru aktı. O zaman, bütün ışıklar yandı, bütün sesler duyuldu. Uzak şehirler yakın, mahallenin haytaları yıldız oldu. Devran sanki bir günde döndü. 
Sonunda geri çağırıldılar. Israrla, çığlıklarla, tezahüratlarla çağrıldılar. 
Ve bir sabah, tüm o gidenler topyekun geri döndü. Taraftarlarla, bayraklarla, flamalarla, davullu zurnalı, gümbür gümbür döndüler. Şehre girdikleri günü hatırlıyorum da ne muhteşem bir gündü. Herkes onları karşılamaya gelmişti. Ortalık  adeta bayram yeri gibiydi. Uğultulu kalabalık bir yandan bu görkemli dönüşü daha iyi görebilmek için koşturuyor, bir yandan da ayak uçlarında yükselmeye çalışıyorlardı. Aslına bakarsanız tam bir ayak takımı gibi davranıyorlardı.
Sonra futbolcular göründü.
Onlar; alçalmış ve tekrar yükselmişlerdi, gururluydular. Yenmeyi ve yenilmeyi öğrenmişlerdi. 
Alkışlanmış, yuhalanmış  ve hepsini hazmetmişlerdi. Bir evleri vardı. Evlerinin büyük bir bahçesi vardı. Onlar düşe kalka büyümüş artık adam olmuşlardı. Ayaklarının, bacaklarının üzerinde doğruldular, el salladılar. O gün ellerle ayaklar barıştı. O gün Dünya yeniden kuruldu.