Alen Markaryan'dan Beşiktaş'ın 16. şampiyonluğunun öyküsü (1): Öykü değil destan bu...

Beşiktaş tribünün sesi Alen Markaryan, şampiyonluk öyküsünü AKŞAM okurları için kaleme aldı: ''Şampiyonluk öyküsü değil, ''Destan'' desek daha doğru olur aslında… PAOK faciasıyla yıkılan hayaller… Ha gitti ha gidecek denen Sergen hoca!.. Trabzonspor galibiyetiyle yeşeren umutlar... Ve zafere giden yolda atılan adımlar...''

AKŞAM

Aslında ana başlık şampiyonluk öyküsü ama "Şampiyonluk destanı" desek daha hoş geliyor kulağa... Zira lig başlamadan daha Yunanistan'da ön eleme maçına çıkıp, PAOK'la oynadığımızda, camia olarak komple soğuk duşun altına girip heyelan, hezeyan ve heyecan bombardımanlarının patlamalarını seyrediyorduk. Sağ bek sorunsalı daha keşfedilmemiş kara parçasıydı! Bir hücum botun bile, Bırak hücum botunu, kışlık giyeceğin botun bile yoktu. Omuriliğin kireçlenmiş, Korona belası tepende dolaşıyor, Lens komple zayi raporu veriyor, Tyler Boyd su kaynatıyor, maçı da tırnaklarımızı kemirerek, "Böyle de olmazlar" arasında hediye ediyorduk. Tabii kafamıza Goodfellas'ın havai fişek gösterisi gibi soru işaretleri yağmaktaydı. Bu hengame, bu telaş, bu panik içinde girdabın oluşturduğu çekim gücüne direnirken, Sergen Yalçın da koronaya yakalanıyordu. Kovid-19 şerefsizine niye bacak arası atamamış meraklardayım!

SATRANCI TRABZON'DA BEŞİKTAŞ KAZANDI

Ve bu pozitif görünümlü negatif fotoğrafta Trabzon'a maça gittik iyi mi? Takımın başında seneler evvel kaleciyken Antalya maçı kahramanı Murat Şahin çıkıyor, sağ bek sorunu keşfedilmemiş bir kara parçası olarak hâlâ duruyordu karşımızda. PAOK maçındaki faciadan ders alınmıştı belli ki. Lens'in enkaz olarak bıraktığı sağ boşluğa Necip'le başlanılmıştı zira. O da yetmemiş, Trabzon'un formda oyuncusu Nwakaeme düşünülerek Necip'in önüne de Hasiç monte edilmiş şekilde tasarlanmış bir takımla karşılaşmıştık... Bu satrançvari hamle, o gün Beşiktaş'a kimsenin beklemediği bir galibiyet getiriyor, yenilen tek golde Ersin'in hatası göze çarpıyor, ve sağ bek ve santrfor ve üstüne kaleci gerekliliği... Özellikle vurgulanmaya başlıyordu camiada. Tabii bu minvalde Trabzonspor galibiyeti nefes aldırıyordu ama sorunların birinci hafta rafa kalkmayacağı kesin durmakla beraber, halının altına da süpürülmeyeceği gerçeğini, tüm camianın gözünün içine sokuyordu. Ve hatta maçlar peş peşe yağmaya başlıyordu.

40 POZİTİF BİR GÜNDE NEGATİF!

İkinci hafta Antalya gelecekti İnönü'ye ama bir türlü gelemiyordu! Test yaptırmışlar takım halinde alayı Kovid-19 çıkmış alayı! 40 küsur kişi... Eee! Tabii bomba gibi düşüyor spor kamuoyuna bu durum. Tam ne olacak derken, maçtan bir gece evvel testlerde hata olduğu eksilerin artı görüldüğü haberleri medyaya servis edilmeye başlanıyordu. Yani negatiflermiş! O maçı hatırlarsınız, uzun süre 1-0 önde götürdüğümüz maçı, 85'te yediğimiz golle tamamlıyorduk. 90. dakikada yüzde yüz penaltımız ekmek arası köfte gibi gidiyor, maç yönetimleriyle ilgili sıkıntılar inceden peydahlanmaya başlıyordu. Bu arada maçın hakemi kimdi biliyor musunuz? Çok sonraları her üç günde bir karşılaşıp sarılıp koklaşacağımız biri! Halil Umut Meler...

KONYA'DA HATALAR ZİNCİRİ VE 4 GOL

Tabii bu sonuç PAOK maçından sonraki netameli havayı geri getiriyordu. Arabanın mazotla hız yapamayacağını anlayan yönetim, sakatlık dedikoduları arasında Aboubakar'a kucak açıyordu Portekiz'den... Ve Abou 41 şayia arasında ilk maçına Konya'da adım atıyor ama sahada pek de adım atamıyordu. Ersin hatalara devam ediyor, Vida balataları yakıyor, ve Konya'da tam dört gol yiyorduk. Sezonun en ağır mağlubiyeti olarak hafızalarımıza yer ediyordu bu maç... Tabii bu sonuç o havai fişek gibi göğe çıkan soru işaretleri... Milletin kafasına çatır çutur düşmeye başlıyordu. Sağ bek sorunu hâlâ keşfedilmemiş yeni dünya gibi Guam çukuru derinliğinde gözümüzün önündeyken, Sergen hoca, "Milli maç arasından sonra hazır olacağız" açıklamasını anca yapabiliyordu... Lakin dördüncü haftada İnönü'de oynanan Gençlerbirliği maçında. Birincilik bir bir sonuçla havlu atıyormuşuz gibi bir hava esmeye başlıyordu tam tepemizde...

MİKSERLER YİNE SAHNEYE ÇIKTI

Taraftardan hariç birçok insan güvenini kaybetmişti ama sağda solda, kırsalda yün hırka ören annenin kaybolan "Höreke"sini ararken bir şeyi unutuyorlardı... Rosier'i! Fransa'nın Montauban komününden gelen Deli dolu, yere yatmaz, suya batmaz bu çocuk oynayacağı her maçta harikalar yaratacaktı. Ama o gün oynamamış, ayağının tozunu silmekteydi. Tabii bu Gençlerbirliği mağlubiyeti, takımın başındaki Nobre'nin tek galibiyeti olup, milli piyangonun son numarasındaki amorti gibi çarpıyordu "yüzümüze" İsimsiz hesaplar, uzantılar, mikserler Tiyatro sahnesinde perde arkası suflörleri gibi, ganyancı, komisyoncu şayialarıyla top ve tüfekleriyle amansızca saldırıyorlardı. Hele Ljajic'in eli belinde ısınmaları! Piyasaya servis edilen içki sofrası görüntüleri! Eyvah! Eyvah! 5 yani! Tabii bütün bu cehennem senaryoları arasında,

O MOTORU ALIN MÜZEYE KOYUN

Babil'in Asma Bahçeleri gibi bir harikaya rastlıyorduk. Ghezzal'e... çocuğun lisansı transferin son günü son saatlerinde bir motokuryeyle yetiştiriliyordu federasyona... Ben yönetici olsam o kuryenin motorunu satın alır, o motoru da Beşiktaş müzesine hediye ederdim. Tartışmasız hem de! Sonra Sergen hocanın "Arada düzeleceğiz" dediği milli maç haftasına geliyorduk, bir de federasyonun durup dururken icat ettiği 21 takımlı ligin fecaatinden dolayı her takımın bir haftayı maçsız geçirdiği ki adına "BAY" deniyor. Azap günleri... O da denk geliyor milli aranın devamına... Oluyor mu sana üç haftalık kamp modeli? Sergen Yalçın da oraya sarılıyor, ve ısrarla umut vadediyordu.

İLK DEFA ÜST ÜSTE İKİ MAÇ...

Altıncı haftada ki Denizli deplasmanı gelip çattığında Rosier, Welinton, Vida, N'Sakala dörtlüsü ilk defa podyum yapıyor, Aboubakar gol atıyor. Ghezzal arz-ı endam ediyor, Josef kırmızı görüyor, ve 3-0 ı yakalamışken 2-3'e gelen maçta, dilaltı alan taraftar, son düdükle rahat bir nefes alıyordu nihayetinde. Maç bitiyor ama yerden yere vurmalar bitmiyordu tabii... Kaç sene beraber top oynadığı Tümer bile kendi programında liyakatsiz yakıştırması yapabiliyordu Sergen hocaya... Taraftarın eşi benzeri görülmemiş şekilde Sergen hocaya sahip çıkması üzerine sözlerin yanlış anlaşıldığı, Bir "Metin"le inceden özür yoluna gidiliyordu. Ve Alice, çoluğuyla çocuğuyla, annesi babasıyla kardeş dedikleri ve sevdikleriyle harikalar diyarına doğru koşmaya başlıyordu. Yedinci haftada Malatya ağırlanırken, İnönü'de, kırmızı kartlı Josef'in yerine adı sıkça Fenerbahçe ile anılan Dorukhan'a görev veriliyordu. Ve Ghezzal, 1-0 biten maçta ilk asistini yaparken Beşiktaş da ilk defa üst üste iki maç birden kazanıyordu.

YARIN: Korona kuşatmasında cendereden çıkış planları...

Alen Markaryan'dan Beşiktaş'ın 16. şampiyonluğunun öyküsü (2): Korona kuşatmasında cendereden çıkış planları

Alen Markaryan'dan Beşiktaş'ın 16. şampiyonluğunun öyküsü (3): Şampiyonluğun sinyalleri

Alen Markaryan'dan Beşiktaş'ın 16. şampiyonluğunun öyküsü (4): Puanlar eşitlendi, lig yeniden başladı

Alen Markaryan'dan Beşiktaş'ın 16. şampiyonluğunun öyküsü (5): 2 dakika geçse deniz görünecek

Alen Markaryan'dan Beşiktaş'ın 16. şampiyonluğunun öyküsü (6): Yine sahnede dertlerimi zincir yaptım!

Alen Markaryan'dan Beşiktaş'ın 16. şampiyonluğunun öyküsü (7): Ve içimizi titreten o ses: Beşiktaş'ım sen çok yaşa!..