Türkiye’ye sınır coğrafyalarda son yıllarda meydana gelen tektonik sarsıntılar, Türkiye’nin güvenlik anlayışını revize etmesine sebep oldu. Gerçek şu ki Türkiye’yi çevreleyen coğrafya bölge dışı ve bölge içi aktörler eliyle şekilleniyor. Sahada yeni “gerçeklikler”, yeni ittifaklar, yeni nüfuz alanları oluşuyor. Beraberinde ise yeni tehditler ve meydan okumalar da bu değişime karşı proaktif müdahalelerde bulunmayan ülkelerin kucağına bırakılıyor.
Bu noktada Türkiye’nin iki tane opsiyonu var: Ya geleneksel güvenlik stratejisini sürdürüp, geleneksel olmayan meydan okumalarla baş etmeye çalışacak. Ya da geleneksel olmayan meydan okumalara önleyici müdahalelerde bulunup caydırıcılığını artıracak ve tehdidi genişlemeden engelleyecek. Hem Irak hem de Suriye’deki gelişmeler ikinci opsiyonun uygulanması için sayısız sebep sunmakta. Zira her iki ülkede de Türkiye’nin milli güvenliğine halel getiren gelişmeler, klasik güvenlik anlayışımızın yarattığı boşluklar sebebiyle meydana gelebildi.
Biraz açalım. PKK Suriye devriminin başında Esed rejimiyle anlaşmalı olarak sınır bölgemizde üç cebi kontrol altına aldı. Bir taraftan Esed rejiminin muhaliflere karşı savaşına doğrudan veya dolaylı olarak destek verirken; diğer taraftan da kontrol ettiği bölgelerde demografik ve siyasi mühendislikle resmedilenin aksine bir homojenleştirme siyaseti güttü. Bu gelişmeler Türkiye’ye; Suriye, Irak ve Türkiye’de güçlenen PKK, mülteci akını, zayıflayan muhalifler ve güçleşen terörle mücadele şeklinde döndü. Türkiye bu tehlike ilk ortaya çıktığında PKK’nın Suriye’deki yapılanmasına önleyici müdahalelerde bulunsaydı, PKK’dan kaynaklanan farklı bir güvenlik durumuyla karşı karşıya kalabilirdik. Esed rejiminin verdiği açık çekle ve DAİŞ’in yükselmesinin açtığı kapılarla ilerleyen PKK an itibarıyla Türkiye dışında Irak-Suriye sınır hattımız boyunca en büyük tehdit konumuna geldi.
PKK’nın bir sonraki aşaması, bu süreçteki kazanımlarını kurumsallaştırmak. Arkasına aldıkları ABD rüzgârıyla kuzey Suriye ve Irak’ın PKK eliyle şekillendirilme çabası devam ediyor. Türkiye de yeni güvenlik stratejisi gereği bu kurumsallaşmayı engelleyici müdahalelerde bulunacak. Tel Rıfat çevresinde başladı aslında bu müdahale. Anlaşılan ikinci aşamada Türkiye, Afrin ve Menbiç’i de PKK’nın ırkçı projesinden temizlenmeye çalışacak. Topraklarımıza yönelik Irak ve Suriye menşeili mevcut ve muhtemel PKK tehdidinin bertaraf edilmesi için sınır dışı her türlü imkân seferber edilecek.
Yeni güvenlik stratejimiz muhtemelen PKK’yı yani ABD’nin Kuzey Irak-Suriye projelerini hedef aldığından bolca eleştiriye muhatap olacak. ABD kelime oyunu yapsa da PKK’yı yani tescilli bir terör örgütünü hedef alıyoruz. Irak ve Suriye devletleri (eğer varsa) PKK terörünü engelleme kapasitesine sahip değil. PKK Türkiye’ye karşı terör faaliyetlerinde Irak ve Suriye’den mühimmat, militan ve deneyim transferi yapıyor. Hal böyleyken ABD’nin vs. ne diyeceğini önemsemeden PKK’ya karşı Irak ve Suriye’de hava saldırılarını da içerisine alan önleyici müdahale planında sebat edilmeli.
Tabii yeni güvenlik stratejimizin sağlıklı ilerleyebilmesi için istihbarata ve milli savunma sanayiine yatırım yapmak, yerel müttefiklerin eğitilmesi çabalarına hız vermek, terör liderlerini doğrudan hedef almak, sahaya dair uzmanlık oluşturmak, operasyonun medya stratejisini kurgulamak ve aynı zamanda proaktif bir diplomasi yürütmek de elzem.