GENAR Başkanı İhsan Aktaş, AK Parti'nin 20 yılda Türkiye'yi ulaştırdığı konuma değindiği bir yazı kaleme aldı.
Recep Tayyip Erdoğan'ın bu ülke için ortaya koyduğu en yüksek değer Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni dünyadaki bütün süper güçlerle göz hizasında konuşacak ve tartışacak düzeye getirmesidir. Bugün Türk halkının geleceğe dair büyüme inancı vardır. Türk toplumu, Erdoğan'ın yönetim tarzı olarak, partiyi hep önde giden ve siyaset üreten haliyle benimsemiştir. Ak Parti ile defansif olmayı özdeşleştirmek istememiştir. Bu nedenle AK Parti, ikinci 20 yılı ve ikinci 20 yılın vizyonunu tartışmaya açmak durumundadır. Aksi takdirde, muhalefetin kullandığı şiddet dilinin etkisinde kalacaktır.
Cumhuriyetin yüzyıllık ömrünün beşte birlik kısmı, bir siyasi partinin iktidarı ile geçmiştir ve bu durum, siyasal değerlendirmeler için oldukça kıymet arz eden bir durumdur. SETA Vakfı'nın stratejik yayın organı Kriter Dergisi'nde bir makale kaleme aldım ve başlığını iddialı bir şekilde 'AK Parti'nin İkinci 20 Yılı' olarak koydum. Bu makalede aradan geçen 20 yıl zarfında bir partinin sürekli iktidarda olmasına karşın, Türk seçmeninin ikinci bir lidere yönelmediğinden ve Türkiye'nin yönetilmesi konusunda ikinci bir parti seçmediğinden bahsettim. Makalede ayrıca 20 yıl sonra iktidar partisinin oy oranının hâlâ yüzde 38- 40 bandında olmasından ve iktidar partisinin en yakın rakibinin iki katına yakın bir oy potansiyeline sahip olmasından bahsederek, ikinci 20 yılı konuşmanın yerinde bir yaklaşım olacağına değindim.
Türkiye, geleneksel iki kutuplu dünyanın ittifak sisteminin iflasını dünyada ilk fark eden ülke oldu ve ulus devleti tahkim yoluna gitti. Türkiye, güçlenme ve genişleme konusunda daha çileli bir yol seçti. Belki de bu durum, bir zorunluluktu. Daha sonra dünyanın bütün devletleri Türkiye'nin seçtiği yolu tercih edecekti.
Elbette ki, devletler bir gecede kurulmazlar. Bu nedenle Cumhuriyetin temelleri, tam bir yüzyıl Osmanlı Devleti'nin ayakta kalma ve Batılılaşma çabaları ile birlikte okunmalıdır. Bütün ulus devletlerde olduğu gibi genç Cumhuriyetin kuruluşu da sancılı olmuştur. Birinci Dünya Savaşı'nda dünyanın geri kalan topraklarını işgal eden Batılı güçler başta Osmanlı Devleti'nin toprakları olmak üzere İslam dünyasında işgal edilmemiş bir karış toprak parçası bırakmamıştı. Kurtuluş Savaşı'nda tam bir halk seferberliği başlatılarak; Anadolu toprakları işgalden kurtarılmış, dönemin ruhuna uygun bir ulus devlet inşası olarak Türkiye Cumhuriyeti Devleti kurulmuştur. Bir kurucu lider olarak Mustafa Kemal Atatürk, vizyonlu bir liderdi ve ülkesini Avrupa'da var olan devletler seviyesinde bir demokrasi ile taçlandırmak için reform ve çabaları oldu.
Türkiye'nin siyasi geçmişinde Cumhuriyet Halk Fırkası 'nın temsil ettiği tek parti zihniyeti, kurucusunun vizyonundan çok farklı bir siyaset ile tarihe geçmiştir. Bir ulus inşa etme çabası ve devrim yasalarını uygulama arzusuna, daha sonra dünyada esen ve Almanya ve İtalya'da belirgin bir şekilde ortaya çıkan faşist devlet uygulamaları üstün gelmiş, bir yönüyle tek partiye ilham kaynağı olmuştur. Bu sebepten dolayı Başbakan İsmet İnönü, daha sonra milli şef olarak anılacaktır. Tek partinin radikal uygulamaları, devlet-millet arasına büyük mesafe koymuş ve Türkiye siyasetinin geleceğini tek parti uygulamalarına oluşan tepkiler şekillendirmiştir.
Demokrat Parti, Cumhuriyet Halk Partisi'nin içerisinden ayrılan Celal Bayar ve Adnan Menderes'in öncülüğünde bir grup tarafından kuruldu. Başlangıçta Cumhuriyet Halk Partililer CHP'ye benzer, ikinci bir partinin kurulduğuna dair bir inanca kapıldılar. Fakat tek parti uygulamalarından bunalan halk, Demokrat Parti'yi sırtlandı, kendi arzuları doğrultusunda yönlendirdi ve bambaşka bir partiye dönüştürdü. Demokrat Parti'nin siyasi hayatımıza girmesiyle birlikte çok partili siyasi deneyimi elde eden Türkiye, 1960 ihtilali ile hem Demokrat Parti'nin hem de idam ederek Adnan Menderes'in hayatına son verdi. Bir yönü ile de Türkiye'de tek parti zihniyeti, her ne kadar Varşova Paktına karşı bir güvenlik paktı olsa da, asıl işlevi, kendi müttefiklerini içerden yönetmek olan NATO konsepti ile geri döndü. Türkiye'de her askeri ihtilalde askeri rejimler iş başına gelse de, ihtilali izleyen yıllarda ilginç liberalleşme süreçleri yaşanmıştır. 70'lerin siyasi kaos ortamından sonra 1980 askeri darbesi olmuş ve arkasından gelen Özal hükümetleri Türkiye'nin, Demokrat Parti'den sonraki ikinci kalkınma, demokratikleşme ve büyüme hamlesini başlatmıştır.
Özal döneminde, Anadolu insanının ülke refahından pay alması ile uzun yıllar Anadolu'da kapalı kalmış büyük bir kitle, kırdan kente göç etme fırsatı bulmuştur. Kırdan kente göç ederek kentin çeperlerine yerleşen insanları Refah Parti'si örgütlemesi ile bugünkü AK Parti siyasetinin güçlü temelleri Özal döneminde atılmış olmaktadır. Yine Özal'ın devletin genlerinde var olan "istikrar" tekelini, kalkınma, dünyaya açılma politikası ile değiştirmesi; Tek Parti döneminden bu döneme kadar baskı altında tutulan muhafazakâr kitle için dünyadaki birçok yeni fikir akımı ile etkileşime girme fırsatı sağlamıştır.
Anavatan Parti'si ülke yönetimini koalisyonlara terk ettiğinde Refahyol hükümeti hariç, bu süreçte milletin yüzü hiç gülmedi. Refah Parti'sinin kısa süren hükümeti 28 Şubat darbecileri tarafından sonlandırılmıştır. Bu darbenin öncüleri; vatan ve millet menfaatine düşman, küçük bir askeri güruh olmakla birlikte, bozuk düzenden beslenen tekelci iş çevreleri, medya ve uluslararası güçler birlikte millete ve devlete kastetmişlerdir. Darbenin kudretli generalleri daha sonra banka soyma aparatına dönüşmüş, devlet bankaları tam 100 milyar dolar zarara uğratılmıştır.
2002 yılında AK Parti, umutlarını kaybetmiş bir ülkenin yönetimini devralmıştı. Türk siyasal yaşamının en rasyonel partisi olan AK Parti, teknik kapasitesi yüksek bir kadro ile işbaşına geldi. Fakat bu dönemde AK Parti yönetimi, iki büyük sınavla karşı karşıya idi. İlki, yeni hükümet bu kadar bozuk bir ekonomiyi yönetebilecek miydi? İkincisi, 28 Şubat sürecinin yarattığı travma aşılabilecek miydi? 28 Şubat sürecinde ülkenin kaderine el koyan darbecilerin barutları öfkeli bir şekilde sokaklarda tütmeye devam ediyordu. Bu süreçte hızını alamamış generaller nutuklar atıyor ve hükümetin iktidar olmakla muktedir olmayacağı inancını saklı tutuyorlardı. Ne pahasına olursa olsun 1960 İhtilalinde kurmuş oldukları vesayet düzeninden vazgeçmek istemiyorlardı. AK Parti bir araştırmacı titizliği ile Türkiye'de var olan bütün problemleri sıraya koydu ve halkın en çok ihtiyacı olan konuların çözümü ile işe başladı. AK Parti hükümeti, iktidara geldiğinde 28 Şubat sürecinin bir travmaya dönüştürdüğü din/vicdan hürriyeti alanındaki kısıtlamalar, başörtüsü meselesi ve vesayetin ağır baskısı kâbus gibi halkın üzerine çökmüşken; hükümet, yoksulluk, eğitim sağlık ve ulaşım gibi alanlardaki sorunları çözmeye odaklandı. Attığı her adım halktan destek gördü ve AK Parti hükümetleri yeni adımlar atmaya devam etti. Birinci AK Parti hükümetinin temel konuları, ekonomiyi canlandırmak, eğitimde mekânsal problemleri çözmek, sağlık yatırımları, vatandaşın hastane erişiminin sağlanması ile ulaşım yatırımları idi. AK Parti, yüzde 34 ile başlayan oy oranını yüzde 50'ye çıkarmış bir partidir. Ulaşım ve sağlık alanında yapılan yatırımları ile yüzde 70 oranında halk desteği alabilmiş, parti oyundan çok daha geniş bir kamuoyu teveccühü kazanmıştır. AK Parti'nin önemli bir başarısı da yerel yönetim başarısıdır. Türkiye'de AK Parti iktidarı ile geçen zaman zarfında demokratikleşme, altyapı yatırımları, devlet-millet kaynaşması, Kürt meselesi, çözüm süreci vb. ülkenin temel meselelerinde, radikal bir şekilde, el atılmadık konu kalmamıştır.
Türkiye'nin kurucu partisi olma iddiasında olan Cumhuriyet Halk Partisi, iktidarda hangi parti olursa olsun devlet bürokratları ile devleti kontrol edebildiği için bir yönüyle kendisini fiili iktidar olarak görmeye devam edegelmiştir. Bu sebepten dolayı kendisini ayrıca iktidar için motive etme ihtiyacı hissetmemiştir. CHP ve AK Parti arasındaki ilk önemli sınav Cumhurbaşkanlığı seçimi olmuştur. Vesayet adına sahneye Sabih Kanadoğlu çıkmış, bugüne kadar var olan anayasa maddelerinin AK Parti için geçerli olmadığı iddiasıyla "367 ucubesi" diye anılan bir içtihatta bulunmuştur. Hükümet ise erken seçim kararı alarak tarihinin en başarılı seçimini gerçekleştirmiş, ezici bir üstünlükle iktidarını devam ettirmiştir. Bu durum CHP vesayetinin tarih boyunca almış olduğu en ağır yenilgi olmuştur.
AK Parti, Türkiye siyasal tarihi boyunca halk taleplerinin siyasetin gündemine yansıması ve hükümet uygulamalarının toplumun kılcal damarlarına kadar iletilmesi bakımından olağanüstü bir etkileşime sahipti. Kurucu bir lider olarak Recep Tayyip Erdoğan'ın sihrini bu açıklık ve etkileşim oluşturmuştur. Liderin Cumhurbaşkanı olması ve partinin bir dönem siyasal kültürü eksik olan yöneticilerin elinde kalması ise AK Parti'nin siyasal yaşamının almış olduğu en büyük yaradır.
2011'de Türkiye, göz kamaştırıcı bir devlet olarak tekrar tarih sahnesine çıktı. Ekonomisi büyüyen, demokrasiyi işleten, Avrupa Ortadoğu ve Afrika ile çok etkin ticari ilişkiler geliştiren, Suriye, Irak, Ürdün ve Lübnan ile ortak pazar kurmak için adım atan, Irak Bölgesel Kürt Yönetimi ile son elli yılın dünyadaki en büyük sözleşmesi sayılan bir petrol anlaşması yapan, yatırım ve kalkınma hizmetleri konusunda önemli mesafeler kaydeden bir ülke haline geldi.
2011 Türkiye'si küresel güçler tarafından, desteklenmesi gereken bir Türkiye değil, mücadele edilmesi gereken bir güç olarak algılandı. Batıdaki fütüristler, 2050 yılında Türkiye'nin büyüklüğü hakkında abartılı tahminler ortaya attılar. Bu dönemde ayrıca Arap halklarının demokrasi, özgürlük ve insan hakları taleplerinden ortaya çıkan; bölgesel, toplumsal bir siyasi-silahlı hareket haline gelen Arap Baharı, sınırımıza kadar geldi ve Suriye iç savaşı başladı. Bu dönemde AK Parti hükümetlerinin önünde ikili bir seçenek var mıydı ondan emin değilim. İç savaşın başlarında Türkiye- ABD ile müttefik olarak sahaya inerek süreci yönetirken, bu müttefikliğin geçerli olmadığı tezi gün geçtikçe anlaşıldı.
AK Parti bir yönüyle Türkiye sosyolojisini değiştirdi. Yatırım ve hizmetleri ülke genelinde yüzde 95 oranında tamamladı. Bir yönüyle de kuruluş dönemi ortaya attığı siyasi iddiaların, tamamına yakınını gerçekleştirdi. Türkiye, adım adım bir bölge gücü olma yolunda ilerleme kaydederken problemli alanlar ise daha çok uluslararası sorunlarda yoğunlaşmaya başladı. Türkiye'nin rakipleri Türkiye'ye karşı mücadele vermek yerine Türkiye'yi içerideki muhalefet yoluyla engellemeye çalışmaktadırlar.
Bugün büyük Türkiye fikri ortaya çıkmıştır. AK Parti'nin ikinci 20 yıl için bir 2002 döneminde olduğu gibi, yeni bir gelecek planlamasına ihtiyaç duyulmaktadır. Recep Tayyip Erdoğan'ın bu ülke için ortaya koyduğu en yüksek değer Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni dünyadaki bütün süper güçlerle göz hizasında konuşacak ve tartışacak düzeye getirmesidir. Bu düşünceyi destekleyen bir İtalyan düşünür, Türkiye'nin en kıymetli değerini ''Türkiye'nin askeri gücü ya da ekonomisi, değil, Türk halkının geleceğe dair büyüme inancıdır" diyerek ifade etmektedir. Bugünden itibaren AK Parti, ikinci 20 yılı ve ikinci 20 yılın vizyonunu tartışmaya açmak durumundadır. Aksi takdirde, muhalefetin kullandığı şiddet dilinin etkisinde kalacaktır. Türk toplumu Erdoğan'ın yönetim tarzı olarak partiyi hep önde giden ve siyaset üreten haliyle benimsemiştir. Ak Parti ile defansif olmayı özdeşleştirmek istememiştir. O halde Ak Parti geleceğe ışık tutan bir tutum içerisinde olmalıdır.