Başkan Erdoğan-Biden görüşmesine ilişkin çarpıcı değerlendirme: Roma görüşmesi bir dönemeç mi?

Başkan Erdoğan'ın ABD Başkanı Biden ile görüşmesini değerlendiren Nişantaşı Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Nurşin A. Güney, ''ABD ile Türkiye arasında başta ticaret ve ekonomi olmak üzere birçok alanda bakanlar düzeyinde düzenli ve sık bir şekilde toplantıların yapılması kararlaştırıldı. Bu karar, atfedildiğinden daha büyük bir önem taşıyor zira böylelikle ABD ve Türkiye, mevcut sorunları istişare ederek çözmek istediklerini uluslararası kamuoyuna duyuruyorlar. Bu niyetlerini de yeni bir diyalog mekanizması aracılığıyla daha kurumsal bir şekle kavuşturarak ciddiyetlerini teyit ediyorlar.'' dedi.

Star Açık Görüş

Prof. Dr. Nurşin A. Güney

Nişantaşı Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Nurşin A. Güney, Star Açık Görüş için Türkiye-ABD ilişkilerinde güven inşası: Roma görüşmesi bir dönemeç mi? başlıklı bir yazı kaleme aldı.

F-16 süreci ile Washington-Ankara ilişkilerinde güven inşası bakımından yeni bir ivme kazanılabilir. Böyle bir adımın atılması sonuçta iki ülke ittifak ilişkilerinin onarılması bakımından fevkalade önemli bir girişim olacağı gibi bu durum zaman içinde Baltıklar-Karadeniz-Ortadoğu'da bölge istikrarı açısından dönüştürücü bir jeopolitik hamleyi de pekâlâ tetikleyebilir. Biden'ın Roma'da Cumhurbaşkanı Erdoğan'a verdiği söz, yani Başkanın kendi nüfuzunu kullanarak Kongre'deki senatörleri Türkiye'ye sağlanacak muafiyet konusunda ikna etmesi, Kongre'yi Hindistan, Avusturalya örneklerini Türkiye üzerinden tekrarlamaya davet etmesi son derece mühim. G-20 Zirvesi'nde, Erdoğan'ın Biden ile görüşmesinde ve sonrasında Türkiye'nin Suriye ve PYD konusunda yaptığı tüm açıklamalar, bugünlerde sıklıkla tartışılan olası bir Suriye operasyonunun yapılıp yapılmayacağına dair verilmiş en net cevaptır.

Roma'da yapılan G-20 Zirvesi'nde Türkiye kamuoyunu ilgilendiren en önemli gelişmelerden biri de ABD Başkanı Biden ile Cumhurbaşkanımız Sayın Erdoğan arasında gerçekleşen görüşmeydi. Biden görüşme sonrasında yaptığı açıklamada, Türkiye ile yapıcı ilişiklerin sürdürülmesi, işbirliği alanlarının genişletilmesi ve anlaşmazlıkların etkin bir şekilde yönetilmesi arzusunun altını çizdi. İlişkilerin farklı gerginlik dönemlerinden geçtiği düşünülürse bu açıklamaların, altı doldurulsun doldurulmasın, önemi daha iyi anlaşılacaktır. Bu nedenle G-20 Roma Zirvesi'nde gerçekleşen Biden-Erdoğan görüşmesinin, Türk-Amerikan ilişkilerinde bugüne kadar süregelen tıkanıklığın aşılması açısından önemli bir dönemeç olabileceği düşünülüyor. Uyarımızı henüz yazımızı okumaya başlayan okuyucularımız için hemen yapalım. Roma Görüşmesi ile ABD-Türkiye ilişkilerindeki riskli alanların yönetilmesi konusunda gerçekten de bir kapı aralanabilir, yeter ki Biden ekibi bu görüşmenin ruhuna sadık kalabilsin.

Roma görüşmesinin ruhu iki aktör arasında güven inşasının sağlanmasıydı. Bilindiği gibi, görüşmenin sonunda bir ortaklık mekanizması kurulması kararı alındı. Bu suretle, ABD ile Türkiye arasında başta ticaret ve ekonomi olmak üzere birçok alanda bakanlar düzeyinde düzenli ve sık bir şekilde toplantıların yapılması kararlaştırıldı. Bu karar, atfedildiğinden daha büyük bir önem taşıyor zira böylelikle ABD ve Türkiye, mevcut sorunları istişare ederek çözmek istediklerini uluslararası kamuoyuna duyuruyorlar. Bu niyetlerini de yeni bir diyalog mekanizması aracılığıyla daha kurumsal bir şekle kavuşturarak ciddiyetlerini teyit ediyorlar.

GÜVEN BUNALIMININ TAMİRİ

Soğuk Savaş sonrası ABD'nin bölge politikalarının olumsuz yansımalarını Türkiye hem Ortadoğu hem de Avrupa güvenliği üzerinden deneyimledi. Farklı biçimlerde Oğul Bush, Obama ve Trump döneminde ABD'nin Ortadoğu'yu şekillendirmekte kullandığı araçlar, aracılar ve tutarsız politikalar Ankara'da bir güven bunalımına da neden oldu.

Aslında farklı Amerikan yönetimleri altında güven bunalımının sürekli ortaya çıkması bir süre sonra Ankara-Washington ilişkilerinde güvensizliği normalleştirdi. Süreç içerisinde ABD-Türkiye ilişkilerinde yaşanan sorunlar ve olası çözümler çok konuşulmakla beraber, güven krizinin aşılması konusunda Washington DC'nin hamleleri genellikle "iki adım ileri- iki adım geri" diyebileceğimiz bir anlayış çerçevesinde gerçekleşti. Bu nedenle iki ülke arasındaki güvensizliğin kronik bir hale geldiği, yani kötüleşmese bile bir türlü iyileşmediği, dolayısıyla da aslında ikili ilişkilerde bir tıkanıklığa dönüştüğü yazılıp çizildi.

TAMİRİN ÖTESİNİ DÜŞÜNMEK

Ancak bu tıkanıklığın boş bir evrende ortaya çıkmadığını, Washington'un iki ileri-iki geri dansını boş bir sahnede yapmadığını hatırlatalım. Jeopolitik ve siyasi konjonktür güven bunalımını aktörler niyet etmese de dönülmez bir noktaya doğru itebilirdi. Bu riskin yönetilmesi Türkiye'nin bölgedeki ağırlığı ve Kuzey-Güney ekseninde ortaya çıkan yeni risklerin niteliği dolayısıyla ABD açısından Kafkasya/Karadeniz-Ortadoğu/Doğu Akdeniz hattında Amerikan stratejilerinin olası kazanç ve kayıplarının yönetilmesi demek. Bu nedenle Roma görüşmesinde iki ülkenin lideri hem aralarındaki güven bunalımını ortadan kaldırmak için yeni bir siyasi irade ortaya koymuş oldular, hem de şu ana kadar çizilen jeopolitik manzarayı bir anda dönüştürebilecek bir opsiyonu, daha yakın Türkiye-ABD işbirliği opsiyonunu, gündeme aldılar. Unutmayalım, Washington ve Ankara aralarında kurulacak bu yeni diyalog hattı sayesinde bundan sonra bir yandan anlaşamadıkları problemli konuların ciddi bir kriz yaratmasını engellemeye gayret edecekler diğer taraftan da ortak çıkarlarının örtüştüğü noktalarda konu odaklı işbirliği yapma imkânı yakalayarak güven inşası şansını zorlayabilecekler. Bu opsiyon, ilişkilerde güven bunalımının işbirlikleri üzerinden sürekli tamir edilmesine dayalı bir modelin ortaya çıkması ile sonuçlanabilir. Roma görüşmesi bu sonuç için siyasi iradenin var olduğunu ama bu iradenin altının nasıl doldurulacağı üzerinde tarafların istişare edeceğini gösteriyor. Bu nedenle, G-20'de kabul edilen ortaklık mekanizmasını kolaylıkla Türkiye-Yunanistan arasındaki istikşafı görüşmelere benzetilebilir.

Türkiye-Yunanistan istikşafı görüşmeleri 63. turu geride bıraktı. Muhtemel Türkiye-ABD ortaklık mekanizması da aradaki sorun dosyasının kabarıklığı düşünülürse pek çok tur devirecek gibi görünüyor. Umalım ki, ortaklık mekanizması olarak anılan bu yeni güven arttırıcı mekanizma hızla işlevsellik kazansın ve ABD-Türkiye ilişkilerinde eşit seviyede ilişkilerin hâkim olduğu bir müttefiklik ruhu yakalanabilsin. Ama sürecin önünde uzun turlar da olsa Türkiye-ABD ilişkilerindeki siyasi irade beyanını Türkiye-Yunanistan görüşmelerinden ayıran bir unsur var. O da Ankara'nın ABD'den kopabileceği düşüncesinin bugünkü jeopolitik çerçevede taşıdığı anlam ve bu olasılığı siyasi olarak tetikleme dikkatsizliğini ABD'de önleme kaygısı.

SİYASİ CAYDIRICILIK İŞLEDİ

ABD'nin Türkiye'yi kaybetme korkusunu somut olarak yaşadığı birkaç dönüm noktası sayabiliriz. Geçtiğimiz haftalarda yaşanan "10 büyükelçi krizi" de böyle bir anı temsil ediyordu. 10'ların yaptığı açıklama Türkiye'de siyasi iradeye ve hukuk düzenine karışma teşebbüsü olarak Ankara tarafından kesin bir tepki ile reddedildi. Türkiye'nin kararlı duruşu sadece Viyana Anlaşması'nın hatırlatılması gereğinden kaynaklanmıyordu aynı zamanda Ankara Türkiye'nin meşru taleplerinin göz ardı edilmesi halinde ABD'nin Ankara nezdinde yaptığı sınamaların geri tepeceğini de açıkça Washington'a gösteriyordu. Dolayısıyla, Washington yönetimi Ankara ile iplerin tamamen kopması halinde ortaya çıkacak jeopolitik maliyetin ABD için kabul edilemez olacağı çıkarsamasından hareketle, Roma'da Ankara ile yeni bir diplomasi masası kurmaya karar verdi. Washington'un krizi tetikledikten bir hafta sonra Ankara ile güven artırıcı diyalog kurma çabası, bu dönüşün hızı çoğu yorumcuyu şaşkına çevirdi. Oysa unutmayalım Washington'un önündeki jeopolitik gündem Ankara ile ilişkilerini bir an önce yeniden tanımlamayı zorluyor.

JEOPOLİTİK NE SÖYLÜYOR?

ABD güvenlik belgeleri Washington'un karşı karşıya olduğu güvenlik risklerini tanımlamakta. Buna göre Çin öncelikli tehdit olarak çoktan ilan edildi. Rusya'nın da Washington'un çıkarlarını Baltıklar-Karadeniz-Akdeniz hattında zorlayıcı bir aktör olduğunu artık uçan kuş bile biliyor. Biden yönetimi Asya'ya hızla dönerken Moskova'ya yanlış bir mesaj vermemeye özen gösteriyor. Sonuçta ABD'nin amaçlarından birisi de Moskova'yı mümkün olduğunca sınırlandırabilmek. Ancak henüz ABD'nin Rusya'yı kontrol ettiği alandan çıkartamadığı da malum. İşte Rusya'nın sınırlandırılması ama kışkırtılmaması zorunluluğu ile karşı karşıya kalan Washington Karadeniz-Ege-Akdeniz ekseninde Körfez-Kuzey Afrika-Afrika derinliğinde bölgeden aktörler olmadan hareket etmenin zor olduğunu biliyor. Akdeniz hattında Washington bugüne kadar İsrail, İran, Mısır, Suudi Arabistan, Katar, BAE dahil pek çok aktörü bu tür bir sınırlandırmanın aracı olarak kullanmaya çalıştı. Hala Yunanistan, GKRY ve İsrail'e destek verildiği biliniyor. Ancak gelinen noktada Rusya'nın sınırlandırılmasında başarılı olunmadığı, bölge ülkeleri arasında tetiklenen rekabetin silahlar, tanker savaşları, füzeler, siber saldırı araçlarının yayılması temelinde pek çok tehdit ve riski açığa çıkardığı görünüyor. Hatta sırf bu risklerin kontrolü için bölge ülkeleri çoktan Türkiye'nin de kapısını çaldıkları bir normalleşme silsilesi başlattılar. Tüm bu risklerin gözlenip, kontrol edildiği yerlerden biri Türkiye. Malatya-Kürecik bu kontrolün sembol önemde üssü. Karadeniz-Baltıklar hattında da ABD'nin krizler üzerinden Rusya'yı deneme stratejisi çok iyi sonuç vermedi. Avrupa'nın zayıflığı bu nedenle ABD'yi NATO'nun faydaları üzerine düşünmeye itiyor. Sonuçta Kuzey-Güney ekseninde Rusya'yı saldırganlaştırmadan sınırlandırmanın yolu da Güney'den gelebilecek riskleri takip edip kontrol altına almanın yolu da Türkiye'den geçiyor. Roma görüşmesinde Biden'ın Ankara'nın özellikle NATO'daki vazgeçilmez değerine dikkat çekmesi elbette tesadüf değil.

ABD-Türkiye NATO müttefikliğinin en sorunlu alanlarından biri Suriye'de Amerikan yönetimlerinin şimdiye kadar PYD'ye vermiş oldukları destek. Cumhurbaşkanımız bu konuda Türkiye'nin mevcut rahatsızlığını Biden'la yüz yüze yapmış olduğu görüşmede bir kez daha dile getirdi ve böylece Ankara'nın bu konuda ciddi bir beklentisi olduğunun altını yeniden çizdi. Gerçekten de bundan sonra ABD'nin bu meselenin çözümü konusunda müttefiklik ruhu içinde davranarak bugüne kadar Suriye'de PYD konusunda Türkiye'ye vermiş olduğu sözleri tutması gerekiyor. Ankara, Roma'da bu konudaki itiraz ve çekinceleri dile getirmek suretiyle sorunun diyalog yoluyla çözülmesine bir şans tanımış olmakla beraber elindeki- askeri müdahale de dahil- diğer bütün opsiyonların masada olduğunu sonradan kamuoyuna yapılan açıklamalarla dile getirdi. Sonuçta, G-20 Zirvesi'nde, Biden ile görüşmede ve sonrasında Türkiye'nin Suriye ve PYD konusunda yaptığı tüm açıklamalar, bugünlerde sıklıkla tartışılan olası bir Suriye operasyonunun yapılıp yapılmayacağına dair verilmiş en net cevaptır.

SAVUNMA İŞBİRLİĞİ HAVUCU

G20 dönüşü Sayın Erdoğan'ın üzerinde uzun uzadıya durduğu bir başka mesele Türkiye'nin Rusya'dan tedarik etmiş olduğu S-400'ler üzerinden Türkiye'ye uygulanan CAATSA yaptırımlarıyla ilgiliydi. Ve bu konuyla bağlantılı olarak ABD'nin Ankara'yı F-35 ortaklık programından çıkartmış olması da gündemin bir parçasıydı. Hatırlanacaktır, Türkiye'ye parası ödenmiş olmasına rağmen teslim edilmesi gereken iki F-35 uçağı da teslim edilmemiş, Ankara'nın verdiği para da iade edilmemişti. S-400 temelli sorunların çözümü için Ankara Trump yönetimine teknik komite kurulması, konunun müttefikler arasında istişare edilmesi önerisini getirmişti. Ancak Washington yönetimi bu öneriyi reddetmiş ve Trump ekibi yönetimi bırakmadan hemen önce CAATSA yaptırımlarından beşini Türkiye'ye uygulamıştı. Anlaşılacağı üzere Ankara için mesele sadece teknik ve ekonomik bir mesele değil. CAATSA bir cezalandırarak caydırma aracı. Ancak ABD tarafından Türkiye hedef alındığı anda – ister ağır ister hafif yaptırımlarla alınsın- siyasi olarak Türkiye'nin caydırıcılığına zarar verici bir etki yaratıyor. Üstelik bu zarar iki NATO müttefiki arasındaki siyasi ilişkinin bozulması olarak yorumlanacağından daha da artıyor. Bu zararın tazmin edilmesini Ankara'nın beklediğini biliyorduk. Nitekim Roma Zirvesi'nden hemen önce, bizler Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın ağzından Türkiye'ye F-16'ların tedariki ve modernizasyonu hakkındaki ABD teklifinin bizzat Biden yönetimi tarafından Ankara'ya yöneltildiğini duyduk. Millî Savunma Bakanlığı 'da F-35 programına dönme, Türkiye'nin satın aldığı F-35'lerin teslimi ya da paranın iade edilmesi ya da paranın F-16 temin ve modernizasyonu için kullanılması taleplerini yineledi. İki başkent arasında pazarlıkların ciddi olup olmadığı da bu andan itibaren kamuoyunda tartışılmaya başlandı. Roma görüşmesinde ABD Başkanı Biden'ın Cumhurbaşkanı Erdoğan'a F-16'ların tedariki konusunda elinden geleni yapmaya söz vermesi üzerine de iki başkent arasında savunma sanayi işbirliği dosyasının sorunlara rağmen rafa kaldırılmadığı görüldü. Bu önemli, zira ABD'nin oluşturduğu ittifak ağları savunma sanayii işbirliği, teknoloji işbirliği havucu olmadan günümüz koşullarında birlik ve bütünlüklerini çok zor sağlayabilirler. ABD'nin ilişkilerini çeşitlendiren aktörleri nasıl kendi etki alanında tutabileceği tartışması Türkiye ile geliştireceği ilişki ve işbirliği üzerinden yeni bir boyut kazanabilecek.

KONGRE ENGELİ

Konunun uzmanları haklı olarak Başkanın F-16 konusunda kararlı olması halinde bile, bu uçakların Türkiye'ye tedarik mevzunda Kongre engeli ile karşılaşılabileceği uyarısında bulunuyorlar. Bu bağlamda, özellikle Roma sonrası kurulacak ortaklık mekanizması sayesinde şimdi yeni bir fırsat penceresinin aralandığını söyleyebiliriz. Şöyle ki; istenirse ve tabi gerekli siyasi irade ABD'de oluşursa, pekâlâ S-400 meselesi müttefikler arasında bir çatışma konusu olmaktan çıkabilir. ABD bu konuda halihazırda Hindistan ve Avustralya ile işbirliğinin önünü açan adımlar atıyor. Bilindiği üzere Hindistan Rusya'dan S-400 tedarik etmişti. Avusturalya da Çin ve Rusya ile savunma anlaşması yapmış bir aktör. ABD Senatosu bu iki ülkeye yaptırım uygulanmaması hakkında bir yasa teklifi hazırlığı içerisinde. Kısaca, ABD de müttefiklerinin caydırıcılığını kısıtlayacak hamlelerle çok yol alamayacağını biliyor. Bu nedenle CAATSA gibi yaptırım kararlarından ziyade kuralara getirilen istisnalar üzerinden belirli alanlarda esnekliğe açık yeni ittifak modelleri ortaya çıkıyor.

FIRSAT PENCERESİ

Bu noktada ABD'nin çifte standartlı politikalarını eleştirebiliriz ancak bu yeni muafiyet döneminin -ki daha önce Kuzey Akım II'ye de tanınmıştı- Türkiye-ABD ilişkileri için bir fırsat penceresi araladığını da kabul etmeliyiz. Biden'ın Roma'da Cumhurbaşkanı Erdoğan'a verdiği söz, yani Başkanın kendi nüfusunu kullanarak Kongre'deki senatörleri Türkiye'ye sağlanacak muafiyet konusunda ikna etmesi, Kongre'yi Hindistan, Avusturalya örneklerini Türkiye üzerinden tekrarlamaya davet etmesi son derece mühim. Bazı yorumcular ABD'nin Asya/Çin takıntısını içselleştirerek Hindistan ve Avusturalya'nın jeopolitik önemini katlayarak zikrediyorlar. Doğrusu Çin'in sınırlandırılmasında bu ülkeler önemli ama ABD'nin Çin'e bakarken Karadeniz-Baltık-Akdeniz-Ortadoğu hattında Rusya'ya sahayı terk ettiği bir Dünya'da da yaşamıyoruz. Biden yönetiminin Yunanistan'da oluşturduğu yeni üs yapılanmalarının ve Trump'tan bu yana desteklediği Rusya'nın alan kapatma kapasitesinin sınırlandırılmasını hedefleyen ittifak kuşaklarının tek başına yeterli olmayacağı biliniyor. Bu nedenle, Washington yönetimi Ankara ile pek çok konuda var olan anlaşmazlıklara rağmen son noktada Ankara'nın jeopolitik konumunun ABD/NATO lehine muhafaza edilmesi gerektiğine inanıyor. Eğer, Biden, Kongre'yi Hindistan-Avustralya örneklerindeki gibi bir yasa tasarısına Türkiye bağlamında ikna edebilirse o zaman F-16'ların Ankara'ya tedarikinin önü açılabilir. F-16 süreci ile Washington-Ankara ilişkilerinde güven inşası bakımından yeni bir ivme kazanılmış olur. Böyle bir adımın atılması sonuçta iki ülke ittifak ilişkilerinin onarılması bakımından fevkalade önemli bir girişim olacağı gibi bu durum zaman içinde Baltıklar-Karadeniz-Ortadoğu'da bölge istikrarı açısından dönüştürücü bir jeopolitik hamleyi de pekâlâ tetikleyebilir. Kısaca Roma görüşmesi Türkiye-ABD ilişkilerinde gerçek bir dönemeç olabilir, yeter ki Biden ve ekibi görüşmenin ruhunu koruma kararlılığı göstersinler.