24 TV Güvenlik Analisti Yusuf Alabarda Esra Elönü'nün sunduğu Arafta Sorular programına konuk oldu. Alabarda, "Cumhurbaşkanı'na Nobel Ödülü verilmesiyle ilgili konular gündeme geliyor. Verilirse tabii ki karşı çıkmayız. Ama nedir bu içimizdeki Nobel aşkı?" dedi.
Yusuf Alabarda'nın konuşmasından satır başları:
Bizim mutlak suretle kendi tarihçilerimizi, kendi idraklarımızı örecek insanların çıkması lazım. Sürekli olarak Ukrayna krizinden dolayı Türkiye'ye ve Cumhurbaşkanı'na Nobel Ödülü verilmesiyle ilgili konular gündeme geliyor. Verilirse tabii ki karşı çıkmayız. Ama nedir bu içimizdeki Nobel aşkı? Suriye'nin Halep'inde kurumuş dudakları ile kendisi kurtulduğu için Allah sizden razı olsun diyen bir yetimin duası Nobel'den kaç kat büyüktür? Ya da 15 Temmuz'da bu milletin üzerinden tanklar geçerken Kabe'de ''Allahım Müslümanları ve Türkleri koru'' diye edilen dualar, Endonezya'da, Pakistan'da, Bosna'da, Azerbaycan'da edilen dualar Nobel ile kıyaslanabilir mi? Dolayısı ile aslanların kendi hikayelerini yazması gerektiğine inanıyorum.
28 ŞUBAT, 15 TEMMUZ'UN KULUÇKA MAKİNASIDIR.
28 Şubat, 15 Temmuz'un kuluçka makinasıdır. 28 Şubat sürecinde yaşananlar; FETÖ ve etrafında şekillenmiş olan ihanet şebekelerine nasıl davranmalarına gerektiği noktasında çok güzel örneklikler ortaya koymuştur. "Kapınızın önüne bira şişesi koyun, içmeniz gerekiyorsa rakı için, gecelere gidin." gibi birçok söylemde, öneride bulundular. Kimsenin ne yiyip içtiği ile benim hiçbir alakam olmaz ben kendi yaşamımdan sorumluyum.
Ama bu şartlar içerisinde FETÖ silahlı kuvvetlerde birçok yeri sardı. Bu konu ile ilgili şu çok söyleniyor "AKP sayesinde FETÖ bu kadar her yeri sarabildi, kendini gösterdi." Ne zaman sardı diye sorarsak şöyle söyleyeceğiz bu konu ile ilgili;
O gece derdest edilerek merdivene dizilmiş Generaller var değil mi? O Generallerini hepsinin öğrencilik hayatları da dâhil TSK'da 40 yıllık süreçleri var. Biz bu konularla ilgili Sayın Cumhurbaşkanını çok ikaz ettik dediler. Sureti halktan gözüken bir takım insanlar çıkıyor ekranlara onlar söylüyor. O merdivende derdest edilerek dizilmiş o adamlar yüksek askeri şurada Generalliğe terfi ettirilirken elhak altında Başbakan Erdoğan ile Milli Savunma Bakanı oluyor yüksek şurada. Semih Terzi'nin Tuğ Generalliğe terfi etmesinin altında 14 tane Or General'in imzası var. Biride çıkıp uyarmıyor. Bu 14 Or General ile ilgili bir tane cümle çıkmayacak mı ağzınızdan? Recep Tayyip Erdoğan nerden bilsin Semih Terziyi. Yanındaki insandan haberi olmuyor, yaverinden haberi olamıyor maalesef ki. Bu yüzden Sayın Cumhurbaşkanı'nı biz ikaz etmiştik lafı çok anlam ifade etmiyor. Derdest edilenler, içeriye atılanların içerisinde bu lafları söyleyenlerin genel sekreterleri, özel kalem müdürleri var. Bu o adamları görevlendiren sizdiniz. Bu lafı söyleyenler bu konulara hiç girmezler. Çünkü bilgi asimetrisinden yararlanıyorlar.
1960 YILINDAKİ DARBE, AYNI ZAMANDA BİZİM SİYASETÇİLERİMİZİN İDRAKLARINA DA VURULMUŞ BİR DARBEDİR.
Aslında il bedeli 28 Şubatta ödemedik. Cumhuriyet Dönemine bakarsak 1960'larda başladı bu süreç. Cumhuriyet Dönemindeki en büyük sıkıntımız darbeler sürecidir. Bu darbeler süreci iyi incelenmediği sürece Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin patinajdan çıkması pek mümkün değildi 15 Temmuz tarihine kadar. 1960 yılındaki darbe, aynı zamanda bizim siyasetçilerimizin idraklarına da vurulmuş bir darbedir.
TÜRK'ÜN EVLADI AT YARIŞI OYNAMAZ. BİZZAT GİDER ATA BİNER.
At binmeyi severim. Profesyonel bir binici değilim ama iyi bir rahvan binicisiyim.
At dendiğinde dört nala koşan atlar gelir akla. Ama Osmanlı'da dahil olmak üzere rahvanla gitmişler, dört nala koşmamışlar. Rahvanın özelliği ise üzerinde kahve fincanında sarsılmadan kahve içebileceğiniz şekilde koşan attır. Herkes rahvan ata çok daha rahatlıkla binebilir. At binme ile ilgili hususlar yerini at yarışı oynayan Türk evlatlarına bıraktı. Türk'ün evladı at yarışı oynamaz. Bizzat gider ata biner.
28 ŞUBAT SÜRECİNDEN SONRA CUMA NAMAZLARINA GİDİLMESİYLE İLGİLİ ÇOK BÜYÜK SIKINTILAR YAŞANMAYA BAŞLADI. DAHA ÖNCESİNDE, 90'LI YILLARIN BAŞLARINDA SİLAHLI KUVVETLERİN İÇERİSİNDE CUMA NAMAZLARI KILINIYORDU.
28 Şubat sürecinden sonra Cuma namazlarına gidilmesiyle ilgili çok büyük sıkıntılar yaşanmaya başladı. Daha öncesinde, 90'lı yılların başlarında silahlı kuvvetlerin içerisinde Cuma namazları kılınıyordu. Baktıkları bir takım kriterler vardı. Ordu evlerine yemeğe geliyor mu, eşinin - annesinin başı örtülü mü, fikirlerinde radikal değişiklikler var mı gibi kriterleri vardı. Ben o açılardan dolayı herhangi bir sıkıntı ile karşılaşmadım. Ben silahlı kuvvetlerden, 15 Temmuz olmadan 9 ay önce ayrıldım. Ayrılırken yazdığım dilekçede dahil olmak üzere etrafımdaki bütün arkadaşlarımda bilir ki bu işin artık dönülmez noktayı geçtiğini ve orada yerim olmadığını gördüm. Ben siyasete bulaşmış orduların harp edemeyeceğini düşünüyorum. Silahlı Kuvvetlerinin içinde T.C. 'deki tüm vatandaşların hakkı vardır, orası bir Peygamber ocağı. Hangi görüş veya felsefeden gelirse gelsin TSK'nın içi bundan, siyasetten arındırılmış olmalıdır.
"BİR ÇİFT ÖRÜLMÜŞ SAÇIN HİKÂYESİ" ÇOK ÖNEMLİ. ASLINDA ANADOLU'DA BÖYLE BİNLERCE HATTA ON BİNLERCE HAYAT OLDUĞUNU BİLİYORUM. AMA HOLLYWOOD'DA FİLME DÖKÜLÜRSE BUNLAR ANLAM KAZANIYOR.
Ortaokul 2. Sınıfa giderken Türkçe Öğretmenim okuduğum kitabı, o kitaptan neler anladığımı sordu bana. İnce Memed'i okuyordum. Ben de o kitaptan anladıklarımı anlattım hocama. Benimde velim dayımdı, öğretmendi. Bir gün babamı bulup "neden hiç okula gelmiyorsun?" diye soruyor. "Sokaktan keçiniz 2 gün dönmese konuyu merak edip hemen bakıyorsunuz ama çocuğunuz burada kaç senedir okuyor, dersleri de çok iyi bir kere bile gelip çayımızı içmediniz, çocuğunuzun durumunu konuşmadınız bizimle." Babam o mahcubiyetini hiç unutmadığını şimdi bile dile getirir.
Kitap okumak için Balıkesir'e giderdim. Para toplamak içinde bir sürü iş yaptım. Balıkesir'de kitap alabileceğiniz nadir yerlerden biri Hürriyet Kitapevi idi. Şimdiki gençler çok şanslı rahatça ulaşabiliyorlar.
Aradan yıllar geçti ben Balıkesir'e Ordu Donatım Okulu'na geldim. Kitap alabileceği sayılı yerlerden bir tanesi MEB'in kitap satış noktasıydı. Birde çok sevdiğim Hasan Basri Amcanın Oku kitapevi vardı. Oradan aldığımız kitapları kredi kartı ile ödemezdik. Çünkü oradan aldığımız kitaplar tespit edilirse, Silahlı Kuvvetlerin içerisinde oradan kitap alan, uygun olmayan gazetenin tespiti olursa sizi ayırıyorlardı.
"Bir çift örülmüş saçın hikâyesi" çok önemli. Aslında Anadolu'da böyle binlerce hatta on binlerce hayat olduğunu biliyorum. Ama Hollywood'da filme dökülürse bunlar anlam kazanıyor.