Üç örnek ve sinemada ‘ötenazi'

Sinemanın özellikle distopik filmlerle pek çok konuda olacakları önceden perdeye taşıyarak seyirciyi gelecekteki olaylara hazırladığı düşünülür. Yakın zamanda izlediğim üç filmde de ortak konu ötenazi olunca Pedro Almodóvar'ın son filmi Yandaki Oda'dan yola çıkarak, Yüzleşme ve Tereddüt Çizgisi'nde de dikkat çeken bu sancılı konuyu kaleme aldım.

Gülcan Tezcan

Ötenazi son dönemlerde özellikle bağımsız sinema filmlerinde sıkça karşımıza çıkan bir tema. Türk sinemasında yakın zamanlı iki örnek daha çok pasif ötenazi olarak adlandırılacak uygulama ile hastanın yaşamına son verilmesi ve bu durumun aile fertlerinin hayatına yansımalarını konu alıyor. Ancak filmlerin hiçbirinde etik olarak insanın yaşam hakkından vazgeçmesinin doğruluğu, yanlışlığı ya da hasta yerine başkalarının bu hakkı sonlandırmasının ahlakî ve dinî karşılığı tartışılmıyor. Sadece 'vicdani bir yük' olarak ele alınıyor.

Sinemanın özellikle distopik filmlerle pek çok konuda olacakları önceden perdeye taşıyarak seyirciyi gelecekteki olaylara hazırladığı düşünüldüğünde ötenazinin bu kadar sık karşımıza çıkması da önümüzdeki yıllarda bu konunun daha da yaygınlaşıp belki de olağanlaşacağını düşündürüyor. Özellikle Avrupa ve ABD'de hızla yasallaştığı düşünülürse bu çok da uzak bir gelecek olmayacak.

Türkiye prömiyerini İstanbul Film Festivali'nde gerçekleştiren Filiz Kuka'nın senaryosunu yazıp yönettiği Yüzleşme'de hasta bakıcı, hastanın çektiği ıstırabı dindirmek için farkında olmadan yanlış bir ilaçla ölümüne yol açar. Çektiği vicdan azabından dolayı hastanın kızına durumu anlatır. Hastanın ne yaşadığı ve hastalık süreci hakkında çok fazla bilgi vermez film.

Hastanın çocukları ve eşinin yas süreci, miras meseleleri ve bu sırrın nasıl paylaşılacağına tanıklık eder sadece seyirci. Ölen anneden, onun hayatlarında bıraktığı izden, duygusal bağlarından söz edilir. Anne figürü sevgi, saygı ve minnettarlıkla anılır.

ANNENİN ÖLÜMÜNE KARAR VERMEK...

Buna karşılık 2023 yılı yapımı Selman Nacar'ın yazıp yönettiği Tereddüt Çizgisi'nde anne-kız ilişkisi daha problematiktir. İki kız kardeş hastanede yatan annelerine dönüşümlü olarak bakmaktadır. Gündüzleri evladını olan, akşamları ise avukat kızı hastanın başındadır.

Ev ve aile sorumluluğu olan Belgin, Canan'ın karşı çıkmasına rağmen doktorlar tarafından düzelme ihtimali olmadığı söylenen annesinin yaşam ünitesinden çıkarılmasını ister. Canan geçmişte annesiyle yaşadığı çatışmadan dolayı eğitim bahanesiyle yurt dışına çıkmış ancak hastalık sürecinde geri dönmüştür. Belgin, Canan'ın annesini yaşatma çabasını çektiği vicdan azabına bağlar. Makinaya bağlı yaşatmanın annesine eziyet çektirmekten başka bir faydası olmadığını ve bu sürecin kendi hayatını olumsuz etkilemeye başladığını söyler. Canan sonunda ikna olur. Yine hastanın kendi gözünden hastalık sürecine ve ne yaşadığına dair bir bilgi verilmez. Ancak Canan son nefeste annesiyle yüzleşir ve vedalaşır. Filmin en can yakan yanı ise Canan, annesinin organlarını bakmakta olduğu davada masum olduğuna inandığı genci kurtarmak için pazarlık konusu etmesi.

ŞİİRSEL ANLATI DİLİNİN ARDINDAKİ GERÇEK

Bu hafta vizyona giren İspanyol yönetmen Pedro Almodóvar'ın İngilizce olarak çektiği ilk uzun metraj filmi "The Room Next Door" (Yandaki Oda) ise ötenaziyi hasta merkezli anlatan bir yapım. Sigrid Nunez'in "What Are You Going Through" romanından uyarlanan filmin senaryosunu da Almodóvar'ın kaleme almış.

Kadınların duygularını, yaralarını, geçmiş ve geleceğe dair sancılarını çok iyi çözümleyen ve etkileyici bir dille sinemaya aktaran Almodóvar'ın Konuş Onunla, Annem Hakkında Her Şey, Dönüş, Sinir Krizinin Eşiğindeki Kadınlar gibi filmleri elbette sadece kadın özneyi merkeze almıyor. Yönetmenin kurduğu film evreninde sinemasal anlamda imzası haline gelen pek çok şey yanında eşcinsel temayı da mutlaka hikâyenin bir yerine teyellemesi hatta her durumda onların dünyanın yükünü taşıdığını, en ağır hayat kavgasını onların verdiğini ve en ağır bedelleri onların ödediğini vurgulaması da adeta varoluşsal bir gereklilik gibi.

Dünya prömiyerini eylül ayında Venedik'te yapan ve Altın Aslan kazanan Almodóvar'ın son filmi Yandaki Oda filminde de son evredeki kanser hastası Martha iyileşme umuduyla yeni tedavi yöntemleri denese de sonuç alamaz. Tam o günlerde gençken bir dergide beraber çalıştığı Ingrid, Martha'nın durumundan haberdar olup ona destek olmaya gider. Martha mesleğe savaş muhabiri olarak devam etmiş, Ingrid ise artık ünlü bir yazardır. Son kitabında ölüme neden anlam veremediğini anlatan Ingrid, Martha'nın son yolculuğuna eşlik etmek zorunda kalır. Üstelik Martha, yasal olmayan bir yolla ötenazi yapmak istemektedir. Mesleği ve kariyerini önceleyerek annelik yapmadığı kızı hastalık sürecinde Martha'yı yalnız bırakır. Kızına babasıyla ilgili gerçekleri söylemeyen Martha, bu sırrını da Ingrid'e emanet eder. Yaptıkları anlaşmaya göre ötenazi hapını alacağı günü Ingrid bilmeyecek her sabah arkadaşının hayatta olup olmadığını kontrol edecektir. Ölümün soğukluğunu yok sayıp birlikte bir tatil yapar gibi zaman geçirmeye başlayan ikili geçmişi konuşurken yaşadıkları çarpık ilişkileri de hatırlar. Şiirsel anlatım diliyle Pedro Almodóvar filmleri etkileyici bulunsa da yönetmenin bu gücünü tıpkı Holocost filmleri gibi kendi inandığı gerçekliğe tüm dünyayı ikna etmek için kullandığını unutmamak gerek.