''The Palermo Shooting'' (Palermo'da Yüzleşme): Yaşam ile ölümü onurlandıran düşünceli bir film

Ölmüş olabilirdik ama hayattayız. Peki tam şu anda yaşadığımızın iki katı hissedebiliyor muyuz? Hayır, hiç sanmıyorum... O halde kendinizi hazırlayın, Wim Wenders imzalı ''The Palermo Shooting'' (Palermo'da Yüzleşme) bizlere düşünceli ve duyarlı bir sinema deneyimi sunuyor.

aksam.com.tr

Belgin Özdemir

Yıl 2008... Bilmiyorum kaçıncı kez yine ölümü yörüngesine almış bir filmin başında bulmuştum kendimi: "The Palermo Shooting" (Palermo'da Yüzleşme). Yaşam ile ölümü ustalıkla harmanlayan ve ölümü onurlandıran bu film, gerçek bir armağan...

Sicilya adasının müze kenti Palermo'dayız. İsli, puslu, nefti Düsseldorf'tan çıktık geldik bu güneşli şehre. Palermo, antik Yunanca'dan geliyor; "büyük liman, limanların anası" demek. Sürekli tökezleyen hayatında bilincinin dışına atmaya çalıştığı ölüm korkusu, Palermo'ya gelmeden yakalıyor Finn'i. Ölüm mü kahramanımızı yoksa kahramanız mı ölümü çekim alanına alıyor, bilinmez. Palermo'da tekrar yakalıyor Azrail'in teğet geçen okları. İlk kez doğru zaman ve mekan da yerini alıyor Finn ve yüzleşme başlıyor.

Griye çalan bir beyazlık içindeki evinde fotoğraf sanatçısı Finn... Hayatı gibi yapay fotoğraflarının başında, düşünceli, dekorların arasında boğulan biri. Yaşamın ortasında yaşar kalmış, iç müziğiyle sessiz, gerçek olamayacak kadar muvazeneli bir arayış adamı. Görünür gövdesiyle görünmeze panoromik bir fotoğraf makinesiyle dokunan Finn, şaşaalı bir yaşamın düzensiz insanlarından biri, o da herkes gibi ölüleriyle vedalaşmış ve bir o kadar ölüme yakın.

Kendini, zamanı, yaşamı ve ölümü bu kadar sorgulayan kaç insan vardır ki? Finn, çağımız kapalı mekan insanını, paranın-gücün hakimi ama ruhunun-kaderinin efendisi olamama durumunu özet bir fotoğraf gibi sunuyor önümüze. Her uykuya yatmayı küçük bir ölüm olarak yorumlayan ama ölümden korkan, günün başlangıcında her şeyin değişmesiyle uyanan bir adamın yol hikayesi diyebiliriz "The Palermo Shooting" (Palermo'da Yüzleşme) için.

- Öldüğünü ne zaman anlarsın? Düş göremediğin zaman mı yoksa gördüğün her şeyin düş olduğu zaman mı?
-Her şey için bir son defa vardır çünkü ölüm vardır... Ama bilmeyiz... Bu nedenle her şeyi son defa yapıyor gibi yapmalıyız. Yani her şeyi ciddiye almalı, sadece kendini değil...

Alman punk grubu Die Toten Hosen'ın solisti, Finn'e hayat veren Campino, Ferzan Özpetek'in "Karşı Pencere"siyle tanıyıp sevdiğimiz, duru güzelliğiyle göz kamaştıran Giovanna Mezzogiorno ile hem birbirlerine hem filme yakışmışlardı.

- Kayboldum! Var olan dünyadan korkan bir yığın insan var. Bu ölüm korkusu mu? Yaşamdan korkmak, ölüm korkusu mudur?
- Ölümün soğuk yüzü vardır sanılır, oysa o bir başlangıç, bağlayan bir kapı, çıkmaz sokak değil. Yakalanmış hayat: Fotoğraf... Dijitallerde ise "öz"ü kaybediyoruz. Tıpkı yaşam gibi!

"Palermo Shooting"i (Palermo'da Yüzleşme), 2007'nin yazında aynı gün ölen iki büyük usta, Ingmar Bergman ve Michelangelo Antonioni'ye adadığını belirten ve bir röportajında müzik yapamadığı için sinemacı olduğunu söyleyen Alman Yönetmen Wim Wenders'in teşekkürü en çok, seyirciye Finn'in kulaklığıyla dinlettiği müziklerde hak ettiğini söylemeliyim. Daha fazla ayrıntıya girmeden sözü filme bırakıyorum. "Hadi ölümü onurlandırın. Ölümün gerçek yüzünü anlayın, anlatın. Ölümün bir doğum olduğunu..."

Bu hafta yayınlanacak en iyi 7 dizi

Sizi her şeyden uzaklaştıracak ve ruhunuza iyi gelecek "Merkür Retrosu"na karşı 10 film

Bir Hollywood efsanesi: Katharine Hepburn'ün hayatı ve filmleri