''Sinemanın en güçlü yanı görünmeyi görünür kılmak ve seyirciyi de buna dahil etmek''

“Sinemanın en güçlü yanının, görünmeyeni görünür kılmak ve seyirciyi de bu sürecin aktif bir parçası haline getirmek olduğuna inanıyorum.” diyen ve son çektiği “Hayalet Ağlar” belgesel filmiyle çok önemli ve göz ardı edilen bir konuyu gündeme taşıyan Ayşenur Sülün, aksam.com.tr için sorularımızı yanıtladı.

AKSAM.COM.TR

ALİ DEMİRTAŞ

İstanbul Üniversitesi'nde yüksek lisans eğitimine devam eden ve sinema alanındaki üretimlerini beraberinde sürdüren Ayşenur Sülün, son çektiği "Hayalet Ağlar" belgesel filmiyle hem çok önemli bir konuyu gündeme taşıdı hem de deniz canlılarının güvenliği ve yaşamları hakkında hatırı sayılır bir farkındalık yarattı. Biz de bu vesileyle kendisiyle keyifli bir söyleşi yaptık.

ÇOCUKKEN EKRANIN BÜYÜSÜNE ÖYLESİNE KAPILMIŞTIM Kİ...

Sizi daha yakından tanıyabilir miyiz?

1999 yılında İstanbul'da doğdum. Çocukken ekranın büyüsüne öylesine kapılmıştım ki, televizyonun içine nasıl gireceğimi düşünürdüm. Ailem ne kadar kızsa da ben hep televizyona en yakın yerde otururdum. Sinemayla ilk bağım ise annemin ellerindeydi; özel günlerde çıkardığı fotoğraf makinesiyle anlarımızı ölümsüzleştirirdi. Zamanla o makineyi ben devraldım. Küçük bir dijital kompakt kamerayla kendi dünyamı kayda almaya başladım; adını bilmeden ilk vloglarımı çektim, amatör kurgular yaptım. O yıllarda yalnızca bir oyun gibi görünen bu uğraş, aslında sinemaya uzanan yolun ilk işaretleriydi. Lise yıllarımda drama gösterilerinde yer aldım, dans ettim; sahneyle kurduğum bağ, sinemaya duyduğum merakı daha da besledi. Üniversite eğitimime İstanbul Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü'nde başladım. Ancak sinemaya olan tutkumu fark edince yeniden üniversite sınavına girdim; Radyo, Televizyon ve Sinema Bölümü'ne geçtim. 2024 yılında yüksek onur öğrencisi olarak dereceyle mezun oldum. Şimdi de aynı üniversitede ve aynı bölümde yüksek lisans eğitimime devam ediyorum. Bu süreçte bir yandan ürettiklerimle öğrendiğim teorik bilgileri pratiğe aktarıyor, diğer yandan da sinema üzerine yazılar kaleme alıyorum.

Ayşenur Sülün

BENİM İÇİN SİNEMAYI ÖZEL KILAN, İNSANIN DUYGULARINA DOKUNABİLME GÜCÜ

Biraz daha detaya inelim, sinema sizin için ne anlam ifade ediyor?

Benim için sinema çok katmanlı bir alan. Lisans yıllarımda pek çok kuramla tanıştım. Gazete ve televizyon gibi iletişim araçlarının çoğunlukla benzer kuramlardan beslendiğini gördüm ama sinemaya gelince bambaşka bir tabloyla karşılaştım. Sinemanın çıkış hikâyesi, kullandığı kuramlar ve meseleleri ele alış biçimi çok farklıydı. O noktada sinemanın yalnızca bir iletişim aracı değil, kendi başına özgün ve çok büyülü bir dünya olduğunu anladım. Bu keşif, sinemaya olan ilgimi daha da kuvvetlendirdi. Sinema, bir yanıyla resim, müzik ve edebiyat gibi sanat dallarının kesişim noktasında duran estetik bir alan; öte yandan Hollywood örneğinde olduğu gibi dev bir endüstri. Ama benim için sinemayı asıl özel kılan, onun insanın duygularına dokunabilme gücü. Bu noktada Tolstoy'un sanat tanımı bana çok yakın geliyor: "Başkası tarafından yansıtılan duyguları görerek ya da duyarak algılayan birinin, o duyguları kendi içinde hissetmesi..." Benim için sinema tam da böyle bir şey. Çünkü bana göre sinema; başkalarının duygularını paylaşmanın, karakterlerle empati kurup onların dünyasına girebilmenin ve izleyicide bir katarsis yaratmanın en güçlü yoludur. Bu, sinemayla kurduğum en derin bağlardan biri.

HALİT REFİĞ'İN GURBET KUŞLARI SADECE BİR AİLE HİKÂYESİ DEĞİLDİR

Ama sinemanın yalnızca duygulara dokunan bir sanat olmadığını da biliyorum. Onun aynı zamanda ideolojik ve toplumsal bir boyutu var. Özellikle Sovyet sinemacıları bu tarafı çok bilinçli bir şekilde kullandılar. Onlar için sinema yalnızca bir sanat değil, kitleleri harekete geçiren, yeni bir bilinç kazandıran güçlü bir araçtı. Propaganda, onların sineması için olumsuz bir kavram değildi; tam tersine toplumsal dönüşümün bir aracıydı. Bu yaklaşım beni her zaman çok etkilemiştir. Bizim sinemamızda da bu yön çok güçlü. Örneğin Halit Refiğ'in Gurbet Kuşları bence sadece bir aile hikâyesi değildir; aynı zamanda 1960'ların göç olgusuna dair çok önemli bir sosyolojik tanıklıktır. Ya da Metin Erksan'ın Susuz Yaz'ı, yalnızca sinema tarihi açısından değil, hukuk açısından da bir dönüm noktasıdır; su hakkı meselesini gündeme taşıyarak toplumsal tartışmalara yol açmıştır. Benim için sinema tam da bu yüzden kıymetlidir: Hem kitlelere yeni bir bakış açısı kazandırabilen hem de toplumsal belleği koruyup gelecek kuşaklara aktarabilen bir ifade biçimi.

"Hayalet Ağlar" filminden

SİNEMADA EN ÇOK GÖZ ARDI EDİLENİ, ARADA KALANI GÖRÜNÜR KILMAYI ÖNEMSİYORUM

Ayrıca sinema benim için görünmeyeni görünür kılmanın en güçlü yollarından biridir. Vertov'un kamerayı yalnızca bir kayıt aracı değil, gözün göremediğini gösterebilen bir güç olarak tanımlaması bu bakışımı çok iyi yansıtıyor. Ben de sinemada en çok göz ardı edileni, arada kalanı görünür kılmayı önemsiyorum. Bu noktada Kracauer'in düşüncelerine de yakın hissediyorum kendimi. O da sinemayı; gündelik hayatın sıradan gibi görünen ama derin anlamlar barındıran yönlerini estetik bir biçimde görünür kılabilen bir mecra olarak tanımlar. Kendi üretimlerimde de hep bu yönleri öne çıkarmaya gayret ediyorum. Son olarak, benim sinemaya bakışıma göre seyirci hiçbir zaman pasif bir konumda olmamalı. Sinema, seyirciyi düşünmeye, hissetmeye, sorgulamaya davet eden bir alan olmalı. Bu noktada Eisenstein'ın diyalektik montaj anlayışı bana çok ilham veriyor. Çünkü onun da söylediği gibi, iki bağımsız çekim yan yana geldiğinde yalnızca üst üste eklenmez; aralarındaki çarpışmadan üçüncü, bambaşka bir anlam doğar. Ve bu üçüncü anlam aslında seyircinin zihninde üretilir. İşte tam da bu nedenle montaj, seyirciyi pasif bir alıcı olmaktan çıkarıp aktif bir yorumlayıcı haline getirir.

"Hayalet Ağlar" filminden

BU DÖNÜŞÜM ÖZELLİKLE BELGESELDE ÇOK NET HİSSEDİLİYOR

Tabii Eisenstein'ın montajla kurduğu bu "interaktivite" duygusu, bugün dijitalleşen dünyada farklı bir biçimde devam ediyor. Lev Manovich'in de vurguladığı gibi, sinema artık yalnızca bir kayıt teknolojisi değil; bilgisayarın sağladığı imkânlarla yeni anlatım biçimlerinin yaratıldığı bambaşka bir evrene dönüşmüş durumda. Bu dönüşüm özellikle belgeselde çok net hissediliyor. Eskiden seyirci daha pasifti; bugünse interaktif belgesellerden bahsediyoruz. Artık seyirci yalnızca izleyen değil, anlamı kuran ve sürecin bir parçası olan bir aktör haline geliyor. Ben de üretimlerimde bu yaklaşımı kendime rehber ediniyorum. Sinemanın en güçlü yanının, görünmeyeni görünür kılmak ve seyirciyi bu sürecin aktif bir parçası haline getirmek olduğuna inanıyorum.

"Hayalet Ağlar" filminden

BU AĞLAR, CANLILARI TUZAĞA DÜŞÜREREK HAYALET BİR BALIKÇILIĞIN SÜRMESİNE YOL AÇIYOR

Hayalet Ağlar belgeselinin çıkış noktası ne oldu peki, nasıl bir düşünce sürecinin ürünü?

Hayalet Ağlar belgeselinin çıkış noktası, denizlerimizde uzun süredir var olan ancak yeterince gündeme gelmeyen bir çevre sorununu fark etmemle başladı. Bir süre önce Serço Ekşiyan'ın, denizlerden çıkarılan ağların ileri kullanım yoluyla file çantalara dönüştürülmesine dair bir haberini okumuştum. Bu haberle birlikte hayalet ağlar konusundan haberdar oldum ve oldukça etkilendim. Ardından konuyu daha derinlemesine araştırmaya başladım. Balıkçıların denizlere bıraktığı ağların yıllarca deniz dibinde kalarak karabatak, deniz yıldızı, mercan ve balıklar gibi pek çok canlıya zarar verdiğini gördüm. Bu ağlar, canlıları tuzağa düşürerek hayalet bir balıkçılığın sürmesine yol açıyor; ekosistemin işleyişini ve canlıların barınma ile beslenme biçimlerini ciddi biçimde tehdit ediyordu. Bu tablo beni derinden etkiledi ve bu görünmez sorunu görünür kılma sorumluluğunu hissettim. Araştırmalarım sırasında beni etkileyen bir diğer nokta da çıkarılan bu ağların yalnızca bir atık olarak görülmeyip ileri kullanım yoluyla yeniden işlevlendirilmesiydi. Böylece denizden çıkarılan bir tehdit, gündelik yaşamda faydaya dönüşüyordu; bu süreci sürdürülebilirlik açısından çok değerli buldum.

"Hayalet Ağlar" filminden

GÖNÜLLÜLER BU MÜCADELEYİ YILLARDIR SESSİZ SEDASIZ SÜRDÜRÜYOR

Öte yandan Serço Ekşiyan, Adalar Belediye Başkanı Ali Ercan Akpolat ve Ekrem Başak gibi değerli isimlerin, hayatlarını riske atarak tamamen gönüllülük esasıyla bu dalışları gerçekleştirmeleri ve ağları denizden çıkararak pek çok canlının hayatını kurtarmaları, balık popülasyonunun korunmasına ve ekosistemin iyileşmesine katkıda bulunmaları, meselenin yalnızca çevresel değil aynı zamanda insanî bir sorumluluk boyutunu da ortaya koyuyordu. Bu, benim için çok anlamlıydı ve bu süreci belgesel olarak ele alma konusundaki kararlılığımı daha da pekiştirdi. 'Hayalet ağlar' hakkında bir belgesel yapmak istediğimi çevreme ifade ettiğimde ise çoğu kişinin bu kavramı hiç duymamış olduğunu fark ettim. Oysa gönüllüler bu mücadeleyi yıllardır sessiz sedasız sürdürüyordu. Bu durum benim için güçlü bir motivasyon kaynağı oldu. Belgeseli de bu bilinçle şekillendirdim; hem gönüllülerin görünmez emeklerini görünür kılmak hem de toplumda bu meseleye dair bir farkındalık yaratmak istedim.

"Hayalet Ağlar" filminden

SİNEMANIN GÖRSEL BİR SANAT OLMA GÜCÜNÜ KULLANARAK...

Belgeselin üretim sürecinde en önemsediğim nokta, konuyu tek yönlü değil farklı perspektiflerden ele almaktı. 'Hayalet ağlar'ın akademik literatürdeki yansımalarından kurumsal çerçevede hukuki boyutuna, gönüllülük faaliyetlerinden balıkçıların bu konudaki düşüncelerine kadar birçok görüşe belgeselde yer vermeye çalıştım. Böylece seyirciye yalnızca bilgi aktarmak yerine, farklı bakış açılarını bir araya getirerek onları düşünmeye davet eden daha interaktif bir yaklaşım benimsedim. Benim için sinema, görünmeyeni, göz ardı edileni görünür kılmanın en güçlü yollarından biri. Bu nedenle 'hayalet ağlar' gibi çoğu kişi tarafından bilinmeyen ama ekolojik dengeyi doğrudan etkileyen bir meseleyi gündeme taşımak istedim. Bu süreçte bana destek veren herkese minnettarım; onların katkıları sayesinde belgesel daha geniş kitlelere ulaşma imkânı buldu. Sinemanın görsel bir sanat olma gücünü kullanarak, hayalet ağların toplumsal bellekte hak ettiği yeri bulmasına aracılık etmeye çalıştım.

HAYALET AĞLAR, İZLEYENLERE ÇOK ÖNEMLİ BİR FARKINDALIK KAZANDIRDI

Belgeselinize nasıl geri dönüşler aldınız?

Belgeselimiz gösterildiğinde en çok duyduğum şey, insanların bu konudan daha önce hiç haberdar olmadıkları ve hayalet ağların varlığını ilk kez bu belgesel sayesinde öğrendikleriydi. Seyircilerimiz, yaşanan bu gerçeğin kendilerinde derin bir etki bıraktığını ve belgeselin onlara çok önemli bir farkındalık kazandırdığını özellikle ifade ettiler. Gönüllülerimiz de yıllardır sürdürdükleri özverili çalışmaların böyle bir belgesel aracılığıyla görünür hale gelmesinden ve gelecek kuşaklara aktarılacak bir değere dönüşmesinden dolayı çok mutlu olduklarını vurguladı. 7. Adalar Kısa Film Yarışması kapsamında, Büyükada Anadolu Kulübü'nde yaptığımız prömiyerde jüri üyeleri Prof. Dr. Gülper Refiğ, Ali Can Sekmeç, Nil Gürpınar, Annie Geelmuyden Pertan ve Özer Kangür; konunun kıymetini ve doğayı koruma ile gönüllülüğün belgeselde etkileyici bir biçimde işlendiğini ifade ettiler. Mekân seçimleri, görüntüler, kurgu ve gönüllülerin tanıklıklarıyla belgeselin güçlü bir yapıya sahip olduğunu söylediler. Özellikle Prof. Dr. Gülper Refiğ Hocamızın "Ekosisteme ve gönüllü çalışmalara dikkat çekilmesi açısından çok kıymetli bir film. Emeği geçen herkesi kutluyorum." sözleri bizler için çok anlamlıydı.

"Hayalet Ağlar" filminden

BU BAŞARI, FAKÜLTEMİZİN VE BÖLÜMÜMÜZÜN DE BAŞARISIDIR

Bu süreçte danışman hocam Sayın Doç. Dr. Mesut Aytekin'in katkısı benim için çok değerliydi. Projeyi kendisine ilk anlattığımda mutlaka bu belgeseli yapmam gerektiğini söyleyerek beni teşvik etti. Süreç boyunca desteğini hiç esirgemedi, her aşamada yol gösterici oldu. Onun bu inancı ve desteği, yoluma devam etmemde en önemli motivasyon kaynaklarımdan biri oldu. Ayrıca İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi'ne teşekkür etmek isterim. Hem stüdyolarını hem de ekipmanlarını kullanma imkânı bulduk. Başta Dekanımız Prof. Dr. Levent Şahin olmak üzere tüm hocalarımıza minnettarım. Ben ve ekip arkadaşlarımın hepsi İstanbul Üniversitesi Radyo, Televizyon ve Sinema Bölümü öğrencileriyiz. Bu nedenle bu başarı, fakültemizin ve bölümümüzün de başarısıdır. Bizler, Türk belgeselciliğinin temellerini atan İstanbul Üniversitesi Film Merkezi'nin mirasını taşıyor, hocalarımız Sabahattin Eyüboğlu ve Mazhar Şevket İpşiroğlu'nun bizlere bıraktığı değerleri yaşatmaya çalışıyoruz.

Belgeseliniz hangi film festivali veya etkinliklerde gösterildi, ödül aldı mı?

Belgeselimiz 7. Adalar Kısa Film Yarışmasında birincilik ödülüne layık görüldü ve prömiyerini burada gerçekleştirdi. Ayrıca 2. Ege Film Festivali'nde finale kaldı. Son olarak Yalova Uluslararası Film Festivali'nin Ulusal Kısa Öğrenci Filmleri Yarışması'nda finalist olma başarısını gösterdi. Belgeselimiz ile festivallere katılmaya devam ediyoruz ve daha çok gösterim yaparak seyirciyle buluşmak için sabırsızlanıyoruz.

Filmografinizde hangi filmler yer alıyor?

Hem belgesel hem de kurmaca kısa film çalışmalarım var. İç stajım kapsamında gerçekleştirdiğim "Topraktan Gelen Lezzet" adlı melez televizyon belgeselim çeşitli yarışmalara katıldı ve hâlen İstanbul Üniversitesi'nin YouTube kanalında izlenebiliyor. 2023 yılında Anton Çehov'un Kara Keşiş eserinden esinlenerek, transmedya kavramı çerçevesinde geliştirdiğim "Bulantı" adlı kurmaca kısa filmimi Vimeo'da izleyiciyle buluşturdum. 2024'te, Suriye'de yaşanan savaşı farklı bakış açılarıyla ele alan "666" adlı kısa filmin yapımcılığını üstlendim; filmi festivallere taşıyarak ve tanıtım sürecini yürüterek Turan Film Festivali'nin resmi seçkisine alınmasını sağladım. 2025 yılında ise "Hayalet Ağlar" adlı belgeselin yönetmenliğini yaptım.

"Hayalet Ağlar" filminden

SİNEMANIN SUNDUĞU ÇEŞİTLİLİĞİ DENEYİMLEMEK BANA İLHAM VERİYOR

Bundan sonra sinemaya dair nasıl çalışmalar yapmak istiyorsunuz? Sinemaya dair projeleriniz, hayalleriniz nedir?

Bundan sonra sinemada, gözlemlediğim ve tanık olduğum toplumsal meseleleri kurmaca kısa filmler aracılığıyla anlatmak istiyorum. Yeni şeyler denemeyi önemsediğim için ileride deneysel kısa filmler de çekmeyi arzuluyorum. Farklı türlerde üretmek, sinemanın sunduğu çeşitliliği deneyimlemek bana ilham veriyor. Eğer gerçekten yapılmaya değer gördüğüm bir mesele olursa, onun belgeselini de çekmek isterim. Şu anda bir arkadaşım ile birlikte senaryo yazım sürecindeyiz. Sinemayı yalnızca yönetmenlikten ibaret görmüyorum; farklı alanlarında var olmak ve her aşamasını deneyimlemek en büyük hayallerimden biri. Bunun yanı sıra yüksek lisans öğrencisi olarak sinema üzerine hem akademik hem de eleştiri ve inceleme yazıları kaleme alıyorum. Bu üretimler de bana göre sinemanın ayrılmaz bir parçası; düşünsel dünyamı besleyen, pratiğimi güçlendiren çok kıymetli bir alan.