AKSAM.COM.TR
ALİ DEMİRTAŞ
Nazif Tunç'un yönetmenliğini üstlendiği, başrollerini Ali Nuri Türkoğlu, Dursun Ali Erzincanlı ve Mürşit Ağa Bağ'ın paylaştığı Altın Buzağı filminin çekimleri devam ediyor. Samiri kıssasından ilhamla iki sinemacı kardeşin yaşadıklarını beyazperdeye aktaran film, Halk Film ve TRT Sinema ortak yapımcılığında, T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı desteğiyle hayata geçiriliyor. Kur'an-ı Kerim'de anlatılan "Samiri" kıssasından ilhamla sanat ile tebliğ arasında bir sinema arayışını konu edinen filmi konuşmak üzere, çekimlerinin sürdüğü Bahariye Mevlevihanesi'nde usta yönetmen ile bir araya geldik.
Nazif Tunç ve Ali Demirtaş
DAĞIN DAĞA YASLANDIĞI GİBİ BEN DE BU KAYNAKLARA YASLANDIM
"Yeşilçam, gerçekten çok namuslu bir sinemaymış, dolayısıyla Yeşilçam'a bir özür borcumuz var diye düşünüyorum." diyen Tunç bu durumu şöyle açıkladı: "Yeşilçam yönetmenleri, zaman zaman Anadolu irfanından kaynaklanan birtakım öykülere ve konulara yönelirlerdi. Lütfi Akad, 'Gelin', 'Düğün', 'Diyet' filmlerinde Yusuf kıssasından ilham almıştır. Metin Erksan'ın 'Kuyu' filmi de bir hadisten hareketle yapılmış bir filmdir. Yeşilçam'ın irfanî kaynaklardan yararlanmak gibi bir özelliği vardı. Lakin genç sinemacılar bu yönelişleri tamamen terk ettiler. Tümüyle batılı dramaturjiden yararlanan temsili hikâyelere yöneldiler. Benim de başından bu yana hem Anadolu kaynaklarından hem menkıbelerden hem de Kur'an kaynaklarından ve peygamber kıssalarından yararlanmak gibi bir zevkim vardı. Yaptığım neredeyse bütün filmlerde bu zevki göz ardı etmedim. Dağın dağa yaslandığı gibi ben de bu kaynaklara yaslandım."
PUTLARI KIRMAYI ÇALIŞAN İKİ MÜSLÜMAN SİNEMACI...
Tunç çekimleri devam eden film içeriğini ise şöyle anlattı: "Altın Buzağı da Kur'an kıssalarından birisi. Samiri kıssası olarak da bilinen bir kıssa bu. Ama biz bunu günümüze taşıyarak bundan esinlenmiş bir öykü yazdık. Tıpkı Musa ve Harun Aleyhisselam'ın altından bir buzağı yapıp bütün İsrailoğullarını vahdet ve tevhidden uzaklaştıran Samiri düzenine karşı verdikleri mücadele gibi. Biz bunu günümüze taşıyarak sinema çevresi içerisinde yine sistemin yarattığı putları kırmayı çalışan iki Müslüman sinemacı kardeşin hikâyesini beyazperdeye aktarıyoruz."
Ali Nuri Türkoğlu, Nazif Tunç ve Dursun Ali Erzincanlı
NEREDEYSE BİREBİR TEMSİLLERLE YÜRÜTTÜĞÜMÜZ BİR HİKÂYE
Tunç sözlerine şöyle devam etti: "Bu iki kardeş Allah rızası için, dosdoğru, içinde hiçbir pisliğin, iğrençliğin ve insanî zaafın olmadığı temiz bir film çekmek, insanları iyiye ve hakikate yönlendirmek aynı zamanda sinemanın perdesini hakikat kapısı yapmakla ilgili bir mücadele içerisinde yola çıkıyor. Ama bu niyetlerine başladıkları zaman tıpkı Musa Aleyhisselam'ın Tur Dağı'na münacata gitmesi gibi bizim de kahramanlarımızdan yapımcı olan Orhan'ın hacca çağrılması söz konusu oluyor. Yani neredeyse birebir temsillerle yürüttüğümüz bir hikâye. Ve burada yalnız kalan yönetmen kardeş; medya sisteminin manipülesine, fon taarruzuna ve ödül lobicilerinin kirli tekliflerine maruz kalarak birlikte çalıştıkları insanların zorlaması sonucu filmden uzaklaştırılıyor. Dolayısıyla film başkalarının eline geçiyor. Tıpkı altın buzağıyı yapan Samiri gibi filmi de Murat isimli yardımcı bir yönetmen ele geçiriyor ve yapımı dünya sinema yöneticilerinin boyunduruğuna veriyor. Yani Allah rızası için yola çıkmış iki kardeş; birtakım manipüleler, saldırılar, şeytani tuzaklar ve oyunlarla filmlerinin hakikatten uzaklaştığını ve böyle bir hale geldiğini görünce tıpkı kıssadaki altın buzağının eritilip külünün denize savrulması gibi, kendilerinin dışında tamamlanan o filmi yakıyorlar. Ve yeniden tertemiz bir film yapmak üzere yola çıkıyorlar."
YÖNETMENLERE YAPILAN TEKLİFLER VE MANİPÜLASYONLAR ARTTI
Tunç, sinema sektörüne yönelik eleştiri ve düşüncelerini şöyle sıraladı: "Yeşilçam'a bizim özür borcumuz var. O yönetmenler çok daha özgürlerdi. İstedikleri hikâyeyi istedikleri temsilleri perdeye getirebiliyorlardı. Belki zayıf veya kusurlu getiriyorlardı ama kendi memleketinin gerçeğine hiçbir zaman ihanet etmeden getiriyorlardı. 90'lı yıllardan bu yana sinema, ödül mekanizmasının yönettiği bir hale dönüştü. Bu mekanizma; yönetmenleri ve filmleri manipüle etti, sinemayı yeniden inşa ettiler. İnşa etmelerini de buyrukla sağladılar. Bu da sinemanın ve yönetmenin bağımsızlığının, özgürlüğünün elinden alınmasına yol açtı. Günümüzde bir festival lobiciliği söz konusu; seçkiye alınmak için yönetmenlere yapılan teklifler ve manipülasyonlar arttı. İşte tüm bunları filmde görebiliyoruz."
Nazif Tunç
BEN ALKIŞ, ÖDÜL VEYA HASILAT GİBİ GAYELERİN DIŞINDA BİR YOLDAYIM
Altın Buzağı filminin yolculuğu hakkında ise şu bilgileri verdi Nazif Tunç: "Ben skor, alkış, ödül veya başka türlü hasılat gibi gayelerin dışında bir yoldayım. Bugün bunlar dünyaya ait armağanlar. Elbette filmler adının duyulması için bunlara ihtiyaç duyuluyor ama dünyadaki ödüllerden başka ahiretteki ödüller de var. Bizim ecdadımız da, eski büyük sanatkârlarımız da buna yöneldiler. Dünyadaki alkıştan, skordan, armağandan ve ödülden daha çok ahiret için çalıştılar. Yaptıkları iş ve hayırları ahireti düşünerek tertemiz bir şekilde yaparlardı. Eğer dünyaya, yani ödüle ve diğer şeylere arkanızı dönmezseniz o film sizin değildir, o film ödülündür. Bizim filmimiz, dünyaya arkasını dönmüş, kendi yolunu çizmiş, perdeyi hakikati bulma kapısı olarak gören ve bunun için çaba sarf eden bir film. Makine dairesinden perdeye doğru akan o kuvvetli ışığın, gönülleri de temizlemesini, arındırmasını niyet edinen bir film..."