Kurtuluş Kayalı: “Türkiye'de sinema düşüncesi ciddi bir erozyona uğradı”

Sinema, tarih, düşünce, sosyoloji ve edebiyat gibi alanlardaki üretimleriyle bilinen ve ülkemiz yazın dünyasında kıymetli bir yerde duran usta isim Prof. Dr. Kurtuluş Kayalı aksam.com.tr'ye konuştu. Kayalı, “Türk sinemasındaki belki en temel sorunlardan biri Türkiye'de sinema düşüncesinin ciddi bir şekilde erozyona uğraması. Özellikle eleştirmenler ve sinema akademisyenleri hep bir ağızdan koro halinde konuşuyor. Eski dönem sineması konusunda eski eleştirmenlerin düşüncelerinin sadık aktarıcısı oluyorlar. Giderek daha fazla ölçüde batılı metinlerden aktararak sinemayı değerlendiriyorlar.” dedi.

AKSAM.COM.TR

ALİ DEMİRTAŞ

"Kültür Eksenli Türk Sineması Ruhunu Yitirirken", "Türk Düşünce Dünyasında Yol İzleri", "Kemal Tahir'in Entelektüel Portresi", "Türk Sineması - İliklerimize İşlemiş Ruhumuza Sinmiş Bir Sanat Pratiği", "Metin Erksan Sinemasını Okumayı Denemek", "Düşüncenin Coğrafyası", "Metin Erksan ve Sineması", "Türk Kültür Dünyasından Portreler", "Sinema Bir Kültürdür" gibi kaynak niteliğindeki kitapların yazarı; Türk düşünce tarihi, sosyolojisi, tarihçiliği, sineması ve edebiyatı gibi alanlarda yayımlanmış birçok çalışması bulunan, ülkemizin önde gelen düşünür ve yazarlarından biri olan usta isim Prof. Dr. Kurtuluş Kayalı, aksam.com.tr'den Ali Demirtaş'ın sorularını yanıtladı. Cevaplarıyla; Türk sinemasının tarihine ve güncel sorunlarına, ıskalanan yönetmen ve filmlerine, önemli kült filmlerin hangileri olduğuna, Türk sinemasının zirveyi gördüğü dönemlerde hangi film ve yönetmenlerin öne çıktığına ışık tutan Kayalı, sinemamız adına arşivlik bir röportaj verdi, gelin hep birlikte okuyalım...

Prof. Dr. Kurtuluş Kayalı

ZATEN TÜRK SEYİRCİSİNE HİTAP ETMEK GİBİ BİR DERTLERİ YOK!

Vakıfbank Kültür Yayınları'ndan çıkan, "Kültür Eksenli Türk Sineması Ruhunu Yitirirken" adını verdiğiniz kitabınız nasıl bir düşünce sürecinin ürünü, çıkış noktası ne idi? Kitabın başlığı tam olarak neye işaret ediyor?

Bu kitap yıllardır üzerinde çalıştığım Türkiye'nin kültürel yapısına dair düşünce serüvenimin sonuçlarından biri. Türkiye'de hemen her alanda paralel gelişmeler yaşandı. Memlekette kentleşme sorununun temelde tartışıldığı dönemde Lütfi Akad Gelin Düğün Diyet üçlemesini çekti. Özellikle Düğün, meselenin kültürel boyutunu derinlemesine yansıtan bir filmdi. Bu kadar kapsayıcı ölçüde olmasa da 1950'li yıllardan 1980'li yıllara kadar Türk sineması Türkiye'nin kültür atmosferini başka sanat dallarının ürünlerinden ve akademik çalışmalardan daha iyi yansıttı. Ekonomik belirleyiciliğin abartıldığı ve hamasetin dal budak saldığı ortamda sinema işin kültürel çerçevesini her şeyi ekonominin belirlediği saplantısından ve hamasete ulaşmış/bulaşmış eğilimden azade bir şekilde mütalaa etti. Benim yazdığım Türk Kültür Dünyasından Portreler metniyle Sinema Bir Kültürdür metni değişik alanların ortaklaşa mahiyetini gösterir gibi. Sonra İliklerimize İşlemiş Ruhumuza Sinmiş Bir Sanat Pratiği: Türk Sineması kitabında da sinemanın toplumla kaynaştığının en net işaretlerinden biri veriliyor. Belki de Türk sineması toplum tarafından şekillendirilmesi ve toplumu şekillendirmesi noktasında sağlam bir yerde duruyor. Sizin üzerinde durduğunuz kitabın belki de tek farkı kısa zaman aralıklarında yazılmış olması nedeniyle daha bir bütünlük arz etmesi. Türk sinemasının ruhunu kaybetmesi o kadar aşikâr ki bir Fransız sinemacısı sathi bir bakışla da bu erozyonu görüyor. 1960'lı yılların ortalarından itibaren sürekli yinelenen ve zaman içinde farklı anlamlar yüklenilen yeni sinema kavramı geçmişle, geçmiş kültürle hepten ayrı bir dünyayı tasavvur ediyor. Son dönem sinema düşüncesi hem tercüme metinlere hapsolmak hem de festival jürilerine teslim olmak anlamında Türkiye coğrafyasındaki seyirciye uzak düşüyor. Zaten Türk seyirciye hitap etmek gibi bir dertleri yok. Hatice Bildirici ile birlikte editörlüğünü yaptığımız ve geçtiğimiz Haziran'da yayımlanan Hece'nin Türk Sineması Özel Sayısı'nda da Türk sineması üzerinde düşünmenin sathiliğine ve erozyona uğradığına kısmen işaret eden sinema dergileri ve eleştirmenlerini konu alan bir bölüm var.

Kurtuluş Kayalı eserlerinden bazıları

ELEŞTİRMENLER VE SİNEMA AKADEMİSYENLERİ KORO HALİNDE KONUŞUYOR

Türk sinemasının temel üç sorunu nedir diye sorsam ne cevap verirsiniz?

Türk sinemasının temel sorunları fazlasıyla mevcut. Bunların en başında sansür sorunu geliyor. Sansürün bütünüyle kalktığını söylemek mümkün değil. Siyasal ve kültürel iktidar her dönemde endirekt sansür uyguluyor. Bu sansüre rağmen Türk sinema literatürünün en başat göstergesi Türkiye'de siyasal olarak farklı yerlerde dursalar da son dönemde sinema üzerine düşünceler serdedenlerin her şeye pozitif bakmaları ve çoğu konuda bir örnek düşünmeleri. Bu meyanda son dönem sinemasına da olumlu bakıyorlar. İkinci sorun arşiv meselesi. Eski dönemde Türk Film Arşivi bu noktada olağanüstü başarılıydı. Gene son yıllarda önemli bir husus Türk filmlerinin yeni, temiz kopyalarının çıkarılması. Türk Sinematek'i bu arşivi oluşturmak için hiç gayret göstermedi. Zaten belediye yangınıyla birçok film artık yok. Birçok film -ki bunlar arasında Türk sinemasında yeni, müstesna yeri olan filmler de var- yok olup gidecek gibi. Bu nedenle Türk sinema tarihinin yazımında sıkıntılar oluşacak. Belki en ciddi sorunlardan biri de Türkiye'de sinema düşüncesinin ciddi bir şekilde erozyona uğraması. Özellikle eleştirmenler ve sinema akademisyenleri hep bir ağızdan koro halinde konuşuyor. Eski dönem sineması konusunda eski eleştirmenlerin düşüncelerinin sadık aktarıcısı oluyorlar. Belli dönemden sonra, son sıralarda giderek daha fazla ölçüde de batılı metinlerden aktararak sinemayı değerlendiriyorlar.

Metin Erksan

TÜRK SİNEMASININ ZİRVESİ 1960'LI, 1970'Lİ YILLARDIR

Sizce Türk sineması zirvesini hangi zaman diliminde, hangi filmlerle yaşamıştır?

Türk sinemasının zirvesi 1960'lı, 1970'li yıllar. Bunun bir ölçüde eski tarihli ve yeni tarihli örnekleri var. Şöyle bir bakıldığında Dokuz Dağın Efesi (1958) ve Gecelerin Ötesi (1960), özellikle de ikincisi en çarpıcı örnekler arasında. Türkiye'de sinemanın "1961 Anayasasının görece özgür ortamında geliştiği" savunulsa da Gecelerin Ötesi önceki dönemin ürünü. 1960'lı yıllarda Metin Erksan'ın neredeyse tüm filmleri, özellikle de Acı Hayat (1962), Susuz Yaz (1963), Sevmek Zamanı (1965) ve Kuyu (1968) fazlasıyla öne çıkarılması gereken filmler. Ha keza aynı yılın içinde Akad'ın Kızılırmak-Karakoyun (1966), Hudutların Kanunu (1963), tabii bir de üçlemesi Gelin-Düğün-Diyet (1972-1973-1974). Bir de üç yönetmenin televizyona çektikleri, Metin Erksan'ın beş hikâyesi ve Akad'ın Ömer Seyfettin uyarlamaları ile Halit Refiğ'in Aşkı Memnu'su. Tam da 1970 yılında iki önemli film ve iki önemli yönetmenin filmleri: Yılmaz Güney'in Umut 'u ve Yücel Çakmaklı'nın Birleşen Yollar'ı. İki yönetmenin de Yeşilçam sineması tabir edilen sinemayla güçlü bağları var. İkincisi de kendi bağlı oldukları söylenen camialardan önemli ölçüde özerkler. Bu özerklik Erksan ve Akad'da bağımsızlık noktasına kadar gidiyor. Bir de ilginç olan nokta Yücel Çakmaklı dışında bu yönetmenler, çektikleri filmlerin senaryolarını kendileri yazmış. 1970'li yıllarda da devrimci sinema içinde düşünülmeyen –ancak bunlardan biri de kendini öyle niteliyor- Şerif Gören ve Zeki Ökten son derece önemli filmler çekmişler. İki önemli yönetmen Türk sinemasının tipik, gelişkin melodramlarının yanında Almanya Acı Vatan ve Askerin Dönüşü (1974) gibi Türk sinemasının zirvesi olarak düşünülebilecek filmler de yapmışlar. Yılmaz Güney'in Sürü (1979) ve Düşman'ı Zeki Ökten'e Yol'u (1982) da Şerif Gören'e çektirmesinin nedenleri üzerinde düşünmek lâzım. Memlekette o kadar devrimci yönetmen varken onların tercih edilmesi ilginç. Türk sinemasında o kadar sürüsüne bereket zirve olarak telakki edilebilecek film var ki. Bu noktada adeta Türk sinema tarihini anlatan, sinemadaki aykırı, tuhaf değişime de parmak basan Aşk Filmlerinin Unutulmaz Yönetmeni (1990) bulunuyor. Tabii Türk sinemasının bütünsel ruhuyla en fazla hemhal olan Atıf Yılmaz'ın değişik dönemlerde çelişik özellikler taşısa da hepsi son derece önem arz eden Ah Güzel İstanbul (1966), Utanç (1972) ve Mine (1982) gibi filmleri. Hatta onun hayatının son filmi Eğreti Gelin bir ölçüde farklılık arz etse de filmografisiyle ortak özellikler taşıyor. Türk sinemasında o kadar zirve var ki insanın atlamaması olanaksız. Son dönemde bile aynı şekilde mütalaa edilecek çok sayıda filmler var. Bunlar arasında Onur Ünlü'nün Sen Aydınlatırsın Geceyi (2013), İtirazım Var (2014) ve Celal Tan ve Ailesinin Aşırı Acıklı Hikâyesi de bu çerçevede mütalaa edilebilir. Aslında bu soruya cevaben makale, hatta kitap da yazılır. Belki de Lütfi Akad'ın o önemli sözünü hiç akıldan çıkarmamak gerekir. "Yeşilçam ne kadar budansa da yeni filizler verir". Türk sinemasının etkisini sadece senaristlerin ve özellikle yönetmenlerin bilerek etkilenmelerinde değil bilinç altlarında da görmek gerekir.

Lütfi Akad

SEVMEK ZAMANI VE KUYU ÇEKİLDİĞİ DÖNEMDE HİÇ DE CİDDİYE ALINMADI

Lütfi Akad'ın fazlasıyla ya da kısmen önemsendiğini buna karşılık Metin Erksan'ın daha az önemsendiğini veya ıskalandığını mı düşünüyorsunuz, neden?

Önemseme meselesini zaman açısından düşünmek lâzım. Metin Erksan'ı, başlangıçta Dokuz Dağın Efesi ve Gecelerin Ötesi'ni o kadar öne çıkarmasalar da Yılanların Öcü ve Susuz Yaz'ı büyük ölçüde ciddiye aldılar. Ancak özellikle Sevmek Zamanı ve Kuyu çekildiği dönemde hiç de ciddiye alınmadı. Lütfi Akad'ın sinemaya ara vermesinden sonra 1966'dan itibaren çektiği filmlerden sadece Hudutların Kanunu bir nebze önemsendi. Onun yanındaki filmler örneğin Kızılırmak-Karakoyun anlaşılmadı bile. Bunun en net göstergesi Türkiye'nin ilk sinema profesörünün filmleri eleştirmenlerin yazdıkları ışığında yorumlamasına karşın filmin konusunu fark edememesi. Lütfi Akad'ın kısmen önemsenmesi ise Gelin, Düğün, Diyet üçlemesiyle ve Akad'ın o zamanki tabirle ulusal sinemacılarla kıyaslamasıyla oldu. Kısmen önemsendiğinin kanıtı da Akad'ın bu üçlemesinin Yılmaz Güney'in Umut'unun gölgesinde telakki edilmesi dolayısıyladır. Bu tarihten çok değil bir iki sene sonra Metin Erksan'ın beş hikâye uyarlamasına yönelik eleştiriye yakın bir ölçüde Lütfi Akad'ın Ömer Seyfettin öyküleri uyarlaması faşizm kavramı da kullanılarak eleştirildi. Bu vesileye üçleme de bir ölçüde güme gitti. Bu tarihten bir süre önce de Metin Erksan "Kemal Tahir sonrası Türk edebiyatı kese kağıdıdır" dedi. Genelde Sinematek sırasında ve 1973 Milli Sinema Açık Oturumu sonrasında özellikle Metin Erksan ve filmlerine yönelik tepki eleştiri dozunu aştı.

"Vesikalı Yarım" filminden bir görüntü

VESİKALI YARİM TÜRK SİNEMASININ EN ETKİLEYİCİ FİLMİ OLARAK TELAKKİ EDİLİR OLDU

Belki de her şey 2000'li yılların başlarında başladı. Orhan Pamuk'un Kara Kitap'ının Vesikalı Yarim üzerinde durması (1996) ve bir eleştirmenin "ağızda kalan tat" benzetmesiyle Vesikalı Yarim güzellemesi yapması hemen herkesi, aydınlar, eleştirmenler ve sinema akademisyenleri de dahil olmak üzere harekete geçirdi ve sonunda Vesikalı Yarim bir kült film olarak Türk sinema literatürüne geçti. Daha sonraki feminizm eksenli filmlerdeki kadın kahramanlar Sabiha'nın Kız Kardeşleri olarak nitelendi. Daha doğrusu Vesikalı Yarim kült film olmanın ötesinde belki de Türk sinemasının en etkileyici filmi olarak telakki edilir oldu. Gene 1990'lı yılların ortalarından önce Metin Erksan'ın Sevmek Zamanı ve Kuyu filmleri öne çıkarılmaya, kült filmler olarak nitelenmeye başlandı. Daha önceki dönemdeki eğilimin aksine Vesikalı Yarim ve Sevmek Zamanı'na yönelik güzellemeden geçilmiyor. Böylesi bir süreç zaman içinde Yılmaz Güney'in Umut da kısmen dahil olmak üzere genelde eleştirilmesiyle eş zamanlı olarak gelişiyor. Özellikle Arkadaş filmi başta olmak üzere onun sinemasına yönelik olarak açık ama daha çok örtük eleştiri var. Türkiye'nin en vasat sinema yazarının 100 Yılın 100 Filmi üzerine konuşmasını 10 Ekim 2023'te dinlediğimde ona "Siz Vesikalı Yarim, Sevmek Zamanı ve Kuyu üzerine bu filmler çekildikten kaç on yıl sonra yazdınız?" diye sordum. Acayip sinirlendi. Yanında genç sinema eleştirmeni Burak Güral'ı da konu alarak herhalde 14 Ekim 2023 tarihinde Türkiye Notları sitesinde "Bir Ağlak ve Bir Çaylak Üzerine" başlıklı bir yazı yazdım. Sanırım meramımı anlatabildim.

Ertem Eğilmez

TÜRK SİNEMASININ BİR YARISI KOMEDİYSE ÖBÜR YARISI MELODRAMDIR

Türk sinemasında hangi değerli filmler ve yönetmenlerin ıskalandığını düşünüyorsunuz? Görmezden gelinen filmlere örnekler verir misiniz?

Türk sinemasının sıradan olarak telakki edilen hemen bütün yönetmenleri ve filmleri ıskalanmıştır. Bir anlamda Giovanni Scognomillo'nun önemsediği, temel kitabında yer alan Osman Seden, Memduh Ün ve hatta Atıf Yılmaz'ın dahi 1969 sonrası çalışmalarda bile ağırlıklı olarak üzerinde durulmamıştır. Aslında Türk sinemasının bir yarısı komediyse öbür yarısı melodramdır. Bu iki tarzın belki de en becerikli ustaları Atıf Yılmaz ve Ertem Eğilmez'dir. Son dönemde Ertem Eğilmez'in "deha"sının keşfedilmesi onun ve filmlerinin üzerinde göreli olarak daha fazla çalışmayı beraberinde getirmiştir. Ertem Eğilmez'in öneminin geç keşfedilmesi ve 1960'ların başlarındaki sinema eyleminin 1970'li yılların sonlarında önemsenmesi gecikmişliği fazlasıyla açık bir şekilde göstermektedir. Eğilmez, kitle ile bağlantı kurmanın yolunu en âlâ bir şekilde bulmuş bir yönetmendir. Türk sinemasının bütünsel ruhu sıradan olarak düşünülen yönetmenlerle Türk sinemasını şekillendiren yönetmenlerin arasındaki bağlantıda fark edilebilir. Aralarındaki benzerlikler, koşutluklar da ortak iklimi ortaya çıkarabilir. Bir de düşünüldüğü zaman önemli yönetmenlerin sıradan filmleri, ticari olarak nitelenen filmleri ile kült filmleri arasında bağlantı kurulabileceği gibi, şekillendirici yönetmenlerin sıradan filmleri ile sıradan yönetmenlerin filmleri arasında da kopmaz bağlar vardır. Tabiri caizse Türk sinemasının usta yönetmenlerini anlamak için bile sıradan yönetmenlerin üretimlerinin incelenmesi gerekmektedir. Filmlerini de tekil filmler olarak değil bütünlüklü şekilde incelemek gerekir. Önemli noktalardan biri de örneğin Yücel Çakmaklı'nın senaryolarını yazanlardan Bülent Oran'ın sıradan olduğu düşünülen yönetmenlerin çoğuna da senaryo yazmış olmasıdır. Belki de Sadık Şendil'in senaryolarının etkisi tartışılmadan Türk sinemasında komedinin başarısının gerekçesi anlaşılamaz.

Halit Refiğ

NEVZAT PESEN'İN İKİMİZE BİR DÜNYA FİLMİ SON DERECE ÖNEMLİ VE ISKALANMIŞ BİR FİLMDİR

Halit Refiğ'in halk sineması kavramının, 1960'lı yılların ortalarında kullanılan kavramın, dallanıp budaklandırılarak genişletilip derinleştirerek tartışılması lâzım. Halk sineması kavramı çerçevesinde Yılmaz Güney'in birçok filmiyle Halit Refiğ'in kimi filmlerinin buluşması mümkün gibi görünmektedir. Hakikaten Agâh Özgüç'ün yıllar yılı altını çizerek hatırlattığı Nevzat Pesen'in İkimize Bir Dünya filmi son derece önemli bir filmdir ve ıskalanmış bir filmdir. Hatta bir edebiyat uyarlaması olarak da. Kültür eksenli değerli filmler Üç Arkadaş'tır, Sevmek Zamanı'dır, Gelin Düğün Diyet'tir, Kuyu'dur, Hababam Sınıfı'dır, Düşman Yolları Kesti'dir. Ve dikkat edildiği takdirde de görülür ki edebiyat uyarlaması olmayan ya da sadık edebiyat uyarlaması olmayan filmlerdir.

Yücel Çakmaklı, Yılmaz Güney

YILMAZ GÜNEY VE YÜCEL ÇAKMAKLI KENDİ SEYİRCİLERİNİ KENDİLERİ YARATTI

Türk sinemasının dikkat çektiğiniz ruhunu yeniden kazanması için yapımcılar, yönetmenler, ilgili sektör çalışanları ve siyasi yetkiliklerin ilk etapta ivedilikle neler yapması gerekir? Türk sineması ne yaparsa dünya üzerinde de "Türk sineması" başlığını kazanır?

Metin Erksan ve Lütfi Akad hayatlarının son 35-36 yılında sinema filmi çekemediler. Türk sinemasının yenilendiği bu dönemde eski dönemde film çekemeyecek olanlar çok sayıda film çekti. Ömer Kavur 1981 yılındaki Kırık Bir Aşk Hikayesi'nde 'Yeşilçam'la flört ettik' dedi. Yeni dönemde film çekenler de yeni dönemin şartlarıyla flört ettiler. Yücel Çakmaklı hayatının son dönemlerinde uzun süre film çekemedi. Aslında Yılmaz Güney ve Yücel Çakmaklı kendi seyircilerini kendileri yarattı. Devrimci sinema olarak vasıflandırılan sinemanın klişelere sığınıp yok olup gitmesi gibi İslami ya da milli sinema da İslami yükseliş sürüp giderken yitip bitti. Bu tür durumlar olurken, oluşurken insan ister istemez siyasal iktidarın ne yaptığını düşünüyor. Kimlik eksenli, kadın eksenli filmler bariz bir şekilde seyirciyle buluşamıyor. Demek ki sinemanın mecrasına girmesi ortamın şekillendirdiği uyumlu aydınlar yerine özerk aydınların Türk toplumunu anlayacağını gösteriyor. Zaman geçtikçe keşfedilen, önemi anlaşılan yönetmenlerin gerçeği durumu apaçık gösteriyor. Kültürel ortam bazı noktaları belirliyor gibi. Değişik düşünsel konumlarda duran Ayşe Şasa ve Halit Refiğ'in "Ben ne öğrendiysem sinema ile uğraşırken öğrendim" ve "Düşünsel olarak yolumu sinema serüveni içinde buldum" sözleri o dönem sinema tartışmalarının ciddiyetini gösteriyor. O dönem sinema tartışmaları genel yaklaşımın, genel düşünsel serüvenin bir izdüşümüdür. Derneğin adı Türkiye Sinematek Derneği değil Türk Sinematek Derneği'ydi. Şimdi herkesin şeytan görmüş gibi kaçındıkları ulusal sinema kavramını Sinematek'in yayın organı Yeni Sinema'da kullanıyordu.

Prof. Dr. Kurtuluş Kayalı

BİR DERDİ OLMAYAN SİNEMACIDAN VE SİNEMA YAZARINDAN BİR ŞEY OLMAZ

1960'lı yıllarda sinemayı aşan ciddi bir tartışma ortamı yaşanıyordu. Bu tartışma olağanüstü ciddi bir şekilde sinema alanına da yansıyordu. Yaşadığımız dönemde böylesi bir tartışma ortamı yok. 1960'lı, 1970'li yılların sinemacılarının bu tartışmalarda titizlikle savundukları bir konumları var. Bugünün çokbilmiş yönetmenleri ve sinema akademisyenleri 1960'lı yıllarda gerçekleşen önemli sinema tartışmasının taraflarının çok da farklı düşünmediklerini ifade ederek tartışmanın ciddiyetini gölgelemeye çalışıyorlar. Bu dönemde sinema alanına ilişkin olarak muhafazakârlar da solcular da liberaller de hiç farklı düşünmüyor. Bir derdi olmayan, amacı olmayan meramını anlatmayı denemeyen sinemacıdan ve sinema yazarından bir şey olmaz. Dünya sineması ekseninde Türk sinemasına olumlu bakılıp bakılmaması hiç de mühim değil. Sinemanın, bir ülke sinemasının hakikaten ciddiye alınması özgün niteliğinden geçiyor. Hindistan ve Arap sinemasının çok daha fazla ciddiye alınması o ülkelerin sömürge geçmişlerinde yatıyor. O nedenle onların temas kurması daha mümkün. Bizim sinemamızın kurduğu temasın ne tür sonuçlar doğuracağının ipuçları açıkça görülüyor gibi.

TÜRKİYE SİNEMASINA KAVRAMINI KULLANANLAR KÜRT SİNEMASI KAVRAMINI KULLANMAYI MESELE YAPMADILAR

"Türk sineması" mı "Türkiye sineması" mı tartışmaları devam ederken sizin bu konuya bakışınız nedir?

Ben başından beri Türk sineması kavramını kullanıyorum. Yerli sinema kavramı da yadırganacak bir kavram değil. Rahatlıkla birbiri yerine ikame edilebilir. Başlangıçtan belli bir tarihe kadar da hemen herkes tarafından Türk sineması kavramı kullanılıyordu. Özellikle 1990'lı yıllardan itibaren milliyetçilik meselesi bir başka bağlamda tartışılmaya başlandıktan sonra Türkiye sineması kavramı da kullanılır hale geldi. Ancak Türk sinemasının ırkçı özellikler taşıdığı düşüncesiyle bazıları Türk sinemasına eleştirel bakmalarına rağmen Türk sineması kavramını kullanmaya devam etmenin ötesinde kullanmakta ısrarcı oldular. Ancak Türkiye sineması kavramını kullananlar Kürt sineması kavramını kullanmayı, kullanılmasını mesele yapmadılar ya da mazur gördüler. Bu coğrafyanın yazarlarının da katkı verdiği yeni çıkan bir kitabın başlığı Fransa Sineması değil Fransız Sineması. Bu derlemenin Türk yazarları belki değil muhakkak kendi metinlerinde Türk sineması değil Türkiye sineması tabirini kullanıyorlar. Sonradan Türk kavramını ısrarla kullanan Attilâ İlhan bile bir dönemler "Ben Türkiyeli şair" mısrasını yazdı. Metin Erksan'ın on yıllar önce Türk ve Türkiyeli eksenli müthiş bir yazısı var ki daha bir veya iki ay evvel meramını eksiksiz bir şekilde anlatıyor diye ciddi bir yazar köşesinde aynen yayımladı.

Ayşe Şasa

AYŞE ŞASA'NIN BALATLI ARİF'İN, KOZANOĞLU'NUN VE AH GÜZEL İSTANBUL'UN SENARYOSUNU YAZMASI ÖNEMLİ

Bir yönetmene ustalık tanımını neler kazandırır, sizin için Türk sinemasında usta yönetmenler kimlerdir?

Lütfi Akad o bilgelik kitabında Metin Erksan ve Şakir Sırmalı'yı deha olarak niteliyor. Hakikaten Türkiye'de yaşanan hayatla hemhal olanların toplumu tanıması ve sinema yapma hevesi, daha ötesi tutkusu usta yönetmen olmalarının yollarını açıyor. Bu anlamda Yılmaz Güney ve Ertem Eğilmez'in bu toplumu tanıma ve onunla bağlantı kurma yolunda becerileri büyük. Yılmaz Güney'in Seyyit Han (1968) ve Umut öncesi filmlerinin toplumla kurduğu sıcak bağ irdelenmediği gibi Ertem Eğilmez'in 1950'li yılların ortalarından itibaren Çağlayan Yayınları suretiyle çoksatar metinler basması üzerinde de durulmuyor. Yılmaz Güney'in Zavallılar filmini tamamlamasını Atıf Yılmaz'dan istemesinin onların 1950'li yılların ortalarından itibaren ortak çalışmalarıyla bir bağlantısı var. Bir de bunların birlikte çalıştığı senaristler. Ayşe Şasa'nın Balatlı Arif'in (1967), Kozanoğlu'nun (1967) ve Ah Güzel İstanbul'un senaryosunu yazması önemli. Onun düşünsel dönüşümünden sonra yazdığı senaryolar da ciddi filmlere katkıda bulunmanın ötesinde onları şekillendirmiş.

"Ah Güzel İstanbul" filminden bir görüntü

METİN ERKSAN VE LÜTFİ AKAD SİNEMACI OLMANIN ÖTESİNDE OLAĞANÜSTÜ CİDDİ İKİ ENTELEKTÜEL

Eskimeyen Entelektüellere Yaslanan Türk Düşüncesinin Dinamikleri (2021) başlıklı kitabımda önemli Türk düşünürleri arasında Lütfi Akad bölümü de var. Metin Erksan ve Lütfi Akad sinemacı olmanın, sinema yönetmeni olmanın ötesinde olağanüstü ciddi iki entelektüel. İkisinin de kendi çağdaşları ve sonraki kuşak aydınlarından daha fazla Türk kültürünün derinliklerine inen gözlemleri, tahlilleri var. Lütfi Akad'ın Türk tarihinin ilk dönemlerine yönelen ve Osmanlıyı tahlil edip, günümüz toplumunu irdeleyen ve bunu sinemaya aktaran çalışmaları var. Metin Erksan'ın Türk kültürünün enginliğini, zenginliğini ciddiyetle irdeleyen ama dergilere ve gazete köşelerine hapsolmuş metinleri var. 1960'lı yılların ortalarında gerçekleşen sinema tartışmalarını vasat bir şekilde değerlendiren metinler yerine Akad ve Erksan metinlerine yaslanıp sinemadan da öte bir kültür tartışmasına dönüştürmek Türkiye'deki sinema ve kültür birikimini zenginleştirir. Sinemacı olmanın ötesinde kültürel derinlik, düşünsel çerçevenin genişliği iki entelektüel sinemacıyı değerlendirmek açısından önemli. Dünya sinemasını düşünce sineması çerçevesinde inceleme temayülü Türk sineması için neden geçerli olamıyor? Godard'a izafe edilen sıfatların iki entelektüel sinemacı Akad ve Erksan için kullanılmasından neden imtina ediliyor?

Zeki Demirkubuz

BU COĞRAFYAYLA MESELESİ OLAN VE BU COĞRAFYANIN İNSANIYLA TEMAS KURMAYI AMAÇLAYAN FİLMLERİ ÖNEMSİYORUM

Son yıllarda Türk sinemasında yapılan bağımsız filmleri nasıl değerlendiriyorsunuz? Takip ediyor musunuz? Bu filmler içerisinde önemli sayabileceğimiz filmler var mı?

Meram edilen festival amaçlı film yapmaksa böylesi film dünyaya hitap etmeyi amaçlayan ve temelde festival jürilerini hedefleyen filmler olarak anlaşılır. Benim önemsediğim filmler bu coğrafyayla meselesi olan ve bu coğrafyanın insanıyla temas kurmayı amaçlayan filmler. Aslı Daldal, festivale yönelen eğilime gerçekçi bir saptamayla "Festivalizm" tabirini kurarak eleştiri getiriyor. Bir değişim yaşanıyor. Şakir Eczacıbaşı anılarında "Batılılar bilmiyordu, Yılmaz Güney'i Batılılara biz önerdik" diyor. Bir konuşmasında da Langlois, Fransız Sinematek'in başkanı Yılmaz Güney filmi seyretmeden onun filmleri hakkında olumlu konuştu ifadesini kullanıyor. Festival eksenli film düşünmek, bunun için çabalamak maalesef Kıvanç Sezer, Yüksel Aksu, hatta bir ölçüde Zeki Demirkubuz için de geçerli.

Nuri Bilge Ceylan

ÇOK SAYIDA YÖNETMEN KENDİ SİNEMASAL MESAİSİNİ FESTİVAL İÇİN VAKFEDİYOR

Çok sayıda yönetmen kendi sinemasal mesaisini festival için vakfediyor. Amaçlanan da yurtiçi festivaller değil de yurtdışı festivaller. Yurt içi festivaller de ibresini yurtdışı festivallere çevirmiş durumda! Zaten yurt içi festivaller de İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı'nın tahakkümü altında. Kutlukhan Perker'in bir karikatüründe ifade ettiği veçhile festival kazanan filmler dışarıdan imrenilerek bakılan olağanüstü sıkıcı evlilikler gibi. Bu noktada en öne çıkmış filmler Nuri Bilge Ceylan'ın filmleri. Tabii buna benzer sürüsüne bereket başka örnekler de var. Kelebekler'le (2018) ödül kazanan filmin yönetmeni bir Amerikan filmi olarak nitelediği yeni filmine İngilizce senaryo yazıyor. Bunlar bakışlarını tam tekmil dışarıya çevirmiş. İçerik olarak da Türk düşünce hayatındaki, yoksa dünya düşünce hayatındaki mi demeli üç kırmızı çizgiye uygun davranıyorlar. Bunların biri ya da hepsiyle de sorunu varsa da konuya teğet geçip riskli meselelere hiç değinmiyorlar. Zeki Demirkubuz'un bir televizyon programında (2024) söylediklerine ve bunun Hayat filmine yansıyan düşünce biçimine paralel düşünceleri varsa bunu zinhar ne söylerler ne de filmlerine yansıtırlar. Tabii bu filmleri mümkün olduğu kadar tıkış tıkış olan festivallerde izleyemesem de gösterime girerse seyredebiliyorum. Hepsini de doğal olarak aynı kategori çerçevesinde mütalaa etmek doğru değil.

Kurtuluş Kayalı eserlerinden bazıları

SİNEMA, TERK EDİLEBİLECEK BİR ALAN DEĞİL

Sinemaya veya ilgili konudaki kültüre dair yeni çalışmalarınız olacak mı, paylaşır mısınız?

Öncelikli olarak Türk düşünce dünyasının önemli olan sol düşünce adamlarına dair harcayıcı mahiyette olmayan ve fakat mesafeli ve soğukkanlı değerlendirmeler içeren, bunu belki de değişik portreler üzerinde odaklandıran bir kitap üzerinde çalışıyorum. Bir de Kemal Tahir üzerine yayımlanan kitabımdan sonra yazdığım Kemal Tahir eksenli yazılarla bağlantılandırılabilecek metinlerimi birleştiren bir çalışmayı şekillendirmeye uğraşıyorum. Sinema terk edilebilecek bir alan değil. Nasıl şekilleneceğini bilemediğim Türkiye'de Sinema Eleştirisi ve Düşüncesi üzerine bir derleme yapma uğraşı içindeyim. Bu derlemeden amaçladığım da şimdiye kadar önemi fark edilmemiş, önemi yeterince ciddi bir şekilde temellendirilmemiş sinema yazarları olarak Ali Gevgilili, Nezih Coş ve Agah Özgüç'ün sinemaya son derece önemli katkılarını görünür kılmayı sağlayacak başka sinema yazarları ve akademisyenlerinin Türk sineması üzerine yaklaşımlarını eksileri ve artıları çerçevesinde yerli yerine oturtan bir metin düşünüyorum. Eğer böylesi bir derleme gerçekleşmez ve/veya beni tatmin etmezse kapsamlı bir metni oturup kendim kaleme almaya çalışacağım. Metin Erksan'la konuşmalarımızı aktaracak daha doğrusu onun fikirlerini içeren bir metin hazırlamak çabasındayım. Bir de Türkiye'nin en önemli kültür bilimcilerinden Tahir Alangu üzerine kapsamlı bir makale hazırlıyorum.