Hazırlık mı, yıkım mı? Sinemasal distopyanın altın çağı

Yeryüzü insanının da, sinemanın da soru işaretleri ile arası hep iyi oldu. Gelecek korkunçtu ve sinema, distopik dönemleri tasvir etmenin en etkili aracıydı. Peki distopik filmler hazırlık mı barındırıyor, ruhsal yıkım mı?

aksam.com.tr

Esma Belgin Özdemir

Distopya-kıyamet filmlerini daima sevdik! Kimi zaman izlediğimiz felaketler henüz başımıza gelmediği için şükrettik, sahip olduğumuz nimetleri düşündük, kimi zaman sinematik deneyimle en kötüye hazırlandık, umudumuzu sarstık, uçurumlarımıza yaklaştık.

1927 yapımı "Metropolis" ve 1936 yapımı "Things To Come" beyaz perdede boy gösterdiğinde başladı bu yıkım. Karanlık, belirsiz günlerin ve distopik zamanların habercisi olan filmler, insanlığı marazi bir hayranlıkla doldurdu.

Geçen ay prömiyeri yapılan, oyun uyarlaması "The Last of Us" dizisini yere göğe sığdıramadık. Öyle bir dünya vardı ki, nüfusun çoğunu zombi benzeri yaratıklara dönüştüren bir mantar salgını tarafından harap edilen kıyamet sonrası bir manzaraydı gördüklerimiz.

Çok geçmeden Richard Matheson'ın aynı adlı romanından uyarlanan ve 2007 yılında vizyona giren "Ben Efsaneyim" (I Am Legend) filminin ikincisinin geldiğini öğrendik. Türkiye'de 415 bin 750 kişinin izlediği "I Am Legend"da, virüs salgını sonrası bir distopyaya dönüşen dünyada, tek başına kalan askeri virolog Robert Neville'in mücadelesini izlemiştik. Görünen o ki, distopik kaosun sonu yok ve hem gözlerimiz hem de bedenimiz bu çarpışmayı yaşamaya alıştı. Hatta bundan tuhaf bir haz almaya başladık.

Yapımcı Akiva Goldsman geçtiğimiz günlerde şöyle demişti:

I Am Legend filminin üstünden 10 yıldan fazla uzun zaman geçen bir hikâye anlatılacak yeni filmde. Dünyanın kıyamet sonrasını ve 20-30 yıllık aranın ardından yaşananları gördüğümüz The Last of Us'tan çok etkilendim. Görüyorsunuz, doğa dünyayı nasıl geri alıyor ve buradan da güzel bir soru çıkıyor: İnsan doğanın ilk kiracısı olmaktan uzaklaştığında ne oluyor? Orijinal filmle yayınlanan sonun aksine, alternatif sonun izini süreceğiz. Matheson hikâyenin temelinde önemli bir konuya değiniyor; o da doğada hâkim tür olan insanın, gezegendeki zamanının sona ermesiydi. Orijinal metne biraz daha sadık kalarak keşfedeceğimiz ilginç bir konu olacak.

Orman yangınları, kötü hava kalitesi, eriyen buzullar ve şiddetli kasırgalar gibi yaygın çevre sorunları, farklı anahtar karakterler tarafından dile getirilen kışkırtıcı diyalogların yer bulduğu yeni bir yapım daha yayınlandı: Extrapolations! Görkemli bir oyuncu kadrosunun yer aldığı mini dizi; giderek artan iklim krizinin ardından hayatlarıyla ilgili çok zor ve ciddi kararlar almak zorunda olan insanların, sevgi, inanç ve aile gibi konulardaki seçimlerini anlattı.

"The Walking Dead" televizyon dizisinden, popüler video oyunundan ilham alan rekor kıran "The Last of Us" dizisine kadar, insanlar distopya-kıyamet TV ve filmlerini seviyor, hem de çok. Uzun uzun düşünmemiz gereken soru şu; her an yeryüzü afetlerle ve savaşlarla sarmalanmışken, insanlar neden daha fazlasını görmeyi arzu ediyor ve dünyanın sonunun trajik zeminini müthiş bir oburlukla çoğaltıyor? Sinema sektörü bizi kıyamete mi hazırlıyor yoksa Stephen King'in "The Mist"indeki gibi, insanın korku karşısındaki çaresiz ilkel yanını mı körüklüyor?

Sinemanın gişe canavarlığı, karanlık bir distopik gelecek vizyonu çizdi ve hiç de iyimser değil. Merak ediyorum, distopik kurgunun altın çağını mı yaşıyoruz yoksa hakikate mi hazırlanıyoruz? Film stüdyoları neden her filme "güvende değiliz" temasını serpiştiriyor ve bunu beynimize mıhlıyor? Yeryüzü insanının da, sinemanın da soru işaretleri ile arası iyi olmalı! Sadece dünya değil, seyirci koltuğu da rahat olmamalıydı sonuçta...

Nabzı hiç düşmeyen bir aile destanı: Leyla'nın Kardeşleri (Leila's Brothers)

Yay gibi gerileceksiniz! 2010'lu yılların değeri bilinmeyen en iyi 10 gerilim filmi

Zihinsel bir çöküşün eşiği... Michael Douglas'lı "Falling Down" (Sonun Başlangıcı) filmi 30 yaşında