Güzel kokan ve iz bırakan 4 film...

Tabii her filmin ayrı bir tadı olduğu gibi kokusu var. Tabi ki sinema salonları cezbedici bir kokuya sahip. Bu duyunuzun hiç olmadığını bir düşünsenize... Bir film kokuyu nasıl anlatır peki? Güzel kokuların burnunuza kadar ulaştığı, unutulmayacak filmleri kaleme aldık.

aksam.com.tr

Belgin Özdemir

Koku, tasviri en zor duyulardan biri... Görsel çağrışımlarla izleyiciye layıkıyla aktarılabilecek, dost ve kolay bir duyu değil. Şöyle bir hafızamızı yokladığımızda kokuyu ana ya da yan konu olarak barındıran kaç film örneği sıralayabiliriz ki? Sizler için, sinemadan burnumuza ulaşan, güzel ve iz bırakan kokulu filmleri derledik.

Baştan çıkaran bir koku: Chocolat (2000)

Aşk acısına birebir en iyi ilaç olan 'çikolata' kokusuyla başlayalım... Davetkar kokusu, ağızda eriyen ipeksi yumuşaklığı ve aromasını anlatan cümleler yetersiz kalır, 3000 yıl öncesinden hayatımıza eşlik eden çikolatayı anlatırken. İzlerken kalori istilasını unutturan Chocolate filmi, tadından çok, enfes bir koku bırakıp geçti beyaz perdeden. Film, yabancı bir kadının küçük bir kasaba olan Lansquenet'ye gelip bir çikolata dükkanı açmasıyla başlıyor. Tam kilisenin karşısında açılan bu dükkan kasabalının hem ilgisini hem de tepkisini topluyor. Baş döndürücü çikolata bu kez sosyal bir dönüşüm sağlıyor...

İz bırakan ten kokusu: Perfume: The Story of a Murderer (2006)

Koku fazlasıyla soyut, anlatımı zor ve bu duyunun görüntüsünün beyazperdeye yansıtılması son derece iddialı ve bir o kadar imkansıza yakın... Stanley Kubrick'in bile "Sinemaya uyarlanamaz" dediği, Patrick Süskind'in "Das Parfüm" adlı yapıtı, Alman yönetmen Tom Tykwer'in elinde – sinemaya uyarlanabilirliğinin uzun süre tartışılması sonucu- 50 milyon avroluk bir bütçenin de yardımıyla çarpıcı, görkemli, etkili bir filme dönüştü. Tykwer, romana sinematografinin elverdiği kadar sadık kalmıştı. E kolay değil, buram buram kokan sayfaları beyazperdeye uyarlamak. Paris'te pazarda balık satan bir kadının gayrimeşru çocuğu olarak doğan, terk edilen, yetimhanede büyüyen, köle olarak satılan, ömründe hiç sevgi görmemiş Jean Baptiste Grenouille'nin bir seri katil oluşunun öyküsünü Süskind'in satırlarının büyüsünü yitirmeden beyazperdeye yansımasını izledik sinemalarda. Grenouille, bir köpeğinkini bile aşan olağanüstü gelişmiş koku alma duyusuna sahip, buna rağmen kendine özgü kokusu olmayan bir adam. Doğuştan gelen bu özellik ve onun acınası sevgi arayışının yarattığı psikoz Grenouille'yi bir koku avcısı haline getiriyor. Koku temalı bir filmin çekilebilmesi göze alınacak bir eylem değil. Ancak filmin yönetmeni bu handikapı şu sözlerle özetlemişti:

Dürüst olmak gerekirse, bu konuda hiç endişelenmedim. Sonuçta romanın dili sayesinde bu kokular hissediliyordu, kitap kokmuyordu. Yani ortada bir dil problemi vardı. Yazarın romanda kullandığı edebi dili biz de sinema diline çevirebilirsek ve bu konuda elden geldiğince deneysel davranırsak problem çözülecekti. Filmin meydan okuyucu yanı da burada. Zaten meydan okuma yoksa neden o filmi çekeyim ki?

"Ihlamur kokusu ve közlenmiş biber için hayat yaşamaya değer!": Shadows (2007)

Bir de aşkı ve masumiyeti açığa çıkaran kokular vardır: Hanımelleri, manolyalar ya da sabah uyandığınızda evdeki kızarmış ekmek kokusu... Makedonyalı senarist ve yönetmen Milcho Manchevski'nin Shadows filminde; genç bir doktor, güzel bir eş, mükemmel geniş bir aile var ama hiç bir şey göründüğü gibi değil. Genç doktor bir kaza yapar, kazadan sonraki bir yıldaki yaşamla ölüm arasındaki mücadelesi, onu geçmişten gelen siyasi mücadelesine sürükler. Mültecilere ve intihar edenlere takılır kafası... O arada kuzinenin üstünde hayatta en önemli olan iki şey vardır, ıhlamur ve közlenen yeşil biber...

Aşk kokan kentler: Vicky Cristina Barcelona (2008)

Bir de kentlerin kokusu vardır... Örneğin İstanbul'un kendine has kışkırtıcı bir kokusu var. Woody Allen'a göre ise Paris ve Barcelona, aşk kokan kentler. Vicky Cristina Barcelona filminde, İspanya'ya tatile gelmiş iki kız arkadaş Vicky ve Cristina, burada tanıştıkları bir ressamla yakınlaşmaya başlıyor. İşin içine bir de ressamın eski karısı Maria girince olay daha karmaşık bir hâl alıyor. Allen kentin görselliğini koklatarak sunmuştu filmde. Barcelona'yı onurlandırmaya çalışıyordu usta yönetmen ve o rayihayı çok ta güzel üfledi ruhumuza...

Kokular çok şeyi hatırlatır fakat çok şeyi de unutturur. Tıpkı Melih Cevdet Anday'ın dizelerinde olduğu gibi;

Bir misafirliğe gitsem,

bana temiz yatak yapsalar,

her şeyi, adımı bile unutup uyusam...

"Koku uçar, görünen kalır" deme yanılgısına düşmeden yeniden düşünün derim. Bu kadar müphem bir duyudur aslında o görünenin tadını bırakan! Ezcümle; güzel kokuların peşindeyiz, pek tabi iyi kokan filmlerin...

Gürcistan sinemasından 4 iyi film

Çarpıcı ve unutulmaz! Sadece bu sahneler için bile seyredilir dediğimiz 10 film!

Kış soğuğunda içinizi ısıtacak ve sizi mutlu edecek 20 film önerisi...