90'lardan karanlık ve cesur bir film

“Kırmızı Oda” dizisi başladığından bu yana, psikoterapi hikayelerinin seyirciyi ne kadar cezbettiğine tanık olduk. Seviyorduk belki başkalarının çözülüşünü izlemeyi… Şarkıcı ve oyuncu Barbra Streisand'ın hem yönetip hem de rol aldığı, Pat Conroy'un kitabından uyarlanan 1991 yapımı “The Prince of Tides” belki de yeniden hatırlanmalı.

Aksam.com.tr

Belgin Özdemir

Barbra Streisand tarafından yönetilen "The Prince of Tides" filminde, Tom Wingo (Nick Nolte) mutsuz bir adamdır. Üstelik çocukluğundan bu yana... "Hayat boyu, başlarına tek bir ilginç olay gelmeyen aileler var. O ailelere hep imrendim" diyen Tom, "Annemle babamın ne zaman savaşmaya başladıklarını bilmiyorum. Ama aldıkları tek esirlerin çocukları olduğunu biliyorum" sözleriyle hayatını özetler. İntihar girişiminde bulunan kardeşinin psikiyatristi Dr. Susan Lowenstein'ın (Barbra Streisand) çağrısıyla New York'a gider Tom. İki yarım insan böyle tanışır.

Mutsuz evlilikler sürdüren bu iki insan arasında duygusal bir yakınlık doğar. Filmin bir yerinde; "hiç'le evlenirsen 'hiç' elde edersin" diyen Susan, acıyı hissetmenin cesaret işi olduğunu anlatır Tom'a. Dert dinlerken, derdinden arınma cesaretini gösterir. "Aile içinde affedilemeyecek suç yoktur"u özenle anlatan film, çengelli iğne gibi cümleler üretir içimizde.

Susan: Evlenene kadar hiçbir yere yalnız gitmedim.

Tom: Bu, evliliği gayet iyi açıklıyor.

Susan: Karını benden daha çok seviyorsun kabul et.

Tom: Hayır, sadece daha uzun süredir seviyorum.

Oysa aşk, bütün kuralların istisnasıdır... Ve güçlü bir kadın olmak kolay değildir. Bir erkek ise saygı duyman için güçlü olmalıdır ama sevmen için zayıf. Ve seçimi yapan sevgidir...

"Passing" klasik uyarlamadan çok daha ötesi

Hesaplaşma, gerilim ve yüzleşme... Hayatı sorgulatan 5 film