İşitme ve Konuşma Engellileri Günü’nün yaklaşması nedeniyle bir açıklama yapan Kulak Burun Boğaz ve Baş Boyun Cerrahisi Uzmanı Doç. Dr. Seçkin Ulusoy, şunları söyledi: “Dünya Sağlık Örgütü, işitme kaybına yol açan faktörlerin %50'nin önlenebilir olduğunu bildiriyor. Önleyici tedbirler arasında, bebeklerin işitme taramalarından geçmesi, kızamık, menenjit, kabakulak ve kızamıkçık aşılarının aksaksız uygulanması, özellikle ototoksik dediğimiz (iç kulağa zarar verici) özellikteki ilaçları kullanırken seçici davranılması, orta kulak iltihabı için etkin tedavilerin yapılması ve aşırı gürültülü ortamlardan kaçınılması sıralanabilir. Bebeklerde bir işitme engeli var ise, ilk 6 aydan önce belirlenip, ilk 12 ayda müdahale edilmesi en önemli anahtar noktadır. Özellikle işitme kayıplı bebeklere, erkenden tanı konularak gerekli uygulamaların yapılmasıyla, akranlarıyla eşdeğer konuşma ve iletişim becerilerine sahip olabilmeleri mümkündür” dedi.
Sağır ve dilsiz olmak artık bir kader değil
‘Sağır ve dilsiz olmak artık bir kader değil’ diyerek sözlerine devam eden KBB Uzmanı Doç. Dr. Seçkin Ulusoy, konuşmasına şöyle devam etti: “Konuşmanın öğrenilmesinde, en önemli faktör işitmedir. Sağır ve dilsiz diye tabir edilen kişiler, işitemedikleri için konuşamazlar, yani halk arasındaki tabirle dilsiz olurlar. İşitme engeli, kişinin iletişim ve sosyal gelişiminde pek çok zorluklar oluşturur. Bu çocukların bazıları, normal hatta üstün zihinsel yapıya sahip olduklarından sosyokültürel olarak oldukça üst seviyelere çıkabilmelerine rağmen, pek çoğu için toplumdaki iletişimden kültürel büyük handikaplar yaşarlar. Oysa, işitme engellilerin sorunlarının çözümünde, bireyin sahip olduğu işitme kaybı düzeyine bağlı olarak, çeşitli tedavi seçenekleri bulunuyor. Bu açıdan bakıldığında en önemli konu, işitme kaybının mümkün olduğunca erken tanınmasıdır. Çocuklar ilk 3 yaşta dil gelişimlerini büyük ölçüde tamamladığı için eğer bir işitme engeli var ise, doğumdan itibaren ilk 6 ay içinde farkedilip, 1 yaşına gelmeden gerekli tedavilerin yapılması gereklidir. İşitme engelli çocuklar erkenden tanınarak gerekli tedbirler alınmazsa; okulda başarısızlık, psikolojik olarak toplumdan uzaklaşma ve içine kapanıklık gösterebilirler. Ayrıca, vurgulamak isterim ki, çocukluk çağında çok sık görülen orta kulakta sıvı birikiminin de, okul taramalarında erkenden tanınması ve tedavisi önemlidir. Günümüzde ilaç yada cerrahi tedavisi çok kolay olan bu sinsi hastalık, okulda başarısızlık dışında başka bir bulgu vermez” diye konuştu.
Yenidoğan işitme kayıplarının yarısı, risk grubundaki bebeklerde oluşuyor
Minik bebeklerdeki işitme kayıplarının dramatik olduğunu ve tedavi edilmesi gerektiğinin altını çizen KBB Uzmanı Doç. Dr. Seçkin Ulusoy, şunları kaydetti: “Yenidoğan işitme kayıplarının yarısı, risk grubundaki bebeklerde oluşuyor. Akraba evlilikleri, ailevi işitme kaybının olması, gebelikte kullanılan bazı ilaçlar ve geçirilen hastalıklar, düşük doğum, kilolu bebekler, yüz bölgesinde çeşitli doğumsal sorunların görülmesi, bebeğe verilen bazı ilaçlar, uzamış yenidoğan sarılığı veya uzun süre yenidoğan yoğun bakım ünitesinde bebeğin kalması gibi sebepler başlıca risk faktörlerini oluşturuyor. Yenidoğan işitme kayıpları, binde 1-3 arasında değişmekte olup, bunların yaklaşık yarısı tek taraflı iken, diğer yarısı da çift taraflı işitme kayıplarıdır. Tek taraflı kayıplar, erişkin yaşlara kadar tanınmayabilir ve genelde büyük sorun oluşturmazlar, ama çift taraflı kayıpların mutlaka tanı koyularak gerekli tedavileri yapılmalıdır” şeklinde konuştu.
WHO raporuna göre yaşlandıkça işitme kaybı riskinin arttığını da anlatan KBB Uzmanı Doç. Dr. Seçkin Ulusoy, 65 yaşını geçen her 3 kişiden birinin duyma güçlüğü yaşadığını, orta ve ileri yaşlarda başlayan kayıpların uygun işitme cihazlarıyla büyük oranda çözüme kavuşabildiğini sözlerine ekledi.