1
PINAR IŞIK ARDOR
Yeni Hükümet sistemi hızlı bir şekilde hayatımıza girdi. Yeni sistemin kazanımlarının tam olarak okunması çok önemli. Türkiye küresel ölçekte bir güç olma yönünde büyük adımlar atarken yeni sistemin de bu anlamda desteği çok önemli. Peki, bu sistemin en önemli kazanımları neler? Bürokrasi tam anlamıyla yeniden şekilleniyor. Bu süreçte neler yapılmalı? Ofisler, kurullar neler getirecek? Meclis’te kilit rol oynuyor denilen MHP aslında tam olarak hangi görevde. SETA Siyaset Stratejisti Doç. Dr. Zahid Sobacı’yla konuştuk. Sobacı önemli bir detay verdi ve olağan kanunlar için ‘parlamento, parlamentonun üçte biriyle toplanır dolayısıyla 200 vekil toplananların salt çoğunluğu ile karar verir ama bu dörtte birinden az olamaz. Yani bu rakam bizi götürse götürse dörtte birinden az olamayacağı için 151’e götürür dedi.
SETA, Siyasal Araştırmacı Doç. Dr. Zahid Sobacı: Yeni sistemi savunanlar iki temel argümanla ön plana çıktılar. 1. vesayetçi sistemin bertaraf edilmesi 2. yönetimde istikrar ve etkin icraat. İstikrar ve etkin icraat hemen somutlaştı. En somut kazanım seçimin ertesi günü gerçekleşti. Ak Parti tek başına parlamentoda çoğunluğu alamadı ama biz bir hükümet krizi üzerine konuşmuyoruz. Doğrudan cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesiyle seçim gecesi yürütmeyi oluşturduk.
Yeni sistemin kodlarını konuşalım. Size göre bu sistem en büyük ölçüde ne kazandıracak Türkiye’ye?
“EN ÖNEMLİ KAZANIM ETKİN İCRAAT”
16 Nisan referandumda siyasal sistemde değişiklik tartışmalarına dönmemiz gerekiyor. O tartışmalara baktığımızda yeni sistemi savunanlar iki temel argümanla ön plana çıktılar. 1. vesayetçi sistemin bertaraf edilmesiydi 2. yönetimde istikrar ve etkin icraattı. İkincisinden başlayacak olursak bence en önemli kazanımlarından biri bu. Hâlihazırda hemen somutlaştı. Parlamenter sistemde hükümet parlamentonun içinden çıkıyordu. Yumuşak kuvvetler ayrılığı çerçevesinde ve mutlaka güvenoyu olması gerekiyordu. Parlamentoda bir parti tek başına çoğunluğu yakalayamıyorsa bir takım siyasal krizler ortaya çıkıyordu. En somut kazanım seçimin ertesi günü gerçekleşti.
“EN SOMUT KAZANIM SEÇİMİN ERTESİ GÜN OLDU”
Ak Parti tek başına parlamentoda çoğunluğu alamadı ama biz bir hükümet krizi üzerine konuşmuyoruz. Cumhurbaşkanı başbakanlığı kime verecek konuşmuyoruz. Olası bir koalisyon hükümeti oluştuğunda bunlar arasındaki riskler neler konuşmuyoruz. Hangi bakanlığı hangi parti alacak bunun üzerinden yeni bir anlaşmazlık çıkar mı konuşmuyoruz. Bunların hepsi siyasal krizin emareleri ama aynı zamanda bu belirsizliklerin hepsi zaman içinde borsayı etkileyen ekonomiyi etkileyen belirsizlikler. Ekonomik zedelenmeler de toplumsal çalkalanmalara yol açan bir süreci getiriyor. Meselenin başında siyasal istikrar var. Ve doğrudan cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesiyle seçim gecesi yürütmeyi oluşturmuş oluyoruz.
Peki, yürütme krizi yaşamadık ya yasama?
“SEÇMEN ÇOK İTİNALI PARLAMENTO ARİTMETİĞİ ORTAYA ÇIKARDI”
Yasama için 50+1 koşulu yok. Orada tartışılan mesele parçalı bir parlamento mu yoksa tam bir uyum mu ortaya çıkacak meselesiydi. Şu anki seçimden denge ortaya çıktı. Hatırlayın meseleler neydi? Sn. Cumhurbaşkanı ilk turda seçilecek ama aynı zamanda AK Parti parlamentoda çoğunluğu elde edecek dolayısıyla cumhurbaşkanı ‘tek adam olarak hem yasama hem yürütmeyi kontrol edecek’ gibi bir argümanla sistemi eleştirenler karşımıza çıkıyordu. Ama sistemin ruhunda olan denge denetleme meselesi devreye girmiş oldu. Yani tam bir uyum çıkmadı ama bir uyumsuzluk üzerine de konuşabilmemiz şu anki yapı itibarıyla mümkün değil. Tam bir denge çıktı. Seçmen yine basiretini gösterdi ve çok itinalı parlamento aritmetiği ortaya çıkardı.
“OLAĞAN YASA İÇİN 301 ŞART DEĞİL”
MHP’ nin kilit rolünü parlamento aritmetiği üzerinden çok fazla değerlendirmemek lazım. MHP başka yerde kilit rolü oynuyor. Biz çok fazla 50+1 odaklandığımız için hep 301’e odaklandık. Hâlbuki olağan bir kanunun çıkması için 301 gerekmiyor. Bunu gözden kaçırıyoruz. Bu çok önemli. Parlamento, parlamentonun üçte biriyle toplanır dolayısıyla 200 vekil toplananların salt çoğunluğu ile karar verir ama bu dörtte birinden az olamaz. Yani bu rakam bizi götürse götürse dörtte birinden az olamayacağı için 151’e götürür.
“151 OYLA OLAĞAN YASA ÇIKAR”
Normal bir kanun için konuşuyoruz anayasa değişikliği için değil bu. Anayasa değişikliği için en az 360 gerekiyor. 50+1 üzerine konuştuğumuzda sanki parlamentoda salt çoğunluğu alamadığınızda kanun yapamayacak gibi bir pozisyon ortaya çıktı. Hâlbuki normal kanunlar anayasa değişikliği olmayan kanunlarda deminki rakamlar geçerli. Dolayısıyla AK Parti 290 vekili var olağan kanunları rahatlıkla çıkarabilir. Örneğin terörle mücadele kanunu görüşülecek ve 400 vekil Meclis’e katıldı. 201’le yasa çıkar.
MHP’nin kilit pozisyonu açalım mı biraz?
“ MHP SAYISAL DEĞİL SOSYOLOJİK OLARAK ÖNEMLİ”
MHP’nin kilit pozisyonu sosyolojik açıdan çok önemli. İktidar kendi milletvekili sayısıyla kanun yapabilir ancak MHP’nin orada verdiği destek o milliyetçi muhafazakâr seçmeni konsolide etmesi ve bir kararın arkasında durduğunu göstermesi anlamında MHP kilit parti pozisyonuna geçebilir. MHP’nin desteği toplumsal meşruiyeti güçlendirme anlamında önemlidir. O muhafazakâr milliyetçi blokunu konsolide edip bir kararın ve iktidarın arkasında durduğunu göstermesi anlamında önemlidir. Türkiye gerçekten de çok önemli bir eşikte. Küresel güç olma sinyalleri veren bir devlet olarak o seçmen blokundaki ve toplumun ana gövdesi olarak nitelendirebileceğimiz muhafazakâr milliyetçi seçmenin birlikte hareket etmesi çok önemli.
Artık yürütme ve yasamayı millet belirliyor. Bu durumda bir tek yargı erki kalıyor. Burada da eleştiri yargının yürütme tarafından seçilmesi. Bu erki açalım.
“YARGI ERKENİ SEÇİLMİŞ SEÇSİN EN DEMOKRATİK OLANI BU”
Farklı ülkelerde yargı mensuplarının atamasına ilişkin usuller söz konusu ama burada temel prensip seçilmişin yargıyı benimsemesidir. Burada bağımsızlığın yanlış yorumlandığı kanaatindeyim çünkü buradaki bağımsızlık görevini ifa ederken siyasetçiden veya örneğin kendi ailesinden, çıkar gruplarından, bürokrasiden bağımsızlığıdır. Sadece siyasetten bağımsız değildir. Aile ferdinden bile bağımsızlığıdır. O pozisyona gelmesini kim sağlayacak? Birileri sağlayacak. O zaman seçilmiş sağlasın çünkü benim temsilcim en azından. Eğer doğrudan halk seçmiyorsa yargı ekini seçilmiş seçsin en demokratik olanı budur. Ben cumhurbaşkanının belirlemesinde bir sorun olduğunu düşünmüyorum.
“HÂKİMLERİ TAHAKKÜM ALTINDA BIRAKIYORUZ. SANKİ KÖLELER”
Hâkimleri de yargıçları da şimdiden tahakküm altına sokuyoruz kim atadıysa onun sözünden çıkmayacak sanki onun kölesi ilan ediyoruz. O atadığına göre hep ona minnettar kalacak ve onun direktifleri doğrultusunda karar verecek. Hayır, bu kişinin mesleki ahlakı, karakteri var ayrıca hesap vereceği birçok aktör var bu kişinin kendi kariyeri var. Hâlbuki kişi önemli. Oraya getirilen kişi demokratik bir zihniyete sahipse Türkiye’nin demokratik ilerleyişine katkı sağlayacak. Değilse demokrasiye katkı sağlayabilmesi mümkün mü? Bu ülkede Anayasa Mahkemesi Başkanları var ki eşit oy sistemini tartışmalara açtı. ‘Ben anayasa profesörüyüm benim oyumla normal vatandaşın oyu bir mi olacak’ dedi. Eğer oraya gelen kişinin zihniyeti yüz yıllar önce çözüme kavuşturulmuş bir eşit oy ilkesini yeniden tartışmaya açacak zihniyetse oradan demokrasiye katkı çıkmaz. O yüzden bizim kimin getirdiğinden daha çok gelen kişinin liyakatına ve demokratik bir zihniyete sahip olup olmadığına odaklanmamız lazım.
Şimdi siz bir söyleşinizde ‘bürokrasinin bir zihniyet dönüşümü yaşaması gerekiyor’ dediniz. Bu nasıl olacak? Bu sistem bunu otomatik olarak o hale mi getirecek yoksa el mi atılması lazım?
“ELİT GARDİYAN BÜROKRASİ BOŞLUKTAN YARARLANDI”
Siyasal ve yönetim geleneğine sahibiz. Bu gelenekte bürokratik yönetim geleneği dediğimiz mesele var. Bu çerçevede az sayıdaki bürokratik elit gardiyan bürokrasisi niteliği göstermiş yani korumacı, kast bürokrasi diyoruz biz buna. O bürokrasi siyasetin bıraktığı boşluktan da yararlanarak rejimi, laikliği korumuş. Hâlbuki demokratik ülkelerde bürokrasinin böyle bir gardiyan niteliği yok. Bürokrasi siyasetçinin aldığı kararları uygular. Aslıda bürokrasinin doğal sınırı budur. Bizdeki o gardiyan bürokrasi topluma sormadan toplum için iyiyi tanımlıyor ve o iyiyi yukarıdan aşağıya jakobenist bir tavırla dayatıyor.
Laikliği, rejimi korumuş dediniz. Laiklik korunmamalı mı?
Laiklik önemli bir değerdir ve yaşama geçirilmesi gereken bir değerdir ama nihayetinde bürokrasinin laikliği korumak gibi bir görevi yoktur. Bu bürokrasinin kendine biçtiği bir misyondu. Hâlbuki böyle bir misyonu yoktur. Dolayısıyla sınırlarını aştığı için siyaset yapmaya meyleder.
Bürokrasi siyaset yapmamalıdır değil mi?
“BÜROKRASİ ÖNCE DOĞAL SINIRINA ÇEKİLECEK”
Karar alma süreçlerine teknik bilgisiyle katkı sağlaması başka bir şeydir siyasete meyilli olması, siyasetçiye siyaset dayatması başka bir şeydir. Bunlara tanıklık ettik. O yüzden ‘gardiyan bürokrasi’ diyorum. Buranın doğal sürecine çekilmesi lazım. AK Parti aslında 2002-2018 e kadar bunu yapmaya çalıştı. Bürokratik oligarşinin kendi doğal sınırlarına çekilmesi gayreti vardı. Bu konuda mesafe kat etti. Yeni sistem siyasette boşluk bırakmayacağı için orayı domine eden bir siyasal aktör ortaya çıkacağı için orada boşluk olmayacak ve bürokrasi orayı zorlayamayacak. Sistemin vaatlerinden biriydi etkin icraat. Artık etkin ve hızlı çalışması lazım. Önce doğal sınırlarına çekme sonrasında etkin ve hızlı çalışma süreci. O üst düzey yöneticilere ilişkin kararnameyle bunun peşinde koşuluyor.
O KHK’lara yine belli bir kesimin itirazı var.
“SİYASAL SORUMLULUK CUMHURBAŞKANINDA”
‘Niye üst düzey yöneticileri cumhurbaşkanı atıyor’ diyorlar. Parlamenter sistemde siyasal sorumluluk başbakan ve bakanlardaydı. Şimdi seçimle iş başına gelen yürütme yetkisini kullanacak aktör cumhurbaşkanı. Yürütmeyi tek kişi kullanacak ve siyasal sorumluluğun olması itibarıyla seçime iş başına gelecek. Çünkü siyasal sorumluluğa sahip aktör cumhurbaşkanı. Bakanlar da atamayla iş başına geliyorlar. Cumhurbaşkanı bundan sonra halka karşı sorumlu. Denklem çok basit sorumluluk kimdeyse etki ondadır. Beş yılda bir de halka hesap verecek.
Başkanlık sistemlerinde iktidarın performansı üst düzey yöneticilerle yakından ilişkilidir. Kaldı ki sadece üst düzey yöneticiler için konuşuyoruz. Üst düzey yöneticiler aslında kendinden sonrası hiyerarşik kademelenme içinde yer alan orta düzey bürokratları çalıştıracak kişiler. Kendi kurumlarına dinamizm katacak kişiler.
Yeni kabineyi nasıl değerlendiriyorsunuz? Öte yandan Türkiye'nin yeni yönetim modelinde Başkan yürütmenin başı. Bakanlar kurulu dışında Cumhurbaşkanlığına bağlı 8 başkanlık ile 4 başkanlık ofisi olacak. Bunlara ilaveten bir de kurullar var. Kurullar, ofisler tam olarak nedir? Dünyada örnekleri var mı? Bu ofisler neyi sağlayacak?
“UZMANLIĞI BÜROKRATLAR, DİNAMİZMİ SEKTÖR TEMSİLCİLERİ, SİYASİ HAFIZAYI DA SİYASAL AKTÖRLER ÜZERİNDEN SAĞLADI.”
Kabine yeni sistemin doğasına uygun bir şekilde oluşturuldu. Doğasında esneklik, katılım ve iş birliğine dayalı olarak bir ortak akılı inşa etmek var. Kabinede özel sektörden gelen temsilciler, siyasi ve bürokrasiden atamalar var. Esneklikten kastım tam da bu. Başkanlık istemiyle uygulanan yönetilen ülkelere baktığımızda aslında farklı kabine profilleri görebiliriz. Burada aslında siyasal aktörleri bakanlar kuruluna getirmekle siyasetin hafızasını yeni döneme taşıdı Sn. Erdoğan. Sektör temsilcilerini getirdi bu bize neyi gösteriyor, dinamizmi. Bürokratlardan bakan atadı. Bu neyi gösteriyor teknik bilgi ve uzmanlık. Uzmanlığı bürokratik aktörler, dinamizmi sektör temsilcilerinden, siyasi hafızayı da siyasal aktörler üzerinden sağladı.
Kurullar ve ofisler nedir? Ne işe yarayacaklardır?
“OFİSLER ARKA MUTFAK OLMAKLA BERABER İCRACI YÖNLERE DE SAHİP”
Bu uygulamalar yani ofisler, kurullar başkanlık sistemiyle yönetilen ülkelerin hepsinde var. Ofisler Cumhurbaşkanı’nın politikaları nihai belirleyicisi olduğu noktada arka mutfak gibi. Cumhurbaşkanı siyasal sorumluluğa sahip ve dış politikadan güvenliğe enerjiden çevreye sağlıktan eğitime kadar tüm politikaların oluşturulmasında uygulanmasında söz sahibi olan kişi. Son karar verici. Ama Cumhurbaşkanını o politikaları formüle edebilmesi için ona bilginin akması lazım. Yani arka mutfaklarının olması lazım. Cumhurbaşkanı sağlık, eğitim alanında karar verecek ama nihayetinde bu kararların hangisi irrasyonel hangisi fayda maliyet çerçevesinde Türkiye’ye ve halka daha yararlı Cumhurbaşkanı’nın önüne sunacak. Türkiye’deki ofislerin özelliği biraz icracı yönünün de olması. Evet, arka mutfak görevi görecek ama mesela finans ofisi üzerine konuşuyoruz. Tanıtımına bakın İstanbul’un finans merkezi olması için gerekli projeleri yürütecek diyor. Demek ki bir takım icracı yönleri de olacak. Türkiye’ye özgü özellikte var. 4 tane ofis kurduk ama zaman içinde ben bunların artacağını düşünüyorum.
Ne zaman şekillenir ofisler, kurullar?
Orada çok titiz davranacağını düşünüyorum çünkü o ofislerin performansı çok belirleyici olacak. Kurullara getireceği başkanlar da öyle.
Kurulların ofisten farkı ne? Hiyerarşi var mı aralarında?
“OFİSLER İCRACI KURULLAR DANIŞMA GÖREVİ GÖRECEK”
Ofisler icrai fonksiyonuyla ön plana çıkıyor ama kurullar danışma, istişare mekanizması olarak öne çıkıyorlar. Hem kurul hem ofis niye var çünkü farklı fonksiyonlara sahipler. Onları biz kurmay birimler olarak nitelendiriyoruz. Bunların arasında bir hiyerarşi olduğunu düşünmüyorum. Kurullar daha üst ofisler daha at ya da tam tersi böyle bir şey yok. Cumhurbaşkanı üst. Bu kadar. Bu sistemde daha danışmanları görmedik belki danışmanlardan, kurullardan, ofislerden Cumhurbaşkanı’na bilgi akacak. Sn. Erdoğan tüm bu akan bilgiyi bir potada eritip nihai karar ve rasyonel politikayı belirleyecek. Burada bilgi kaynaklarının çeşitlenmesi var.
“SENSÖRLERİ EN AÇIK LİDER VE PARTİ”
Bugüne kadar bürokrasiye gücünü veren en önemli şeylerden biri teknik bilgi ve uzmanlığa sahip olmasıdır. Doğru karar verirse bir daha seçilecek. Cumhurbaşkanı yanlış politika yürütüyorsa doğrudan halka hesap verecek. O yüzden hem Sn. Erdoğan hem de AK Parti belki de toplumsal hassasiyet noktasında sensörleri en açık olan lider ve partidir.
“ O DA MUHALEFETİN KABİLİYETİYLE ALAKALI”
Kararnameler meselesine gelince. Cumhurbaşkanına kararname yetkisi verildi ama sınırlandırıldı da. Kararname çıkarma yetkisi sonsuz değil. Temel haklarda çıkaramaz siyasi haklarda çıkaramaz kişi hakları üzerinde çıkaramaz eğer bir mesele kanunla düzenlenmişse o alanda kararname çıkaramaz kendisi kararname çıkarttığında eğer parlamento o alanda bir o konuya ilişkin kanun çıkarırsa kararname hükümsüz sayılır. Dolayısıyla bu sınırsız bir yetki değildir eleştirisiz değildir. Dolayısıyla parlamentonun etkinliği meselesi de buradadır. Denge denetleme meselesi de buradadır. Parlamento aritmetiği de buna imkân verir pozisyondadır ama burada muhalefetin konumu pozisyonu meseleyi nasıl algıladığı ne derece birlikte hareket edebileceği gibi birçok siyasi dinamiği hesaba katmak lazım. Muhalefet bunu ne kadar kullanabilir orası muhalefetin kabiliyetiyle ilgili meseledir.
Seçimlere ittifaklarla girildi. Bundan sonra sizce Türkiye'de iki partili sisteme geçiş mi görürüz? Yoksa mesela İP ittifakından sanırım çokta memnun olmamış görünüyor.
“SİSTEM TÜRKİYE’DE İKİ BLOKLU SİYASETE İŞARET EDİYOR”
İki partili sistem değilse de iki bloklu siyasetin bundan sonrada gideceğini düşünüyorum. Tarihsel tecrübemizle oy davranış kalıplarına baktığımızda seçmenin partiler arasındaki oy geçişkenliklerine baktığımızda iki partili sistem olmasa da siyasetin sistemin doğası gereği de ortaya çıkacağını düşünüyorum. İki bloklu siyasetin devam edeceğine dair bir katkıyı veya bunun böyle gerçekleşeceğini garanti altına almanın bir hamlesi de MHP ittifak düzenlemesinde yaptı. MHP ittifak düzenlemesinde hangi konuda ısrarcı oldu. Kurumsal kimlikleriyle girilsin ve kaç oy aldığı görünsün. MHP şöyle bir varsayımdan hareket ediyordu. Benim seçmenim üç hilal logosunu orada gördüğünde yine oyunu döner bana verir. Kurumsal kimlikler korunuyorsa bir partinin diğer partiyi içerisinde yok etmesi çok kolay bir mesele değildir. Sonuçta iki bloklu siyasetin Türkiye’de var olacağını söylemek mümkün.
“CUMHUR İTTİFAKINDA TUTKAL DEVLETİN BEKASI”
Bu bloklarda cumhur ittifakı bugüne kadar varlığını korudu ve bundan sonra varlığını koruyacak gibi duruyor. Çünkü daha esaslı, derinlikli bir zemine sahip. Ancak millet ittifakına baktığımızda mayasının bu kadar sağlam olmadığını görüyoruz. Cumhur ittifakında devletin bekası gibi çok önemli bir tutkal var. Ama millet ittifakında seçim zamanı oluşturulan ve biraz da AK parti ve Erdoğan karşıtlığı üzerine yükselen bir birliktelik vardı. Zaten seçimin bittiğinin ertesinde ittifakın sonlandığına dair hem İYİ partinin hem SP’nin yetkililerinin genel başkanlarının bir takım beyanları oldu.
CHP’de yaşanan gelişmeleri nasıl değerlendirmek lazım? Ne oluyor ana muhalefette?
“CHP BUNU YA GÖRMEDİ YA DA GÖRMEZDEN GELDİ”
CHP bile bile lades dedi. Ne zaman ki ortak aday projesi peşinde koştu ve ortak aday projesi akamete uğradıktan sonra İnce’yi Kılıçdaroğlu aday olarak gösterdi aslında bu sürecin yaşanacağını biz o günden itibaren görmeye başladık. Çokça dile getirildi. CHP bunu çok önemsemedi. Deniyordu ki eğer siz Genel Başkanınızı aday göstermezseniz iki senaryo olur. Ya o kişi cumhurbaşkanı seçilir yürütme yetkisini kullanacaktır siz de parti genel başkanı olarak kalırsınız ve bir çift başlılık doğar ki biz sistemi çift başlılıktan kurtarmak için değiştiriyoruz veya siz aday olmazsanız dışarıdan bir aday getirirseniz o kişi sizin partinizden çok oy alırsa bu sefer potansiyel bir genel başkan adayı haline gelir. CHP sistemin doğasında barındırdığı bu özelliği ya görmedi ya görmezden geldi sonunda İnce’yi aday gösterdi ve ikinci senaryo gerçekleşti.
“İNCE, GENEL BAŞKAN OLSA BİLE CHP DEĞİŞMEZ”
CHP’de değişim kolay değil ama buradaki değişimden kast ettiğim şey genel başkanlık değişimi değil. CHP nihayetinde köklü bir parti. Bir partinin geleneği varsa onu bezeyen kodlar vardır. CHP’nin kodları, örgütlenmesi var. Diyelim ki imza potansiyeli belli bir noktaya ulaştı ve olağanüstü kongreye gidildi Muharrem İnce genel başkan olsa dahi CHP’nin bir değişimini kolay gerçekleştireceğini düşünmeyenlerdenim.
“İNCE, CHP’NİN ELİTİ DEĞİL ÇEPERİ”
Çünkü İnce CHP’nin kendi içindeki CHP eliti içinde değil. İnce, CHP’nin çeperinde kalır. İnce, çevrenin temsilcisidir. O yüzden gelip genel başkanlığı elde etse bile CHP’nin o kodlarını değiştirmesine, geleneğini dönüştürmesine, farklı toplumsal kesimlere açılabilmesine bir dirençle karşılayacaktır çünkü orada bir örgüt bir geleneği var.
Genelkurmay ve Kuvvet Komutanlıkları, Milli Savunma Bakanı’na bağlandı sivil-asker dengesi demokratikleşti diyebilir miyiz? Yıllarca askeri vesayet tartışmaları yaşamış bir ülkeyiz ancak geldiğimiz duruma eleştirel yaklaşanlar var. Neden?
“FETÖ PARTİ KURMADI ÇÜNKÜ BÜROKRASİ ÜZERİNDEN YÖNETİLEBİLECEĞİNİ BİLİYORDU”
Bürokratik oligarşi meselesine geri dönelim. Ben o yüzden askeri ve sivil kanadıyla yargı kanadıyla açmaya çalıştım. Nihayetinde bunu istemeyen kesim o siyasette boşlukta olduğunda tam da bu kanallar üzerinden siyaseti yönetmeye çalışıyordu. Seçimle kazanamasa bile dolaylı bir şekilde ülkeyi yönetmeye çalışıyordu. Belki de yeri geliyordu hiç demokratik yarışlara girme zahmetine bile katlanmak istemiyordu. Zaten bürokrasi aracılığıyla iktidar olmasa bile iktidarda kalabiliyordu. Bu sistemin kıymeti burada. İktidarda olmadan iktidarı yönetebilmenin bir kanadı askeri yapı üzerindendir. Türkiye bunu hep tartışıyordu. Çünkü parlamenter sistemde millet iradesi mecliste gerçekten tecelli etmediğine dair genel bir kabul söz konusuydu. Bu itiraz edenler bu kazanımları kaybettikleri için itirazdalar kusura bakmasınlar. FETÖ yapılanması niye parti kurmadı? Hep stratejik kurumlara sızmışlar. Yargı, emniyet ve askeriyeye yönelmiş. Çünkü parti kurmadan da ülkenin yönetilebileceğini farkına varmışlar. FETÖ siyaseten bir mecra aramamış. Hatta siyasetten uzak durma telkin edilmiş. Çünkü bürokrasi üzerinden yönetilebileceğini zaten biliyor. Şimdi sivilleştikçe askeri bürokrasi üzerinden yönetebilmenin kanalları tıkanıyor.
OHAL bitti. Bazı düzenlemeler yapıldı. Bunlarda iç siyasete tartışma konusu oldu. Bu düzenlemeleri nasıl okuyorsunuz?
“FETÖ PÜSKÜRTÜLDÜ AMA TEHDİT ORTADAN KALKTI MI?”
Nihayetinde hiçbir siyasal iktidar OHAL’le birlikte seçime gitmek istemez. Şimdi şu bile söylendi. OHAL’le seçime gidilirken kolayı tercih ettiler diye. Hayır, tam tersine. Çünkü OHAL insanlar tarafından istenilen hemen kabul edilen bir şey değil. İnsanları ikna etme çabasıyla birlikte yapılan eleştirileri göğüsleyerek seçime gidiyorsun. OHAL size kazandıracak bir şey değil. Ama bu gerekliliğe dayanıyordu. Ülke 15 Temmuz’da hain bir saldırıya uğradı. Millet bunu da püskürttü ama tehdit ortadan kalktı mı? Bakın hala şu kadar kişi gözaltına alındı, şu kadar kripto vs. görüyoruz. Üstüne hala PKK teröründen bahsediyorsak bu koşullar devam ediyor. Burada hiç düzenlememe yapmamak gibi bir durum olamaz.
“TEDBİRLERİN TEKNİK YÖNÜ TARTIŞMA KONUSU YAPILABİLİR AMA BUNLAR KANUNLARA AYKIRI DEĞİL.”
FETÖ tamamen bitmiş gibi yaşantımıza devam edemeyiz. Bir takım tedbirler gerekli. Bu tedbirlerin teknik yönü tartışma konusu yapılabilir, eleştirebilir ama bu düzenlemeler anayasa ya da kanunlara aykırı değil. Artırılan gözaltı süreleri de anayasaya uygundur. Bunu anayasa çiğnendiği ya da OHAL düzenlemesi elbise değiştirerek hala devam ettiği yönünde bir şekilde siyasetin arenasına taşımak yanlış. OHAL kaldırıldı ama güvenlik tedbirleri devam ediyor. Kaldı ki daha yasa geçmedi muhalefet yapıcı bir siyasetle katkı da sunabilir ama toptan bir reddediş ya da kategorik bir karşı çıkış ülkenin siyasetine zarar verir.