Osmanlı’da Şehr-i Ramazan

Bolluk ve bereketin, birlik ve beraberliğin en çok yaşandığı Ramazan ayını idrak ettiğimiz günlerdeyiz. Büyüklerimizin “Ahh! Nerede o eski Ramazanlar” dediği “Eski Ramazanlar”a tarihçi-yazar Koray Şerbetçi’nin rehberliğinde yolculuk yapmaya ne dersiniz?

1

600 yıl boyunca dünyaya hükmeden bir imparatorluk olan Osmanlı, mübarek üç ayların sonuncusu olan Ramazan’ı ‘11 ayın sultanı’ olarak tanımlardı. Osmanlı toplumunda Ramazan, ayrı bir heyecan ve huşu içerisinde yaşanırdı. Ramazanlarda Osmanlı gelenekleri olan ve günümüzde unutulmaya yüz tutan, iftar konuklarındaki diş kiralarını, ilk kez oruç tutan çocuklara verilen hediyeleri, sahura kadar süren oyunları gelin bir de Tarihçi-Yazar Koray Şerbetçi’den öğrenelim.  

Hilali görmek Osmanlı'da bir gelenekten öte bir devlet törenidir. Hem Ramazan hilali hem bayram hilali vardır. Bu hilallerde İstanbul kadısının onayı beklenir. 

Neden eski Ramazanları bu kadar çok özlüyoruz? 

Hayat bireyselleşti, daha teknik hale geldi. Tarihe baktığımızda Osmanlı ‘da insani ilişkileri çok iyi olan bir toplumduk. Bayramlar ve bilhassa Ramazanlar bu ilişkilerin en yükseğe çıktığı anlardı, özlediğimiz şeyde aslında bu. İnsani ilişkileri özlüyoruz.  

Osmanlı iftardan sahura Ramazan’ı nasıl yaşardı? 

Osmanlı Ramazan ayı için ‘11 Ayın Sultanı’ derdi. Gerçekten de sultan gibi karşılanırdı. Halk sokaklarda tezahürat yaparak Ramazan ayını karşılardı. Osmanlı hayatı batıya göre sakindi. Biz orta kıvamda insanlarız. Osmanlı insanı dengelidir. Kur’an-ı Kerim’de ‘Biz sizi dengeli bir ümmet olarak yarattık’ der. Bu sebeple 11 ay ağır başlılıkla giderken, Ramazan gelince sokaklar şenlenirdi. Yazın dükkânlar ve evler fenerlerle süslenir sabah ezanına kadar her yer ışıl ışıl olurdu.  

PAŞA KONAĞINDA ALLAH MİSAFİRİ OLMAK 

Osmanlı döneminde iftar demek herkesin birbirini iftara yemeğe davet etmesi demekti. O zamanlar yoldan geçenler iftar topu atıldığında veya evine yetişemeyenler yoksul olanlar için sadaka taşları kurulur oraya da iftarlık bırakılırdı. Osmanlı’da Ramazanın bir diğer en önemli özelliği, sosyal hayatının konaklarda dönmesiydi. Bu konaklarda paşalar, paşazadeler ya da büyük zenginler otururdu. Bunlara Osmanlıca’da ‘Ekabir’ denirdi. Buralarda yüzlerce konuğu ağırlayacak iftarlar verilirdi. Kimse geri çevrilmezdi. Bir kişinin konağına halktan ne kadar çok insan giderse o kadar gözde olurdu. İftar sonrasında ağırlanan misafirlere diş kirası verilirdi.  

ÇOCUKLARA ÖZEL ŞENLİK  

Başta okullarda, yarım gün eğitim verilirdi. İftar sonrası hele ki yaz Ramazanı ise yatsı ezanı ve sonrasına kadar sokaklarda oynarlardı. Çocuklar iftara yakın camilerin kandillerini gözler kandiller yandıktan sonra evlere koşarak mahallede ‘kandiller yandı’ diyerek mahallenin içerisinde koşuştururlardı. Aileler oruca çocukları alıştırmak için; yaşı küçük olanlara yarım gün oruç tuttururdu. Biraz daha büyüdüğünde tam gün tutturmaya teşvik etmek için küçük hediyeler alırlardı. Ancak her çocuk için o dönem Ramazan demek şenlik demekti. 

ABDÜLHAMİD HAN’IN DİŞ KİRASI

Ramazan ayı en yüksek düzeyde hayır ve hasenat yapma ayı. Soframa oturuyorsanız karşılığında size diş kirası vermem gerekiyor. Bunun en ilginç olanı Abdülhamid Han olayıdır. Abdülhamid Han, Sultan Abdülaziz Zeynep Sultan ve Kamil Paşa’nın konağına iftara geliyor. Mükellef bir sofrada iftar ediliyor ama padişaha ne diş kirası vereceksiniz? Kahveler içilirken padişah “Memnun oldum, mahsus oldum” diyor.  Zeynep Sultan, altın bir tepsiye tüm mücevheratları ve konağın anahtarını koymuş içeri giriyor. Diyorlar ki “Efendim  sultanlara layık değil ama konağı size diş kirası olarak vermek istiyoruz.” Padişah da bunun karşılığında tebessüm edip diyor ki “Aldım, kabul ettim ve tekrar size hediye ettim.” Diş kirasının en güzel örneklerinden bir tanesidir. İftar yapıldı, davetler verildi sonrasında en önemli olan şey teravihe gidilmesiydi. Teravih sonrası eğlenceler yapılırdı. Hacivat Karagöz eğlenceleri, orta oyunu, kahvehanelerdeki sohbetler sahura kadar sürerdi. Osmanlı insanı nicelik değil, nitelik insanıdır. Bugün bu modern dünyada gerçekten bu bakış açısına ihtiyacımız olduğunu düşünüyorum. Osmanlı’yı anlarsak hayatın tadını çıkarabileceğiz. 

“BRAVO KAPTAN”

Teravih namazına güzel örnek olacağını düşündüğüm bir hikâyede şöyledir; Yabancı bir seyyah olarak İstanbul Ayasofya'da teravih namazlarına şahit olan birisi yukarıdan namazı izliyor. İmam namazı o kadar hızlı, seri ve düzenli kıldırılıyor ki huşu içinde Kuran'i Kerim okunuyor rükûlar secdeler büyük bir düzen içerisinde bunu izleyen seyyah İslamiyet’i çok bilmediği için sanki bütün bu yönetimin imam efendinin yönetiminde oluyormuş gibi algılayıp birden ayağa kalkıp “bravo kaptan" diye bağırdığını anlatırlar, o dönemin kaynakları.  

ECDADIN EĞLENCE ANLAYIŞI BATI’DAN FARKLI

Ramazan ayının maneviyatına dair bugün yapılanlar yeterli mi?   

Son dönemlerde tekrardan Ramazan’ın önemi sosyal dayanışması kişinin ruhsal dayanışması üzerindeki etkisi yeniden keşfedildi. Başta belediyeler olmak üzere pek çok resmi kurum Ramazanın sosyal yönünü yeniden keşfetti ve bugünün şartlarında elden gelen ne varsa yapılıyor.  Ramazanınsosyal önemini yeniden keşfettik yeniden ihya etmek için uğraşıyoruz.  

Koray Şerbetçi Ramazanı Osmanlı döneminde mi yoksa günümüzde mi yaşamak isterdi? 

‘Osmanlı insanı Batı’dan farklı düşünüyordu. Osmanlı insanı şöyle düşünüyordu; Bizi Allah yarattı, bu dünyada Allah’ın güzelliklerini ibretle seyretmek için geldik. Bunu bildikleri için yavaş ve bunun tadını çıkartırlardı. O yüzden Osmanlı’da eğlenmek Batı’daki gibi kopmak çılgınca eğlenmek değildi.  Durarak eğlenirdi. Köşesine çekilir eline kahvesini alır ve Allah’ü Teâlâ’nın güzelliklerini seyrederdi. Osmanlı insanı dünyaya sahip olmak istemezdi tasarruf etmek yani geçici olarak kullanmak isterdi. Batı algısı bir şeye sahip olmak ister ve sahip olarak var olacağını düşünür.  

SOFRADAN PİLAV VE ET HİÇ EKSİK OLMAZDI

Biraz da Ramazan ayına özel yemek ve içeceklerden bahsedelim.  

Ramazan denince akla her ne kadar Güllaç geliyor olsa da Osmanlı döneminde insanlar pilav ve et olmayınca sofraya oturmazdı. Pilav ve et Ramazan’ın gözdesiydi herkes kendi ekonomik durumuna göre sofrasını donatırdı. Evet, sofrayı normalden fazla donatırlardı bunu yapmalarındaki sebep Ramazan dolayısıyla ağırlanacak misafirler, iftar davetleri ya da hayır yapmalarıydı. Osmanlı sofrasında klasik olarak çorba, pilav, et yemekleri, tatlısı eğer yaza denk geliyorsa meyve ağırlıklı kışa denk geliyorsa hoşaf olmazsa olmazdır. Osmanlı insanı klasik alışkanlığını burada da devam ettiriyor ama daha bir zenginleştirilmiş sofra ile mevsimine göre iftar sofralarını kuruyor yemekler yendikten sonra ise Türk kahvesi mutlaka içilirdi. 

MELEK AYDIN / STAR