'Kasım 2019 beklenseydi tuzağa düşürülecektik'

Seçim startının verilmesiyle beraber gözler ekonomiye çevrildi. Türkiye ekonomisine 24 Haziran nasıl katkı yapacak? Planlar ne? Bir kriz mi bekleniyor, yoksa oyunlar mı var? OHAL yatırımlar için bir engel mi? Merkez Bankası’nın faiz kararlarında neden ekonomistler anlaşamıyor? Türkiye için en önemli ekonomik risk ne? AKŞAM Gazetesi’nden Pınar Işık Ardor sordu, Prof. Dr. Kerem Alkin yanıtladı.

1

AKŞAM- PINAR IŞIK ARDOR

“Cumhur ittifakı Kasım 2019’a kadar Türkiye’ye çok sayıda farklı kademeli plan yapıldığını görmeye başladı ve ciddi istihbarat geldi. Bunun en önemli ayağı ekonomi. 24 Haziran seçimleri Türkiye’ye Kasım 2019’a kadar zarar vermeyi hedefleyen her türlü manipülatif operasyona bazuka etkisi yapacak.  Kasım 2019 beklenseydi Türkiye’nin hiç hak etmediği not indirimleri olacak ve Türkiye ağır bir kur, faiz baskısı aynı zamanda işsizlikle ilgili operasyonların tuzağına düşürülecekti.”

Türkiye 24 Haziran’da erken seçime gidiyor. Erken seçim alınması kararının arkasında ‘ekonomi kötüye gidecek endişesi yatıyor’ iddiası dillendirildi. Evet, küresel kriz zaten görülüyor ama sebep bu mu?

“KASIM 2019 BEKLENSEYDİ TUZAĞA DÜŞÜRÜLECEKTİK!”

2018’in ilk çeyrek büyüme oranının % 6-7 arasında olduğuna dair çok belirti var. Türkiye üretim performansına aynı şiddetle devam ediyor ve büyüme performansını kırılganlaştıracak bir görüntü de yok. Fakat şu var; Türkiye’nin yeni oyun kurucu rolü, küresel siyasetteki müzakere sürecinde masaya eşit koşullarda oturacak bir güce sahip olmasından memnun olmayan küresel aktörler Türkiye’nin eli kolu kırık vaziyette masaya oturmasını istiyor. Çok yönlü terör yapılarını devrede tutup, Türkiye’yi birkaç yerden sıkıştırmaya çalışarak operasyon yürütüyorlar. Cumhur ittifakı Kasım 2019’a kadar çok sayıda farklı kademeli plan yapıldığını gördü ve ciddi istihbarat geldi. Uluslararası kurumlar hatta Türkiye’yle ilgili abartılı eleştirilerinden vazgeçmeyen AB dahi Türkiye’nin büyüme performansına ve ekonomik becerisine övgüler yağdırırken, Moody’s 24 Haziran kararının alınmasından bir hafta önce not indirimi yapabileceği sinyali verdi. Kasım 2019 beklenseydi Türkiye’nin hiç hak etmediği not indirimleri olacak ve Türkiye ağır bir kur, faiz baskısı aynı zamanda işsizlikle ilgili operasyonların kucağına düşürülecekti. Bu esnada tesadüf denmesi ihtimal dâhilinde değil, Londra ve Zürih merkezli olarak döviz kurlarıyla ilgili son derece tartışmalı bir takım kur kotasyonlarının da bankalar arası piyasadaki sisteme dâhil edildiğini gördük. Sorguladığım Türk piyasa profesyonellerinin ‘Ben senden şu kadar yüksek fiyata dolar alırım’ diye verilen kotasyonlara aldanarak, para kazacağım diye bu kotasyonların gerçekleşmesine imkân sağlayacak geri zekâlılığa imza atmaları.

Siz bir takım oyunlardan bahsediyorsunuz aynı şekilde Cumhurbaşkanımız kur oyunlarından bahsetti.  Kim nasıl kurguluyor bunları? Amaçları Sn. Erdoğan’ı mı devirmek? En önemlisi nasıl engellenebilir?

“AMAÇLARI CUMHURBAŞKANIMIZI SİYASET DIŞINDA BIRAKMAK"

Cumhurbaşkanımız 21.yy’da 860 milyar dolarla yakalamış olduğu ekonomik performansı sadece ülkenin kalkınmasına değil, kapsayıcı bir modelle tüm Avrasya’nın kalkınmasına ilham verecek bir modellemeye dönüştürerek bir vizyon ortaya koydu. Ekonomisi bizden güçlü olan ülkelerin baş edemediği bir mülteci çalışmasına imza atıyoruz.  Birçok zengin ülkenin cesaret edemediği ve körfez ülkelerinin utanç tablosunu Türkiye tek başına sırtlıyor. Dünya, geçen on yıl içinde finans krizinin sebep olduğu yaraları yeni yeni kapatıyor. Dünyada son on yıl içinde yaklaşık on küsur mega proje gerçekleşebildiyse bunun yarısından fazlasını Türkiye tek başına yaptı.  Türkiye 6 mega projeye imza attı. Üstelik de Türkiye dünya finans sisteminde büyük kırılmaların yaşandığı dönemde bu mega projeler için finansman imkânları oluşturup özel sektör ile bunları yap- işlet- devret şekliyle gerçekleştirmiş ender ülkelerden bir tanesi. Dolayısıyla ekonomik krizlere rağmen biz bu mega projeleri yapan, ekonomisini 860 milyar dolara getirmiş, 17 milyar dolara giden ihracat gerçekleştiren, 200 ülkeye mal satan, 4,5 milyon mülteciye ev sahipliği yapan bir ülke olarak diyoruz ki kusura bakmayın bundan sonra küresel ekonomi politik yeniden yapılandırılırken müzakere masasında biz Türkiye olarak eşit şartlarda oturmayı hiç tartışmasız hak eden bir ülkeyiz. Bunu da Sn. Cumhurbaşkanımız temsil ediyor. Bu müzakere masasına aynı ve eşit koşullarda oturmasını haz etmeyen ülkeler şu anda Cumhurbaşkanımızı oyun dışı bırakmaları halinde eskisi gibi Türkiye’den pek çok imkânı koparabileceklerini umut etmekteler. Türkiye’nin kolu kanadının kırılmasının en önemli koşulu olarak da Cumhurbaşkanımızın Türkiye siyasetinde oyun dışı bırakılması olarak görüyorlar. Bu nedenle de iç siyasetteki bazı aktörleri ve yapıları fena halde beslemekteler. İnsanlık adına bir utançtır ki terör örgütlerini de kullanıyorlar.

Türkiye bu yönüyle bakıldığı zaman aslında çok yönlü bir beka mücadelesi vermekte. Cumhurbaşkanımız bu mücadele içinde cumhurbaşkanlığı hükümet sistemiyle Türkiye’ye yeni bir proaktif kamu yönetim modelini de ortaya koyuyor. Muhalefetse acıdır ki Türkiye’nin eşit koşullarda küresel siyasette masaya oturmasına imkân sağlayacak en önemli siyasi lideri devre dışı bırakacak bir çaba içinde. Sadece Cumhurbaşkanı Erdoğan düşmanlığı üzerine odaklanmış durumda.

Muhalefetin isteğinin kendi adaylarını cumhurbaşkanı yaptırmaya çalışması normal değil mi? Bu tartışma çünkü kamuoyunda da konuşuluyor.

"MUHALEFET, CUMHURBAŞKANI'NI HEDEF ALACAĞINA PROJE AÇIKLASIN"

Orada ifade ettiğimiz konu demokratik mücadele değil, sakın yanlış anlaşılmasın. Demokratik mücadele nasıl verilir? Siz muhalefet olarak cumhurbaşkanlığı hükümet sistemini etkili bir şekilde kullanarak, Türkiye’nin uluslararası siyasette, ekonomide, kültür sanat alanında heyecan verici projelerle seçmenin karşısına çıkarsınız. Türk toplumu projelere bakar ve der ki, arkadaş muhalefetin Türkiye’yi uçuracak olan projeleri bana daha fazla hitap etti, ben bu defa muhalefeti seçiyorum diyebilir. Bu demokratik yarıştır. Bizim dediğimiz o değil. Ortada projeler yok, tamamıyla derinleşen bir klikleşmeyi konuşuyoruz. Sadece Cumhurbaşkanımızı ne yapıp edip Türkiye’deki siyaset alanındaki çalışmalardan tümüyle dışarı çıkaracak bir çabadan söz ediliyor. 

OHAL özellikle muhalif kanadın kullandığı bir argüman. Seçim meydanlarında da dillendirilecek. Peki, OHAL yabancı yatırımcıları engelliyor mu?

"MADEM ÖYLE ÇİN DÜNYANIN EN BÜYÜK İKİ BANKASINI NEDEN TÜRKİYE'YE GETİRİYOR!"

Terörle mücadeleye bağlı olarak OHAL’le yönetilen Fransa'daki tren istasyonlarında, hava limanlarında, Paris’in kritik sokak ve caddelerinde tam teçhizatlı askerler dolaşıyor. Türkiye ise OHAL’i turistleri, vatandaşımızı ve özel sektörü rahatsız etmeyecek bir formatta yönetme gayreti içinde. Devlet 'Ben OHAL’i kendime uyguluyorum’ diyor. Çünkü 'İçime çok tehlikeli bir terör yapısı sızmış. Bu yapının bir daha Türkiye’ye böyle bir utanç verici bir darbe girişimi yaşatmaması adına bu cerahati içimden temizlemem lazım’ diyor. Fransa en son Cumhurbaşkanı Macron’un seçildiği seçime OHAL sürecinde girdi. Macron seçildiğinde sorun yok, ama Türkiye aynı gerekçelerle OHAL uyguladığında Türkiye’ye çifte standart uygulandığını görüyoruz. AB’nin temel değerlerine hiç yakışmıyor. Yatırımlar konusuna gelelim. Enerji bakanlığımız yenilenebilir enerji ile ilgili olarak güneş ve rüzgâr enerjisinde Türkiye’nin bu alanda teknoloji üretmesini de sağlayacak iki tane 1’er milyar dolarlık ihaleyi 2017 yılında tamamladı. Bu iki tamamlanan ihalenin bir tanesini Alman Siemens kazandı. Madem Türkiye’de OHAL koşullarında uluslararası yatırım yapılması mümkün değil peki Siemens hangi gerekçeyle bu ihaleye girdi. Türkiye bu konularda sübjektif olduğu iddia edilen bir ülke ise o zaman Siemens bu ihaleyi nasıl kazandı. Biz Türkiye’nin küresel dünyada artan rolünden haz duymayan bu konuda fobisi olan çevrelerin empoze etiği algı operasyonlarıyla bunlara prim vereceksek, "OHAL koşullarında Türkiye’ye yatırım gelmez" dersek bize yazıklar olsun. Son dönemde gelen bir sürü yatırımcı var. İspanya’dan gelen büyük miktarda yatırımcılar var. Madem Türkiye OHAL koşullarında uluslararası yatırım yapılmaması gereken bir ülke Çin, önce İSS’yi açmış sonra da Bank Of China’yı açmaya karar vermiş. Çin neden dünyanın en büyük ikinci büyük bankasını Türkiye’ye getiriyor?

Sayın Bahçeli’nin erken seçim çağrısının akabinde TÜSİAD ‘erken seçim doğru olmaz’ dedi. Ekonomik aktörler arasında neden farklılık oldu?

"İSTİHBARATLARDAN HABERSİZ TÜSİAD SÜRECİ OKUYAMIYOR"

TÜSİAD devletin elindeki istihbarata sahip olamaz. Bu sebeple kendileri açısından erken seçimin şu an için bir gerekli olmadığını düşünebilirler. Cumhurbaşkanımız da Türk halkının karşısına belirlenmiş olan takvim neyse o dönemde gidilmesini en çok savunan liderlerimizin başında geliyor. Ancak 15 Temmuz hain darbe girişiminin bertaraf edilmesi sonrasında devlet dokularındaki terör örgütü mensuplarının temizlenmesiyle birlikte ulusal ve uluslararası istihbarat boyutunda bir silkinme ve bir başarı süreci başladı. Demek ki devletin içine sızmış hainler, Türkiye’nin bilgileri sağlıklı ve zamanında almasını engelliyordu. Anlaşılıyor ki terörle mücadele de dâhil olmak üzere aynı hainlikle geciktiriliyordu. Şimdi ise ulusal ve uluslararası düzeyde çok başarılı bir istihbarat akışı var. Devlet, Türkiye’nin uluslararası siyasette dünyadaki önde gelen ülkelerle birlikte masaya eşit koşullarda oturmamasına yönelik süreçlerle ilgili ciddi istihbaratı bilgiler alıyor. TÜSİAD bunları bu perspektiften okumuyor olabilir.

Şimdi, muhalefetin bir istediği tekrar parlamenter sisteme dönüş. Peki, ekonomik istikrar ve yükseliş için başkanlık sistemi mi parlamenter sistem mi başarı getirir?

"HALKIN 2010'DAKİ REFERANDUMDA VERDİĞİ KARARI HALA TARTIŞMAK GARİBİME GİDİYOR"

82 Anayasası'nın başımıza sarmış olduğu en büyük sıkıntı ülkenin cumhurbaşkanına ve başbakanına birbiriyle çarpışan, üst üste düşen yetkiler verilmiş olması. Dolayısıyla aynı partiden siyasetçilerin olduğu dönemde bile devletin kitlendiğine kaç defa şahit olduk. Bu bugünün konusu değil. Bu modeli Türkeş, Erbakan, Demirel, Özal savunmuş, bunlar Türk siyasetine adeta damga vurmuş siyasi liderler. Buradan bakıldığında Türkiye’nin kamu yönetim modelini daha da güçlendirmeye yönelik olarak bir ülke yönetim modeliyle ilgili arayış olduğu gerçek. Türk toplumu da bununla ilgili tercihini zaten çok önceden ortaya koydu. 2010’da Türk toplumu "Ben ülkeyi yönetecek olan cumhurbaşkanını kendim seçeceğim" dedi. Ondan sonra Türkiye’yi iki başlı modelle karşı karşıya bırakıyorsun.  Muhalefet edenlere şunu sorarım. Neden o zaman Fransa benzer bir anayasal değişiklik yaparak kendi cumhurbaşkanını uluslararası politika savunma gibi hayati önem taşıyan konularında tek yetkili haline dönüştürdü ve ülkenin başbakanı sadece ve sadece içişlerine bakıyor. Amerikan Başkanlık sistemine bakalım, Rusya’ya bakalım birçok başka ülkeye bakalım. Ülkeler artık küresel siyaset ve ekonomide artan rekabeti devletin karar alma süreçlerini hızlandıracak proaktif bir modele dönüştürmeye çalışıyorlar. Türkiye’de de halkımıza sormuşuz. Proaktif karar alma sürecini hızlandıracak bu modele ne diyorsun diye halkımız da buna evet demiş. Bu saatten sonra bu süreci tartışmak gerçekten garibime gidiyor. Bu uluslararası siyasetteki konjonktürlerin hiç okunmadığını ortaya çıkartıyor. Almanya memnun mu kaldı aylardan beri hükümet kuramamaktan.

 

CHP’nin cumhurbaşkanı adayı henüz belli değil ama Sn. Kılıçdaroğlu ekonomi bilen başlığı açtı. Neden?

Burada da tezat var. Bir yandan Türkiye’ye yeniden parlamenter sistemi getirmekten söz ediyorlar bir yandan da  ekonomiden anlayacak bir aday diyorlar. Madem ilk yapacağınız şey tekrar Türk toplumunun karşısına bir referandum getirmekse o zaman niçin ekonomiden çok iyi anlayan adaydan söz ediyorsunuz.

Merkez bankasının son kararını nasıl değerlendirdiniz?  ‘Türkiye faizleri artırmalı' söylemlerini 'küresel faiz kıskacı' operasyonu olarak değerlendirmek mümkün müdür? Neden faiz konusunda artırma konusunda ekonomistler anlaşılamıyor?

"FAİZ ARTARSA TÜRKİYE STAGFLASYON FACİASININ İÇİNE DÜŞER"

Burada ekonomistlerin önemli bir kısmının sınıfta kalmasının gerekçesi, ekonomi literatürünü bilmemekten kaynaklanıyor. Türkiye ekonomisinin dünyadaki birçok ekonomiden ayrıştığı önemli bir meselesi var. 1970’li yıllarda petrol fiyatlarının önemli artışlar göstermesiyle dünya çok alışmadığı ölçüde bir maliyet enflasyonu şokuyla karşı karşıya kalır ve bu maliyet enflasyonu şoku nedeniyle merkez bankaları paniğe kapılırlar. Söz konusu enflasyondaki yükselişin maliyet enflasyonundan kaynaklandığını tam ölçmeden faiz oranlarını artırırlar ve ekonomiler daha da büyük bir durgunluk felaketinin içine girer. Aynı anda hem durgunluk hem yüksek enflasyon hem de yüksek işsizlikle felaketi gündeme gelir. Bu felaketten Japonya, ABD pekçok ülke ancak 80’lerin ortalarına doğru kurtulurlar. Bugün Türkiye için risk şöyle var. Eğer Türkiye’nin şu anda bir maliyet enflasyonu süreci yaşadığını anlamadan basmakalıp Merkez Bankası faiz artırmalı diye ortalığı inletirseniz o zaman Türkiye’yi bir felaket riskine sokabilirsiniz. Ben burada iki önemli nokta görürüm. 1. ortada bir ekonomik cerahat var, yani insanlar ekonomi literatürüne girmiş bir mesele olan stagflasyon konusunu unutmuşlar. Hafızalarından bu tür ekonomik krizler silinmiş. Bu iyi niyetli görüşüm.

2. Türkiye’nin bile bile stagflasyon tuzağına düşürülmesidir. Uluslararası çevrelerden dikte edilen MB faiz artırsın kurgusuyla Türkiye’deki piyasa profesyonellerine finans çevrelerine ısrarla MB’nin faiz artırması gerektiği görüşünü zorla yerleştirmek, Türkiye’yi böyle bir küresel faiz kıskacının içine almak yüksek bir stagflasyon belasının içine çekmek. Biz istihdam paketleriyle Türkiye’de işsizliğin artmasını engelleyecek tedbirleri yürütme gayreti içindeyiz. Maliyet enflasyonunu azaltmaya çalışıyoruz ve siz o sırada bütün bu sürecin yönetiminde Türkiye’nin elindeki en büyük kozlardan bir tanesi olan büyüme kozunu Türkiye’nin elinden almaya kalkıyorsunuz. Bundan daha büyük bir hata olamaz. Türkiye’nin pedallarını döndürmeye, yatırımlarını bir şekilde devam ettirmeye ihtiyacı var.  Siz enflasyonla mücadele ediyorum gayesiyle güya bu faizleri artırarak Türkiye’yi bir stagflasyon faciasının içine düşüreceksiniz.

Merkez Bankası bu söylediğiniz riskleri bilmiyor mu?

"MERKEZ BANKASI KAMUOYUNA AÇIKLAMA YAPALI"

Merkez bankası bunu bilmiyor değil, o da bir kurgu. MB’nın üzerine bağımsızlıkla ilgili olarak bir baskı oluşturuldu. MB, Cumhurbaşkanımızın ifadelerini dikkate almakla birlikte para politikasının etkinliği ve enflasyonla mücadele etme anlamında duruşunda değişiklik olmadığına dair bir adım atma ihtiyacı hissediyor. Oysaki Türkiye’de ekonomistlerin çıkıp şunu söylemesi lazım. Maliyet enflasyonuyla mücadelede en son görev MB’dedir. Çünkü maliyet enflasyonuyla mücadelede para politikası araçlarından elde edilecek imkânlar sınırlıdır. Burada esas ekonomideki maliyetleri azaltıcı tedbirler maliye politikasıyla ilgili tedbirler gerekir. Ekonominin diğer aktörleri yani Maliye bakanlığı, hazine ve diğer kurumların, hükümetin yapacakları vardır. MB çıkıp elindeki para politikası araçlarıyla yapacağının sınırlı olduğunu kamuoyuna anlatması lazım.

Türkiye’nin kronik işsizlik sorunu ve enflasyonla mücadele sorunu var. Enflasyonda amaç tek haneye inebilmek. Bu mümkün mü?

Böyle bir ihtimal için mutlaka döviz kurları üzerindeki mi manipülatif hareketleri söndürmemiz gerekiyor. Son 1,5-2 seneye baktığımızda döviz kurlarındaki artışla enflasyon birbirini besleyen kısır döngüye işaret ediyor.  Onu önlemenin en etkili yolarından bir tanesi döviz kurlarındaki manipülatif operasyonlara son verdirtecek bir takım süreçler yönetmek.

24 Haziran seçimlerinden sonra tüm bunlar gerçekleşebilir mi? Seçim ne getirecek?

"MANİPÜLATİF OPERASYONLARA BAZUKA ETKİSİ YAPACAK" 

Çok acıdır ki Türkiye’deki bazı iç siyaset çevreleri ve onlarla irtibatlı yurt dışındaki bazı küresel aktörler bütün konuyu Cumhurbaşkanımızın siyasi liderliğini engellemeye oturtmuşlar. Ancak 24 Haziran’dan sonra Cumhurbaşkanımız Erdoğan Türk halkının teveccühüyle yeniden seçildiğinde güçlü bir vizyonla ve  reformlarla yeni sistem başladığında Avrasya’da Türkiye’nin masaya Erdoğan’ın vizyonuyla eşit koşullarda oturmasına yönelik olarak hiçbir tavizi olmayacağını uluslararası çevrelerin kabullenmesi gerekecek. Türkiye ekonomisine yönelik operasyonların da artık bir anlamı kalmayacak. 24 Haziran Türkiye ekonomisine Kasım 2019’a kadar zarar vermeyi hedefleyen her türlü manüplatif operasyona bazuka etkisi yapacak.

Ekonominin en zayıf halkası olan işsizlik bu seçimde kullanılacak. İstihdam seferberliği nasıl sonuçlar getirdi. Kalıcı çözüm sağladı mı?

"SADECE 2017'DE 1 MİLYON 357 BİN YENİ İSTİHDAM SAĞLANDI"

Türkiye’de özel sektör yatırımlarını engellemeye yönelik bir algı operasyonunun yürütüldüğünü artık herkes biliyor. Hal böyle olunca Türkiye bu manipülatif operasyonları bertaraf etmeyi sürdürürken istihdamı destekleyici tedbirleri ve stratejileri yönetmeye de devam etmeli. Bunun da çok pozitif sonuçları var. Sadece 2017 yılında bu istihdamı destekleyici paketler sayesinde ekonomiye 1 milyon 357 bin yeni istihdam sağlandığını unutmamak lazım. İşsizliğin birazcık da artması çalışan nüfusun artmaya devam etmesinden kaynaklı. Her yıl 700 bin genç insan iş dünyasına girmeye çalışıyor. Biz yaşlanan nüfusa sahip bir Almanya olsaydık şu anda bunu konuşmuyor olacaktık. 1 milyon 357 bin yeni istihdam sağlamış olmakla Türkiye ekonomisinde işsizlik rakamının düştüğünü görecektik. Belki AB’deki tüm ülkelerin toplam istihdamı kadar istihdamı Türkiye tek başına yapmış olmasına rağmen arkadan öyle bir genç nüfus geliyor ki bu rakam sadece bir puan azaltıyor işsizliği. Türkiye önümüzdeki dönemde çalışan nüfusu önemli ölçüde artmaya devam edecek bir ekonomi olduğu için bizim pedalları çevirmemiz gerekiyor.

Seçim ekonomisi uygulanacak mı? Vergi affı yada barışı bekleyenler var, yeni teşvik paketleri açıklanacak mı? Bazı temel ihtiyaçlarda fiyat azalışı yapılacağı iddiası doğru mu?

Absürt bir iddia. Bir ulusal ekonomide 60 gün içinde seçime gidiliyorsa seçim ekonomisinin S’sinden bile bahsedilmez. Bir de Türkiye artık oralarda mı?. O bir zamanlar ekonominin önemli bir kısmına kamunun hâkim olduğu dönemde kamu kesiminin seçimler öncesinde hükümetin topluma ulufe dağıtması gibi bir dönemden bahsediyoruz.

Vergi affı yada barışı ne dersiniz ismine bilemem ama çıkmayacak mı?

24 Haziran’ı biz biliyor muyduk?  Hiç birimiz böyle bir şeyden haberdar değildik. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı bu konu bilmem kaç senelik bir mesele. Ne olacak, Türkiye yoluna devam etmeyecek mi? Çevre ve Şehircilik Bakanlığı oturmuş bir yıldan beri bunun üzerinde çalışıyor tam bir model oluşturmuşlar, yasal değişiklik yapılacak, Meclis’e götürülecek. O sırada 24 Haziran açıklandı. Şimdi bu seçim ekonomisi anlaşılır diye bilmem ne yapalım. Ya vatandaş bir sürü bir şey yapmak için bu barışı bekliyor. Türkiye’nin kayıt altına girmesini istiyor muyuz? Ekonomistlerin en büyük hatası şu. Bu ülke 15 yıldır AK Parti iktidarında ekonominin kayıt altına girmesiyle ilgili bir reform yaşıyor, bilmiyorum insanlar farkında mı? Bugün niye kamuda mali disiplin başarısı söz konusu. Çünkü Unakıtan’dan itibaren Türkiye’de maliye bakanlığı ortaya koyduğu performansla Türkiye ekonomisinde yüzde 40’lık bir kayıt dışılık varken bu kayıt dışılığı yüzde 20-25 puan aşağıya çekti. Türkiye’de bugün yaptığınız her işlemin kayıt altına girmesi sayesinde ekonomide devletin vergi gelirlerinde ve vergi dışı gelirlerinde önemli bir artış oldu. Bugün binaların kayıt altına alınmasına geldi sıra.