Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü Kalın: Cumhurbaşkanının notunu millet verecek

Türkiye’nin kaderini önemli şekilde etkileyecek referandum için geri sayım devam ediyor. 17 Ni-san sabahı Türkiye yeni sisteme girecek mi? Referandumda neden “Evet” denmeli? Avrupa Türkiye’nin referandum sürecine neden bu kadar entegre? Cumhurbaşkanı Erdoğan üzerinden yapılan açıklamalar ne maksatla yapılıyor? Türkiye AB’ye giriş sürecinde ne aşamada? Tüm bu sorular Beştepe’de nasıl cevap buluyor.

1

PINAR IŞIK ARDOR

Cumhurbaşkanı Sözcüsü İbrahim Kalın AKŞAM Gazetesi’nden Pınar Işık Ardor’a anlattı. Kalın en güzel cevabı “Millet sandıkta verecek” dedi.

Hollanda'da yaşanan diplomatik skandal ve Almanya ile iplerin gerilmesi. Tüm bunların arkasındaki sebepler neler? Ne istiyor Avrupa?

“EVET” OYU KULLANACAKLARI BASKI ALTINA ALIYORLAR

Öncelikle 16 Nisan referandumundan olumsuz bir sonuç çıkmasını açıkça istiyorlar. Devlet televizyonlarından Avrupa’da yaşayan vatandaşlarımıza “hayır oyu verin” çağrısı yapmalarının, meydanları ve salonları PKK terör örgütü dâhil olmak üzere ‘hayır’cılara açmalarının başka bir izahı yok. Esasen 16 Nisan öncesinde dostluk ilişkilerini ve diplomatik kuralları hiçe sayarak kontrolsüz şekilde Türkiye’ye saldırmaları, Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemini istemediklerini ve “evet” oyu kullanacak vatandaşlarımızı baskı altına almayı amaçladıklarını gösteriyor.

“TÜRKLERİ TEHDİT OLARAK GÖRÜYORLAR”

Avrupa  Türkiye ile ilişkilerini eşitlik temelinde değil, ast-üst ilişkisi çerçevesinde yürütmek istiyor. Bugün bazı Avrupalı siyasetçiler ve ırkçı gruplar, hem Türkiye’yi hem de Avrupa’da yaşayan Türk vatandaşlarını bir tehdit olarak kodlamaya çalışıyor. Burada hem ırkçılık hem de İslam ve Türk düşmanlığı yapılıyor.

Bunun sebebi ise Türkiye’nin artık parmak sallanılan, itilip kakılan, aşağılanan bir ülke olmayı kabul etmemesidir. Avrupa’daki vatandaşlarımızı entegrasyon adı altında köksüzleştirmeye, asimile etmeye çalıştıklarını açıkça ifade etmemizdir. Cumhurbaşkanımız bunların yaptıklarını afişe edip, milli çıkarlarımız doğrultusunda hareket ettiği için rahatsız oluyorlar. Ama 16 Nisan’da son kararı Avrupa basını yahut siyaseti değil, Türk milleti verecektir.

Cumhurbaşkanımız Erdoğan üzerinden yürütülen karalama ve saptırma kampanyalarını bir iç siyaset malzemesi olarak kullanıyorlar. Cumhurbaşkanımız onlara bir ayna tutuyor. Kusurlarını yüzlerine vuruyor. Aynada gördükleri tablodan rahatsız oluyorlar. Ama kendilerini düzeltmek yerine onlara ayna tutan kişiye saldırıyorlar.

Otoriterlik ve diktatörlük söylemleri üzerinden Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın haklı eleştirilerini boşa çıkartmaya çalışıyorlar. Cumhurbaşkanımızın küresel adaletsizlik ve eşitsizliğe yönelik eleştirilerinden kaçmak için otoriterlik iddialarını gündeme getiriyorlar ve gündemi değiştirmeyi hedefliyorlar.

“Erdoğan düşmanlığını kendi sorunlarını unutturmak için kullanıyorlar”

Dahası Türkiye ve Erdoğan düşmanlığını Avrupa’nın kendi sorunlarını unutturmak için kullanıyorlar. Avrupa’da yaşanan işsizlik, göç, entegrasyon, çoğulculuk, ayrımcılık, yükselen ırkçılık, İslam karşıtlığı, sınıfsal gerginlik, giderek yıkıcı hale gelen bireycilik, bencillik, aile yapısının zayıflaması gibi sorunları muhayyel ve düşman bir öteki üzerinden başka alanlara kanalize etmeye çalışıyorlar.

“EN GÜZEL CEVAP SANDIKTA VERİLECEK”

Bugün Avrupa ülkelerinin Türkiye karşıtı onlarca örgüte, gruba ve PKK gibi terör örgütlerine kapılarını açması, göz yumması, hatta faaliyetlerine doğrudan ve dolaylı destek vermesi, ifade özgürlüğü, entegrasyon, çoğulculuk, vs. kavramları üzerinden izah edilemez, meşrulaştırılamaz. Türkiye-karşıtı gündemler, Türkiye’den çok Avrupa’ya zarar verir. Millet bu oyunu görüyor ve her seferinde onlara en güzel cevabı sandıkta veriyor.

Avrupalı siyasetçiler Türkiye’nin iç meselelerini bizim ülkelerimize taşımayın diyor. Fakat kendileri Türkiye karşıtı gruplara destek vererek taraf oluyorlar. Halkoylamasında açıkça hayır verin diye açıklamalar yapıyorlar. Bu, Türkiye’de ve Avrupa’da yaşayan Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının özgür iradesine bir müdahale değil midir?

Ürettikleri bu söylemleri sürekli tekrar ederek basın, yorumcular, STK’lar, siyasiler üzerinden belli bir algı oluşturuyorlar. Türkiye bunlara itiraz edince tepkisel davranmakla, baskıcı olmakla, vs. suçlanıyor!

Avrupa’daki halkoylaması çalışmaları tartışma konusu olmaya devam ediyor. Son durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?

“MÜSTERİH OLSUNLAR”

Avrupa’da yaşayan vatandaşlarımız müsterih olsunlar. Türkiye, onları asla yüzüstü bırakmaz. Biz, Avrupa’daki vatandaşlarımızın haklarını korumaya, onları her platformda savunmaya devam edeceğiz. Nitekim, 2014’e kadar Türkiye’deki seçimlerde oy kullanma imkanı bulunmayan Türk vatandaşları, Sayın Cumhurbaşkanımızın girişimleriyle bu haklarına da kavuştu, ülkemizin yönetiminde söz sahibi oldu.

Bakanlarımız da, her türlü engele, mukavemete ve kötü muameleye karşın, Avrupa’da yaşayan vatandaşlarımızla bir araya gelebilmek adına büyük çaba sarf etti. Tüm bunlar, ülkelerinden uzakta olsalar da, gönüllerimizin bir olduğu vatandaşlarımızla aramızdaki bağları güçlendirdi. Ve nihayet, Avrupa’da sandıkların açıldığı ilk gün, oy kullanma oranlarında ciddi bir artış gözlendi. Bu dayanışma ruhunu devam ettireceğiz. Bazı odakların bu oyunlarına en güzel cevabı millet sandıkta verecektir.

 Yaşanan son krizden sonra aslında gözler Mülteci anlaşmasında. Bu anlaşmanın iptal edilmesi mümkün olabilir mi?

“SÖZLERİNİ TUTMALARINI BEKLİYORUZ”

Türkiye’nin hem Geri Kabul Anlaşması’nı hem de Mülteci Anlaşması’nı tek taraflı olarak feshetme hakkı bulunuyor. Biz bu anlaşmalar imzalanırken bu maddeleri zaten protokollere ekledik. Sözlerini tutmayan Avrupa’nın yapıcı olmayan tavırları karşısında biz sorumluluk bilinciyle hareket ettik. Yapıcı davranmaya çalıştık. Ama anlaşmanın bir tarafı hep alttan alıyor, diğer tarafı ise sürekli bu tavrı istismar etmeye kalkıyorsa bir süre sonra anlaşma zemini kaybolur.

 Sorunlar çıkmaya başlar. Bugün Avrupalıların verdikleri sözleri yerine getirmemesi nedeniyle bu noktadayız. AB üzerine düşen sorumlulukları yerine getirir, vize serbestisi ve Suriyeli mültecilere finansal destek konularında adım atarsa göç konusundaki işbirliğimiz devam eder. Biz AB’nin bu konuda sorumlu davranmasını bekliyoruz.

Tüm bunların ışığında AB isteğimizden vazgeçecek miyiz?

“AB İSTEĞİMİZDEN VAZGEÇMEDİK”

Burada söz konusu olan Türkiye’nin kendi standartlarını yükseltmesi ve gelişmiş ülkelerle aynı seviyelere gelmesi hatta onları geçmesidir. Sayın Cumhurbaşkanımızın da daha önce bu hususta açıklamaları oldu. Konuya yalnızca üye olundu/olunamadı penceresinden bakmamak gerek. 2005 yılında tam üyelik müzakerelerini başlattığımızda da söylemiştik, bugün de söylüyoruz: Bizim hedefimiz ülkemizi kalkındırmak ve muasır medeniyet seviyesinin üstüne çıkarmaktır. Bu isteğimizden vazgeçmiş değiliz. Hiç bir aday üye ülkeye çıkartılmayan engeller Türkiye’ye çıkartıldı, çıkartılıyor. Resmi üyelik müzakereleri 2005’te başladı. 12 yılda 35 fasıldan sadece bir tanesi açılıp kapatıldı. 16 fasıl açıldı ama kapatılamadı. Geçenlerde Cumhurbaşkanımız bir vesileyle söyledi: AB ile ilişkilerde bu noktaya gelinmesinden Türkiye değil AB sorumludur.

“TERÖR ÖRGÜTÜ ÜYELERİ AVRUPA’DA CİRİT ATIYOR”

Avrupalılar Türkiye’de demokrasiden endişe duyduklarını söylüyorlar. Bu konuda gerçekten samimi olsalardı 15 Temmuz darbe girişiminde kayıtsız şartsız Türkiye’nin, milletin ve onların seçtiği yetkililerin yanında dururlardı. Yapılan kınama açıklamalarının hemen ardından yine Cumhurbaşkanımıza ve hükümete saldırmaya başladılar. Dahası ne PKK ile ne de FETÖ ile mücadelede Türkiye’ye kayda değer bir destek vermediler. Bugün bu örgütlerin mensupları Avrupa şehirlerinde cirit atıyor; faaliyet yapıyor, para topluyor, adam devşiriyor, militan yetiştiriyor.

Aynı şekilde Türkiye DEAŞ’a karşı çok ciddi bir mücadele veriyor. Batılı devletler bu mücadelede Türkiye’ye tam destek vermek yerine PKK’nın Suriye kolu PYD/YPG ile iş tutmayı tercih ediyor. Oysa Fırat Kalkanı Harekatı “DEAŞ’a karşı tek ve en etkili güç PYD’dir” efsanesini çökertti. Doğru ve meşru aktörlerle iş yapılmazsa terörle mücadelede mesafe alamayız. Dolayısıyla Avrupalı siyasilerin bu büyük resmi doğru okuması gerekiyor.

Alman istihbarat örgütü başkanı  Kahl bir mülakat verdi. Kahl, Türk hükümetinin 15 Temmuz darbe girişimi ardında Fethullah Gülen “hareketi” olduğu konusunda kendilerini “inandıramadığını” söylüyor. Siz bu açıklamayı nasıl okuyorsunuz? Nedir bu tavır?

“BU AÇIKLAMA ÇOK GARİP”

Bir istihbarat teşkilatının durup dururken böyle bir açıklama yapması oldukça garip bir durum. Bu konuda istihbarat örgütleri arasında görüşmeler yapıldı. En üst siyasi düzeyde konuşuldu. Şu anda Türkiye’de davalar devam ediyor. İddianameler hazırlandı, hazırlanıyor. FETÖ’cülerin itirafları var. Bütün bunlara rağmen bu açıklamanın yapılması, FETÖ’yü aklamak anlamına gelir. Bu tür hareketler, bu ülkelerin FETÖ gibi örgütleri Türkiye’ye karşı bir koz olarak kullanmak isteyecekleri düşüncesini akla getiriyor. Umarız bu yanlış yoldan en kısa sürede dönerler.

Türkiye çok önemli bir referanduma hazırlanıyor. Referandum sonucuna ilişkin beklentileriniz nasıl? Referandumdan “hayır” çıkması durumunda Türkiye’de kaos yaşanır değerlendirmeleri yapılıyor.

“EVET OYU HER ALANDA VİTES BÜYÜTECEK”

Referandumdan olumlu bir sonuç çıkacağına inanıyorum. Millet olarak yaşadıklarımız zaten istikrarın ne kadar önemli olduğunu  ortaya koydu. Açıkçası Türkiye 1970 veya 1990’larda olduğu gibi zayıf koalisyon hükümetleriyle yönetiliyor olsaydı bırakın 15 Temmuz’da darbecilerin yenilgiye uğratılmasını, daha küçük olaylardan bile ciddi zararlar görebilirdi. Zaten referandumun amacı, demokrasimizi her türlü tehlikeden koruyacak, demokratik kazanımları kurumsallaştıracak adımların atılmasıdır. “Cumhurbaşkanlığı sistemi gelirse millet bizi seçmez” diye düşünerek kişisel kariyerlerini milli çıkarların önüne koyanlar var. Oysa her ‘evet’ oyu, Türkiye’nin her alanda vites büyütmesini sağlayacak tarihi bir adımın atılmasına vesile olacak. Koalisyonların Türkiye’nin önüne taş koymasını engelleyecek.

“NİHAİ KARAR MERCİ MİLLETTİR”

Yeni sistemde kuvvetler ayrılığı açık ve güçlü bir şekilde güvence altına alınıyor. Yasama ve yürütmenin birbirini karşılıklı olarak denetlemesi sağlanıyor. Yani kontrol ve denge mekanizması güçlü bir şekilde kuruluyor. Millet, her tür vesayet odağının üstünde ve ötesinde nihai karar merci haline geliyor.

Bu sistem, milletin özgür iradesiyle seçerek işbaşına getirdiği meclisi de cumhurbaşkanını da birlikte ve uyum içinde çalışmaya ve uzlaşıya davet ediyor. Bu iki güç uzlaşamazsa ve sistem tıkanırsa, nihai merci yine millet oluyor. İkisi de eş zamanlı olarak millete gitmek zorunda. Yani hem meclisin hem de cumhurbaşkanının notunu nihai olarak millet veriyor. Böylece sistemik krizler ve tıkanmalar asgariye indiriliyor. Türkiye’de bir yönetim boşluğunun olmaması için gerekli düzenlemeler yapılıyor.

 Referandumdan “Evet” çıkması neden gerekli?

Referandumdan evet çıkmalı diyoruz çünkü; koalisyon hükümetleri, gensoru önergeleri, kabine kurma prosedürleri, zaten 4 yılda bir seçim yapıldığı için bize çok zaman kaybettiriyor.

Referandumdan evet çıkmalı diyoruz çünkü; Türkiye darbelerden, müdahalelerden yoruldu. Halk istikrar istiyor, tüm vesayetlerin top yekûn ortadan kalkmasını bekliyor. Yasama, Yürütme ve Yargı’nın kesin olarak birbirinden ayrılmasını, her birinin daha etkili olmasını arzu ediyor.

Referandumdan evet çıkmalı diyoruz çünkü; mevcut sistem etkisini yitirdi. Çift başlılık, ikilik yaratma risklerini barındırıyor. Tüm bunlara bir son vermek gerekiyor. 

Referandumdan evet çıkmalı diyoruz, çünkü; seçilmiş milletvekilleri, yasama faaliyetleri dışında her şeyle ilgilenmek zorunda kalıyor, nüfusa oranla temsil yetersiz kalıyor. Ülkemizin en büyük potansiyeli olan gençlerimiz mecliste yeterli oranda yer alamıyor.

Cumhurbaşkanımız geçenlerde  “Hayır” çadırını ziyaret etti. Nasıl oldu bu? Ve bu ne anlam ifade ediyor?

“BU TABLOYA BAKAN NASIL DİKTATÖR DİYEBİLİR?”

Sayın Cumhurbaşkanımız bir sürpriz yaptı ve önce bir Evet çadırının ardından hemen karşısında bulunan Hayır çadırını ziyaret etti. Hayır çadırında bulunan vatandaşlara “neden hayır diyorsunuz?” diye sordu. Gerekçelerini dinledi ve sorularını cevapladı. Güzel bir demokratik jest yaptı. Hayır çadırında bulunanlar da şaşırdılar. İtirazlarını özgürce dile getirdiler. Cumhurbaşkanımız da hayır kampanyasının temellerinin neden zayıf olduğunu ve bu anayasa değişikliğinin neden gerekli olduğunu anlattı. Açıkçası orada hayırcı vatandaşlarımızın sorduğu sorular, anayasa değişikliği konusunda ne kadar yanlış ve eksik bilgilere sahip olduklarını gösteriyor. Bilgiden ziyade ön yargıya, tahlilden ziyade sloganlara dayalı bir söylem var ortada. Buna rağmen Cumhurbaşkanımız bütün soru ve itirazları dinledi ve gerekli cevapları verdi.

Şimdi bu tabloya bakıp Tayyip Erdoğan’a otoriter, diktatör vs. diyenlerin biraz hicap duyması gerekir. Kendi tezlerini savunduğu için bir Cumhurbaşkanına – yahut herhangi bir siyasiye—hiç kimse baskıcı, otoriter vs diyemez. Varsa ciddi bir tezleri, önerileri, alternatifleri bunu ifade ederler. Demokratik ve medeni bir tartışma ortamı da zaten bunu gerektirir.