Sultan şerbeti her derde deva

Osmanlı'nın günlük yaşantısında, geleneksel davranış kalıplarını etkileyen, Sultanın sofrasından en fakirinin sofrasına kadar eksik tutulmayan şerbet, hastalıklara karşı korunmakta büyük fayda sağlıyor.

Gıda uzmanları şerbetin Osmanlı döneminde saray ile halk mutfağının en önemli ürünlerinden biri olduğunu belirterek; özellikle sultan şerbetinin ramazan aylarının baş tacı olduğuna vurgu yaptılar.

Şerbetin tarihi

Şerbet, Doğu Akdeniz, Ortadoğu ve Orta Asya coğrafyalarında İslam toplulukları tarafından ortaya çıkarıldı ve tüketildi. Osmanlı İmparatorluğu'nda yemek kültüründe önemli bir yeri olan ve altın tombakta sunulan şerbet, günümüzde sadece ramazan aylarında sembolik olarak sunulan bir kültür mirasına dönüştü.
Batı imparatorluklarının şölen sofralarındaki şarabın yerini, Osmanlı Sultanı'nın sofrasında şerbet alıyordu. Topkapı Sarayı'na sonradan eklenen helvahane ile mutfak adeta bir tatlı, şurup ve şerbet laboratuvarı halini aldı. Sarayın en gözde şerbetleri gül, zambak, menekşe, fulya, yasemin, muhabbet, iğde ve nilüfer çiçeklerinden yapılırdı.
Özellikle tatlı suda yetişen ve çok kısıtlı miktarda bulunan nilüfer çiçeğinden yapılan şerbet, aynı zamanda akıllara durgunluk verecek bir reçeteydi.
Osmanlı dönemlerinde İngiliz seyyah ve sefirler bu ürünü, onu evrenselleştiren Osmanlılar sayesinde tanıdıkları için kendi dillerine şerbet (sherbet) kelimesini doğrudan aldı.
Ünlü yemek tarihçisi Alan Davidson'a göre ise Osmanlı-Bizans-Venedik ilişkileri döneminde şerbet İtalyan mutfağına ''Sorbetto'' olarak girdi. Fransızlar da şerbeti İtalyanlardan öğrenerek ''Sorbet'' adını verdi ve karlı–buzlu şerbetin benzeri olan buzlandırılmış şerbeti geliştirdi.