İBRET VERİCİ MENKIBELER (15.06.2016)

Berber Efendi, tiryaki bir adammış, evliyâullah müptelasıymış. Dükkânına ekseri âlimler, meşâyih, hocaefendiler gelirmiş. Berber Efendi hem müşterisini tıraş eder hem de bu sohbetleri dinlermiş. Ama mevzu herhangi bir zâtın menkıbesine, o zâtlarla alâkalı bir kelâma gelirse bizim berberin eli ayağı âdetâ titrermiş, işi gücü bırakır; oturur, sohbeti dinlermiş.

Cami cemâatinden birisi vefatının ardından berberi rüyasında görmüş. “İlk gecen nasıl geçti, rahatın nasıl?” diye sormuş. O da bana başına gelenleri anlatmaya başlamış: 
“Beni bir yere aldılar; orada öyle tek başıma beklerken birden etrafımı çok güzel kıyafetli, sarıklı, cübbeli, misk gibi kokular saçan zâtlar kuşatıverdi lâkin yüzleri örtülüydü.
‘Acaba kim bunlar?’ diye düşünürken dört bir taraftan eşkıya kılıklı bir gürûh çıkageldi. Beni almak için geliyorlardı fakat yüzü nikablı kişilerin önüne geldikleri zaman birden duruyorlar ve yanıma gelmeye cesaret edemiyorlardı. Bir şey yapamayacaklarını anlayınca oradan savuştular. 
Beni koruyanlara dönüp kim olduklarını sordum. Dediler ki: ‘Ya hû sen bizi çok iyi tanıyorsun aslında. Tanımadın mı?’ Sonra da birer birer yüzlerini açarak; ‘Ben Hazret-i Abdulkâdir-i Geylânî, Bahâuddîn-i Nakşibendî, Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî, İmam-ı A’zam…’ diyerek bir bir kendilerini tanıttılar. Ben her isim söylendiğinde muhabbetle ve neş’eyle hâlden hâle geçiyordum. 
Sonra birisi ‘Sen bizi çok severdin. Dolayısıyla bizim bu kadarcık ikrâmımıza çok şaşırma!’ dedi.”
Menkıbesini ve hayatını dinleyip seven insana böyle muâmele ediyorlarsa yolunda sıdk ile yürüyenlere nasıl muâmele edecekler, siz düşünün!