HAZRETİ MEVLANA'NIN MESNEVİ'SİNDEN... (01.07.2016)

Yemyeşil otlarla dolu bir ada vardı. Orada ağzının tadını bilen obur bir öküz tek başına yaşardı. O öküz akşama kadar orada otlar, akan derelerden kana kana su içerdi. Sabah olduğunda adadaki yeşil otlar, çimenler  ve çayırlar bel hizasına kadar büyürdü. Bu durumu gören öküz oburluğu ve açlığıyla hepsini yer, ne varsa siler süpürürdü. 

Geride ot bırakmayan öküz gece olduğunda “Yarın ne  yiyeceğim?” diye düşünür, dertlenir ve üzüntüsünden ötürü zayıflayıp, incecik olurdu. Bu öküzün hâli senelerden beri böyle devam edip durmaktaydı. Her sabah yeşeren otların tamamını bütün gün yer, akşam olunca da yarın aç kalacağı korkusuyla eriyip süzülürdü. Yıllardır her sabah otlandığını, hiç rızık derdi çekmediğini ve bu adada çok rahat yaşadığını hiç düşünmezdi. Her akşam “Eyvah! Rızkım kalmadı.” diye hayıflanırdı.
O öküz havyanî nefsin sembolüdür. O adadaki otlarla ve çiçeklerle dolu ova da yaşadığımız dünyayı temsil etmektedir. Nefis rızık korkusu ile hep telâşa düşer ve kara kara düşünür. Halbuki hiç şöyle demez:
“Yıllardır her gün yiyip içtim ve rızkım hiç eksilmedi. Gelecekteki rızık korkusunu geçmişe bakarak bırak. Yediğin, içtiğin şeyleri hatırla. Gelecekteki rızık korkusunu boş ver de kederlenme!”