info@muratcetin.org
Cenab-ı Hak, Tevbe Suresi’nin 34. ayet-i kerimesinde şöyle buyurmaktadır:
“Ey iman edenler! Ahbar ve ruhbanın çoğu (Resul-i Ekrem’den (asm) önce Peygamberlerinin dini olan İslam’ı tahrif edip muharref bir dini kabul edenler, Hazret-i Muhammed (asm) geldikten sonra da Risalet-i Muhammediyeyi ve Kur’an’ı tasdik etmeyenler), gayr-ı meşru’ yol ile insanların mallarını yerler ve Allah’ın yolundan insanları o mal ile men ederler. Onlar altın ve gümüşü biriktirip onu Allah yolunda infak etmezler. Belki Allah’ın yolundan insanları men etmek için sarf ederler. Onları (o ahbar ve ruhbanı), azab-ı elim ile müjdele!”
İşte bu ayet-i kerime bildiriyor ki; Yahudilerin din adamları, Hazret-i Musa (a.s)’dan sonra ve Hıristiyanların din adamları da Hazret-i İsa (a.s.)’dan sonra batıl yolla topladıkları servetleriyle hak dinlerini tahrif ve seddettikleri gibi; Kur’an geldikten sonra da yine topladıkları servetleriyle O’nun nurunu söndürmeye çalışıyorlar ve Allah’ın yolu olan İslamiyet’e set çekiyorlar. Bu sebeple Allah (c.c), bu ayet-i kerimede “Ey iman edenler!” hitabı ile ehl-i imanı teyakkuza sevk edip dikkatlerini şu noktaya çekiyor:
Ahbar ve ruhbanın çoğu, insanları kandırıp çeşitli hile ve hud’alarla onların mallarını yiyorlar ve insanların servetlerini kendi ellerinde biriktiriyorlar. Fakat bu serveti, Allah yolunda değil; belki tam aksine Allah’ın yolundan insanları alıkoymak ve o yolu kapatmak için harcıyorlar. Bunlar zahirde din adamları ve güya Allah’ın yoluna kendilerini vakfetmiş kimseler gibi gözüktükleri halde, böyle halkı idlal etmeleri ve nur-u İlahiyi söndürmeye çalışmaları ne kadar acayiptir.
Evet tarihte görüyoruz ki; nice ahbar ve ruhban, bazı krallardan bile daha büyük servete sahip olmuşlardır. Şu anda da dünyanın ekser servet toplama vasıtalarının arkasında Yahudi hahamları ve Hıristiyan ruhbanları vardır. Başta “Kızılhaç” ve “UNESCO” olmak üzere insanlardan bağışlar toplayan ekser örgütlerin ipleri de bunların elindedir ve dünyanın ekser serveti, onların elinde toplanmaktadır. Onlar da bu serveti, ihdas ettikleri muharref ve batıl olan Yahudilik ve Hıristiyanlık dinlerini dünyada hâkim kılmak ve yeryüzünde, hak olan ve bütün semavi kitapların hakikatini taşıyan Kur’an’ın nurunu söndürmek için sarf etmektedirler. İşte bu ayet-i kerime, onların yüzlerindeki maskeyi düşürüp gerçek çehrelerini göstermekte ve yaptıkları planları bizlere bildirmektedir.
Bu ayetten anlaşılan şudur ki: Dünyadaki servet odaklarının ekserisinin başlarında Yahudi ahbarları ve Hıristiyan ruhbanları vardır ve ekser servet toplayan örgütler, bunların idaresi altındadır ve İslam’a ve bu mukaddes dinin mensuplarına hücum eden devletleri dahi bunlar, sevk ve idare etmektedirler. Bütün bunların başında ise, dünya devletlerini idare eden ve 300 kişiden müteşekkil olan gizli bir zındıka komitesi vardır, bu gizli zındıka komitesinin reisi de onların bir din adamıdır. İşte Kur’an, bütün İslam âlemini bu ayet-i kerime ile ikaz ediyor ve Yahudi ve Hıristiyan din adamları olan ahbar ve ruhbanların asıl yüzlerini görmelerini ve bu hususta uyanık olmalarını emrediyor…
O gizli zındıka komitesi, bütün dünyanın servetine el koyduğu gibi; Tevbe suresinin 60. ayet-i kerimesinde bizzat Allah tarafından tespit edilen sınıfların hakkı olan Müslümanların zekâtlarını da hile ve hud’a ile asıl masraf ve mecrasından saptırıp kendi amaçlarına hizmet edecek yerlere sarf etmekte ve bu konuda hummalı bir şekilde çalışmaktadır. Hâlbuki nass-ı Kur’an’la zekât, sekiz sınıfa taksim ve tahsis edilmiştir. Şöyle ki:
“Farz ve vacib olan sadakalar, ancak ve ancak; fakr-u zaruret içinde perişan olup malı olmayan fukaraya; ve sahip olduğu malları, kendisini zillet ve meskenetten kurtarmaya kifayet etmeyen miskinlere; ve devlet-i şer’iyye tarafından zekâtın ahaliden toplanması, muhafaza edilmesi ve dağıtılmasına me’mur edilen amillere; ve kalplerinin İslam’a ısındırılması istenilen müellefe-i kulublara; ve hürriyetlerine kavuşturmak için, bir mal mukabili azad edilmek üzere efendisiyle anlaşma yapan mükateb kölelere; ve helal yol ile borçlanıp, malı borcuna ve masraflarına kafi gelmeyen borçlulara; ve Kur’an’ı ve ahkam-ı İslamiyeyi hâkim kılmak için cihad eden asakirin-i İslamiyeye; ve vatanlarından uzak düşüp elleri mallarına ulaşamadığı için yolda kalmış olan yolculara verilir.
Bu farz ve vacib olan sadakalar, yalnız zikredilen bu sekiz sınıfa mahsustur ve onların malıdır. Bunlardan gayrısına asla verilemez. Bu taksimat, hiçbir kimsenin müdahalesi olmadan doğrudan doğruya Allah tarafından yapılmış bir farz ve takdirdir. Binaenaleyh herkesin bu taksime riayet etmesi vacibdir. Zira Allahu Teala, her şeyi bildiği gibi bu zekâtın nerelere verileceğini dahi bilir ve her şeyi hikmetle yapıp, hikmetinin muktezasınca hükmettiği gibi zekâtın kimlere verileceği hususunda da hikmetinin muktezasınca hükmetmiştir.”
Demek bu taksimatı, Allah (cc), bizzat kendisi yapmış ve bu taksimatı Habib’ine dahi bırakmamıştır.
Resul-i Ekrem (sav) Efendimiz de zekâtın nerelere verileceğini beyan eden bu ayet-i kerimeyi pek çok hadis-i şerifiyle açıklamıştır. Mesela; Peygamber Efendimiz (sav), Muaz bin Cebel’i Yemen’e vâli olarak gönderdiği zaman, ona şu emri vermiştir:
“Onları Allah’tan başka ilâh olmadığına ve benim Allah’ın Resulü olduğuma iman etmeye dâvet et. Eğer bu hususta sana itaat ederlerse; onlara, Cenâb-ı Allah’ın kendilerine günde beş vakit namaz kılmalarını emrettiğini bildir. Eğer bu konuda da sana itaat ederlerse, Allah’ın kendilerine mallarından zekât vermelerini farz kıldığını bildir. Zekât, zenginlerinden alınıp fakirlerine verilir.”
Bu ve benzeri hadislerden de anlaşıldığı üzere zekât, ayet-i kerimede bildirilen sekiz sınıfın, bahusus fakirin hakkıdır. Başta sahabe-i kiram olmak üzere bütün müctehidin-i izam ve bütün ümmet, asr-ı saadetten bugüne kadar zekâtın bu sekiz sınıfın hakkı olduğu hususunda icma ve ittifak etmişler ve zekâtlarını bu sınıflara vermişlerdir. Fakat o gizli zındıka komitesinin emri altında çalışan “UNESCO” gibi bazı yardım kuruluşları, âlem-i insaniyet ve İslamiyet’in hususan Türkiye’nin içindeki bazı örgütleri elde edip bütün vakıfları kendilerine bağlayarak, toplanan yardımların kendilerine ulaşmasını temin ettiler.
Mü’minlerden toplanan zekât, sadaka, teberruat, nezir ve kurbanları kendi arzu ve emellerine göre kullanarak, bütün petrollerimize el koydukları gibi bunlara da el koymaktadırlar. Alem-i İslam’da bir kısım ulema-i su’ dahi bu gizli örgütün ve bu gizli örgütün teşkil ettirdiği “UNESCO”nun te’siri altında kalarak zekâtın masrafıyla alakalı ayeti, gayr-ı meşru bir şekilde fasid te’villerle te’vil ederek, zekâtı başka bir mecraya sevk etmek istiyorlar. Hâlbuki zekât, Kur’an-ı Kerim’in tespit ettiği sekiz sınıfın hakkıdır. Ayetin te’vili gayr-ı kabildir. Müfessirin-i izam ve mezhep imamları ayet-i kerimeyi nasıl tefsir etmiş ise, hak odur.
O gizli örgütün tesiri altında kalan ulema-i su’ ise, başta kitab ve sünnete ve bunları izah eden icma ve kıyas-ı fukahaya muhalefet edip te’vilat-ı faside ile müstahak olmayan yerlere zekâtın verileceğini dava ediyorlar. Mesela; vakıflara, derneklere, örgütlere, cemiyetlere, cemaatlere, basın-yayın organlarına, camilere, medreselere, tekye ve dergâhlara, okullara, Kur’an, tefsir, hadis, fıkıh, akaid gib şer’i ilimlerle meşgul olmayıp fen, felsefe ve san’atla meşgul olanlara zekât verileceğini iddia ediyorlar.
Hâlbuki zekâtın bu gibi yerlere verileceğini dava etmek, elbette büyük bir yanlıştır, vebal-i azimdir. Böyle bir yanlışı kabul etmek, şer’an mümkün olmadığı gibi; bu yanlışı içimize sokanın da o gizli zındıka komitesi olduğunu da bilmemiz gerekir. Hatta bugün Müslümanların zekât, sadaka, teberruat, nezir ve kurban gibi mali yardımlarının bir çoğu, hem İslam âleminde, hem de dış ülkelerde bulunan gayr-ı Müslimlerin çocuklarını okutmak ve yeni hürriyetine kavuşan ülkelerde demokrasinin yerleştirilmesi gibi meşru olmayan pek çok yerlere sarf edilmektedir. Alem-i İslam’da bu faaliyeti gösteren pek çok taife mevcuttur. Bu ise, âlem-i insaniyet ve İslamiyet’i titretecek bir hadisedir.
Kur’an-ı Kerim, ehl-i imanın servetini, bahusus zekâtlarını batıl yolla gayrimeşru bir surette toplayan ve bununla iman ve Kur’an nurunu söndürmeye çalışan, insanları Ellah’ın yolu olan Hak Din İslamiyet’ten alıkoyan Yahudi ve Hıristiyanların ahbar ve ruhbanları, bahusus o zındıka komitesi ve bu komitenin tesiri altında kalan ulema-i su hakkında şöyle bir tehdidat-ı azimede bulunuyor: “O gün, o ahbar ve ruhbanın (Kur’an’dan evvel hakiki Tevrat ve İncil’i tahrif etmek için ve Kur’an geldikten sonra da Kur’an’ın nurunu söndürmek için iddihar ettikleri) servetlerinin üzerine
Cehennem’in ateşi vaz’ edilerek bir ateş parçası haline getirilir. Onunla yüzleri, yanları ve sırtları dağlanır ve onlara ‘Bu, nefisleriniz için iddihar ettiğiniz servetinizdir. Onların azabını tadın’ denir.”