Yeni bir dünya kurulur, Türkiye o dünyada yerini alır

ABD-Türkiye ‘dostluğu’ esasında Soğuk Savaş şartlarında gelişmiş bir dostluk! Yani “çıkarlar ve beklentiler” üzerine kurulduğu için gerçek bir dostluk mudur pek bilinmez... Diplomatik dile çevrilip ‘Müttefiklik’ diye de ifade etsek, ilişkilerin kurulduğu günden bu yana yaşananlar bu konuda da pek iç açıcı veriler ortaya koymuyor.

AYDIN TÜRKMEN

aydin.turkmen@aksam.com.tr

1947’de Soğuk Savaş’ın kendini yeni yeni gösterdiği bir dönemde yayımlanan Truman Doktrini, akabinde gönderilen 100 milyon dolarlık ‘destek’ ve Marshall yardımları süreci Türkiye’yi Atlantik Paktı’na bağlarken, 1950’deki Kore Savaşı, 1952’de NATO’ya girilmesi ve 1954’te İncirlik Üssü’nün ABD’ye açılması ‘müttefiklik’in temellerini oluşturdu. Peki yaşanan krizler? Şimdi bir de onlara göz atalım...

1964: KIBRIS KRİZİ /JOHNSON’UN MEKTUBU

Kıbrıs’ta Türklere yönelik saldırıların başlaması ve Türkiye’nin garantör devlet olarak ‘harekat’ dahil her türlü tedbiri gündemine alması ABD’yi rahatsız etmişti. ABD’nin 36’ncı başkanı Lyndon Johnson, 5 Haziran 1964’te dönemin Başbakanı İsmet İnönü’ye bu rahatsızlığı ‘küstah’ ifadelerle dile getirdiği bir mektup yazdı. “Karşınızda Sovyetler Birliği’ni bulursanız yanınızda biz olmayacağız” temalı mektup, şu ifadelerle bitiyordu: “Bizimle yeniden ve en geniş ölçüde istişare etmeksizin böyle bir harekete tevessül etmeyeceğinize dair bana teminat vermediğiniz takdirde, meselenin gizli tutulması hususunda Büyükelçi Hare’e vaki talebinizi kabul etmeyecek ve NATO Konseyi ile Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin acilen toplantıya çağrılmasını istemek mecburiyetinde kalacağım.

Bu mesele hakkında sizinle şahsen görüşebilmemizin mümkün olmasını isterdim. Mateessüf, mevcut anayasa hükümlerimizin icabı dolayısıyla, Birleşik Amerika’dan ayrılamamaktayım. Teferruatlı müzakereler için siz buraya gelebilirseniz, bunu memnuniyetle karşılarım. Genel barış ve Kıbrıs meselesinin aklıselimle ve sulh yoluyla halli hususunda sizinle benim çok ağır mesuliyet taşımakta olduğumuzu hissediyorum. Bu itibarla aramızda en geniş ve en samimi istişarelerde bulununcaya kadar sizin ve meslektaşlarınızın tasarladığınız kararı geri bırakmanızı rica ederim.”

Başbakan İnönü, Time Dergisi’ne verdiği mülakatta bu mektuba şu cevabı vermişti: Kıbrıs’taki bu haksız durum devam eder, müttefikler bizi yalnız bırakır, NATO yanımızda olmaz, anlayışsızlık hüküm sürer, Türk azınlık ezilir, bu böyle devam ederse; günün birinde Batı’nın bu savunma sistemi yıkılır, yeni şartlarla yeni bir sistem ve dünya kurulur, Türkiye de bu yeni dünya içinde yerini bulur.”

AMBARGO KARARINA İNCİRLİK’LE CEVAP

1974- KIBRIS BARIŞ HAREKATI / İNCİRLİK’İN ASKIYA ALINMASI

Türkiye, 1960’ların başından beri Kıbrıs’ta yaşanan gerilime ve Türklere yönelik saldırılara son vermek için  ‘garantörlük’ haklarını da kullanarak müdahale etti. Johnsson’un ‘müdahale etmeyin’ mektubundan 10 yıl sonra Türk askeri Ada’daydı. ABD, zaten ‘Haşhaş Krizi’yle gerilimin had safhada olmasını da fırsat bilerek 5 Şubat 1975’te Türkiye’ye yönelik silah ambargosu kararı aldı. Türkiye’nin buna ilk yanıtı bir hafta sonra Kıbrıs Türk Federe Devleti’nin kurulduğunu ilan etmek oldu. Daha sonra 25 Temmuz 1975’te ABD’yle 1969’da imzalanan “Savunma İşbirliği Anlaşması” askıya alındı ve İncirlik dahil Türkiye’de tüm askeri ve tesislerin TSK’nın “kontrol ve gözetimi” altına girdiği açıklandı. Ambargo ve yaşanan kriz 1978’e kadar sürdü. 

2003- ÇUVAL KRİZİ

4 TEMMUZ GÜNÜ DÜŞMANLIK MESAJI!

1 Mart tezkeresinin yarattığı travmadan 4 ay sonra ABD, ilişkilerde onarılmaz yara bırakan bir adım attı. Tarih 4 Temmuz 2003’ü gösteriyordu. Amerikan askerleri Irak’ın Süleymaniye kentinde Özel Kuvvetler Komutanlığı’na bağlı subayların bulunduğu karargâha baskın düzenlendi. Askerlerimiz “dost ve müttefik” bildikleri Coni’ler tarafından başlarına çuval geçirilerek gözaltına alındı ve sorgulanmak üzere Bağdat’a götürüldü. Türkiye’nin en seçkin askerleri ‘kriz aşılana kadar’ 60 saat boyunca rehin tutuldu. Üstelik bu girişim için ABD’in en önemli milli bayramı olan 4 Temmuz Bağımsızlık Günü (Independence Day) seçilmişti. Hem baskının tarzı hem çuval kullanılması hem de seçilen tarih doğrudan Türkiye’ye yönelik mesajlar içeriyordu. 

MUHTIRA SONRASI YASAK SEÇİM SONRASI İZİN!

ABD, 1960’ların sonlarında artan uyuşturucu kullanımına çareyi Türkiye başta olmak üzere haşhaş üretimi yapan ülkelere ‘baskı’ yapmakta buldu. Hatta Nixon yönetimi “Üretimi durdurun ya da ürettiklerinizin tamamını bize satın yıllık 3 milyon dolar hibe verelim” diyecek kadar ileri gitmişti. Başbakan Demirel, ABD’nin artan olumsuz tavrını yumuşatmak adına 30 Haziran 1970’te bir kararname yayımlayarak haşhaş ekilen yerlerin sayısını 7’ye indirdi,

Adalet Bakanı Mitchell komiteye sunduğu raporda, ülkeye giren eroinin yüzde 80’inin Türkiye kaynaklı olduğuna dair sağlam kanıtlarının bulunduğu belirterek, Türkiye’ye ekonomik ambargo uygulanmasından, hatta ticaretin askıya alınmasından yana olduğunu söyledi.

12 Mart 1971’deki muhtıra sonrası yeni hükümet ABD’nin taleplerine boyun eğerek haşhaş ekimini yasakladı. Ancak 1973 seçimlerinde iktidara gelen Ecevit başbakanlığındaki CHP-MSB koalisyonu, AB’nin tüm tehditlerine rağmen 1 Temmuz 1974’te 3 yıl süren yasağı kaldırdı. Haşhaş krizi kısa süre Kıbrıs Barış Harekatı krizine eklemlendi. 

2003- 1 MART TEZKERESİ

BUSH’U ‘HÜSRANA UĞRATAN’ OYLAMA

11 Eylül saldırıları sonrası daha saldırgan politikalar izlemeye başlayan ABD, daha sonra yalan olduğu ortaya çıkan “kimyasal silah depoları”nı gerekçe göstererek Saddam Hüseyin yönetimindeki Irak’a müdahale etme planları yapıyordu. 

Savaş planlarının bir ayağında Amerikan askerinin Türkiye üzerinden Kuzey Irak’a sevk edilmesi vardı. Bu konuda hazırlanan tezkere 1 Mart 2003’te Meclis’in onayına sunuldu. Ancak gizli oylamada kabul oyları 264’te kaldı ve salt çoğunluk olan 276’ya ulaşılamadığı için tezkere reddedildi. 

Dönemin ABD Başkanı Bush daha sonra kaleme aldığı, “Decision Points’’ adlı kitabında tezkereyle ilgili şunları yazacaktı: “4’üncü Piyade Tümeni’nden 15 bin askeri kuzeyden Irak’a sokabilecektik. Bir noktada, izni alacağız gibi görünüyordu. (Dönemin Başbakanı)  Abdullah Gül’ün kabinesi, talebimizi onaylamıştı. Ancak TBMM 1 Mart’ta tezkereye ilişkin nihai oylamayı yaptığında, tezkere az farkla kabul edilmedi. Hayal kırıklığına ve hüsrana uğramıştım. Şimdiye kadar yaptığımız en önemli taleplerimizden birinde, NATO müttefikimiz Türkiye, Amerika’yı yarı yolda bırakmıştır.’

Evet 1 Mart Tezkeresi belki de Türkiye-ABD ilişkilerinde gerçekten bir dönüm noktasıydı. Bir sonraki aşamada anlatacağımız “Çuval krizi”ni bu ret kararına bağlayanların sayısı hiç de az değildir.