sibel.ates@aksam.com.tr
Türkiye’nin önde gelen markalarının Pazarlama Direktörlüğü, Genel Müdür Yardımcılığı görevlerini üstlenen edebiyat ve sanat dünyasının yakından tanıdığı Nihan H. Şerbetci ile edebiyat dünyasına merhaba dediği ilk kitabı “bin üç yüz altmış beş”i konuştuk.
İlk kitabı yazma süreci nasıl geçti? Karakterleri oluştururken nasıl bir çalışma izlediniz?
“Bin üç yüz altmış beş” ilk evet. Kitap fikriyle yola çıkmadığım uzun bir yolculuktu aslında. Yazmaya başladığımda ne yazacağıma dair bir fikrim de yoktu. Sadece yazdım, aklımdan, kalbimden geçenleri. Sonra bir anda İrfan çıktı ortaya, o sırada yazdıklarım ete kemiğe büründü. Sonra Elif… Derken kendimi onların hayatının içinde akarken buldum.
Kitaptaki karakterleriniz alıştığımız kadın-erkek dilini pek kullanmıyor? Şaşırtıyor bu durum okuru. Bunu özellikle mi seçtiniz?
Hissettiklerimiz doğrudan dilimize yansıyor bence. Ne hissediyorsak öyle düşünmeye başlıyoruz. Ve nasıl düşünüyorsak da öyle davranıyoruz, bu da dilimizi belirliyor. Yine kadın erkek düzleminde değil de, birbirinden farklı iki dünya olarak değerlendirmeye çalıştım. İrfan’ın ne hissettiğiyle, Elif’in ne yaşadığıyla çok ilgilendim. Bu farklılaşma kendiliğinden ortaya çıktı. Özellikle bunun üzerinden kurmadım açıkçası. İkisinin de hissini merak ederek yaklaştım ve ortaya doğal olarak birbirinden farklı bir dil çıktı. Herhangi bir duruma cinsiyetsiz yaklaşabilmek belki de ihtiyacımız olan şey. Her ilişki biçimi kendi dilini de oluşturuyor bence.
Aynı farklılaşma dilin dışında tavırda da söz konusu. Peki bu neden?
Ortada bir kambur var. İrfan’ın da Elif’in de “babasızlık”la ilgili dertleri var ve bu derdin oluşturduğu kamburları var. Ama ikisinin de o kamburu taşıyış, yaşayış biçimleri birbirinden farklı. Kavram aynı olsa da insanın ruhundaki tezahürü hep farklı.
SIRTIMIZDAKİ DUYGUSAL MİRAS
Bu hikayenin temelinde “babasızlık” var. Ve babasızlığın oluşturduğu “kambur” diye ifade ettiğiniz travma. Tam olarak neyin yokluğu bu?
Benzer noktalar yakınlaştırır her zaman. Çocukken ailelerimizin sırtımıza yüklediği her duygusal miras, bizi günün birinde o mirasa sahip diğer insanlara biraz daha yakınlaştırır. O miras zaman zaman boşluk da olabiliyor maalesef. Herhangi bir şeyin yokluğu ya da o yoksunluk hissi büyük bir boşluk. Ve o boşluğun hacmi kadar da acı.
O tanımladığımız boşluğu başka şeylerle ya da kişilerle doldurma çabası belki de asla dolmayacak bir çukura sürekli kürekle kum atmak gibi çok yorucu ve üstelik boşuna bir çaba. Hiçbir şeyin ya da hiç kimsenin yerini bir başkası dolduramaz çünkü. Herkes ve her şey tek ve biricik şu hayatta.
Size kalan miras “boşluk” mu peki ?
İyi bir mirasyediyim ben. Yedim o mirası. Şaka bir yana, herkese kimden ne kalıyorsa benim payıma da ne düştüyse onu kalanıma ekledim. Yaşanması gereken ne varsa yaşadım, yaşıyorum tıpkı sizin gibi, tıpkı herkes gibi. Zaman zaman boşluğa düşerek, çıkarak, çıkarken yaralanarak ve iyileşerek…
Siz peki yaralarınızı hangi yollarla iyileştiriyorsunuz?
Bir acının ya da durumun taşıdığı anlam ya anlamsızlığın ortaya çıkardığı yaraları iyileştirmenin en şifalı yolu “kabullenmek” bence. Diğer işaretlenen seçenekler hep lüzumsuz bir savaş ki, savaşmak zaten son derece lüzumsuz. Çünkü ne tür bir savaş olursa olsun, kazananı olmaz.
SÜRPRİZLERLE KARŞILAŞMAYI SEVİYORUM
Yeni bir kitap hazırlığı başladı mı?
Not alıp kenara koyduğum şeyler var ama buna yeni bir kitap hazırlığı diyebilir miyiz pek sanmıyorum. Biraz biriksin bakalım ortaya ne çıkacak. Ben galiba yazarken de sürprizlerle karşılaşmayı seviyorum. Su akar mı, akarsa nereye akar, dere olur mu yoksa biriken su sadece bir su birikintisi olarak mı kalır bilemiyorum.
Kitabın arkasında uzun bir teşekkür kısmı var. Neden diye sorsam…
Hayatımda o kadar çok teşekkür etmek istediğim kişi ve yaşanan şey var ki, günün birinde sahiden sırf teşekkürden oluşan bir kitap çıkarabilirim. Kim okur tabii orasını pek kestiremiyorum. Bugüne kadar beni ben yapan ne varsa ortak bir tarih yazdığım insanlarıma borçluyum bunu. Ama en önemli teşekkürüm kitabımı ithaf ettiğim kahramanım anneme. Onun kızı olmasaydım asla hayata böyle bakamazdım.