Yalnız kalmaktan korkuyordu tek başına dünya turu yaptı

SİBEL ATEŞ YENGİN
sibel.ates@aksam.com.tr

Çocukluk hayali dünyayı baştanbaşa gezmekti. Ancak bu onun için imkânsızdı. Çünkü Nurcan Ilgın için tek başına kalabilmek kâbus gibiydi. Hiçbir yere yalnız gidemiyordu. Ancak babasının ölümünden sonra Türkiye’ye sığamaz oldu. Dil bilmeden, parası olmadan tası tarağı toplayıp İngiltere’ye gitti. 6 ay kalacaktı. Şimdi 15 yıldır kardeşiyle yaşıyor. “Ya sıradan bir yaşamın içinde kâğıt gibi savrulacaktım ya da korkularımın üzerine gidip özgürleşecektim” diyen Nurcan Ilgın, risk almayı, korkusuzluğu öğrendiği babasının sözleri aklına düşünce korkularının üzerine gitmeye karar verdi. Türlü çeşit maceralar sonunda 7 aylık dünya turunu tamamlayan Nurcan Ilgın’la buluştuk. Korkularından kurtulan bu tatlı gezgin kadının hikâyesini dinledik.  

NE DİLİM VARDI NE DE PARAM 

Babamı kaybettikten sonra Türkiye’den gitme kararı aldım. Ne İngilizcem ne param ne de tanıdığım vardı. Ailem de istemiyordu. 6 aylığına diye evden çıktım 15 yıldır İngiltere’de yaşıyorum. İlk başlarda çocuk baktım, son üç yıldır da Türkçe dersi veriyorum. Başka bir şehre gitme cesaretim yoktu. Ancak Malta’dan iş teklifi gelince gittim. Çok güzel bir yerdi ama orası bana küçük geldi, kendimi sıkışmış hissettim. Çocukluğumdan beri kurduğum dünya turu hayalini gerçekleştirmenin şimdi zamanı diye düşündüm. Babam aklıma düştü. Araba kullanmayı, risk almayı, korkusuzluğu, yılmamayı bana o öğretmişti. Ya sıradan bir yaşamın içinde deli bir ruhu dizginlemeye çalışıp kâğıt gibi savrulacaktım ya da korkularımın üzerine gidip özgürleşecektim. İkinci yolu seçtim, dünya turuna çıkmaya karar verdim. 

HAYALİM DÜNYA TURUYDU

Yalnızlık korkum vardı. Yalnız başıma otelde kalamazdım, hiçbir tatilime yalnız gitmedim. Yanımda hep birinin olmasını isterdim. Bu korkularımın üzerine gitmem gerekiyordu. Çocukken tek hayalim dünya turu yapmaktı ama bu bana imkânsız görünürdü. Her leylek gördüğümde “Ben de leylekler gibi uçmak” istiyorum diye zıpladığımı hatırlıyorum. Bir kaç yıl önce “Dünya turuna çıkacaksın” deselerdi inanmazdım. “Keşke ama imkânsız” derdim… Kararımı verdikten sonra hiç plan yapmadım. Biraz birikmiş param da vardı. Gitme zamanı yaklaştıkça “Acaba iptal etsem mi?” diye düşünsem de, "Bakalım nereye kadar dayanacağım" dedim ve yola çıktım. İlk durağım Hindistan’dı. Ardından Sri Lanka’ya, Kualo Lumpur’a sonra da Malezya’ya geçtim. 

İLK GECE EV SOYULDU

Hostellerde kalmayı tercih ettim. Ücretsiz konaklama imkânı sağlayan Couchsurfing sitesinden yararlandım. Diyelim evimde boş bir odam var siz de İngiltere’ye gelmek istiyorsunuz bu site üzerinden bağlantı kurup hiçbir ücret ödemeden evimde kalabiliyorsunuz. Birkaç kişinin evinde böyle kaldım. Bu sistemle Sri Lanka’da bir yabancının evinde kalmıştım. Nehrin kenarında, etrafı ağaçlarla çevrili bir ormanın içindesiniz ve etrafınızda başka hiçbir ev yok. İlk gece dolaşmaya çıktık, döndüğümüzde evin soyulduğunu fark ettik. Ev sahibinin bilgisayarı, telefonu çalınmıştı. Gecenin bir yarısı, etraf sessiz, ödüm patlamıştı. Karşıma kötü insanlar da çıkabilirdi ama şansım yaver gitti. Referanslarına bakıp da    gidiyorsun ama belli olmaz tabii. Yanımda biber spreyi almıştım ama kullanmak zorunda kalmadı. Gerçi sonradan çalışmadığını öğrendim. 

20 SAAT OTOBÜS YOLULUĞU

Gezginler içinde en yaşlısı bendim. Yeni Zelanda’da 17-27,  Güney Amerika’da 19-27 yaş arası hep gençler geziyor. Parasız ve otostopla gezen çok vardı. Paranız bitince çiftliklerde çalışabiliyorsunuz. Organik çiftliklerde yemek ve yatak karşılığında çalışıyor hem de organik tarımı öğrenebiliyorsunuz. Ben de bu çiftliğe başvurmuştum ama sıra gelene kadar başka bir şehre geçmiştim. Genelde otobüsle gezdim. Bazen 10 bazen 20 saat yolculuk yaptım. Güney Amerika’da iç hatlarda dahi uçacak olsanız çok pahalı. Param kısıtlı olduğu için yolculuğumu bölerek sürdürdüm. 

ADADA MAHSUR KALDIM

Malezya’dan sonra Avustralya’ya ve Fiji Adası’na geçtim. Yağmur, fırtına… Orada bir hafta mahsur kaldım. “Tornado gelecek, sabaha karşı burayı vuracak” dediler. Hortumun daha büyüğü gibi düşünün. Daha önce bir köy yok olmuş. Her gece korkuyla yatıyorduk. Evler tenekeden yapıldığı için çuvallara kum doldurup çatılara koyuyorduk. Her an bir şey     olabilir diye herkese “Sizi seviyorum” diye mesaj atıyordum. Fiji en büyük hayalimdi. İzlediğim bir film Fiji’de geçiyordu ve çok etkilenmiştim. “Fiji, fiji” diye sayıklardım. Herhalde buraya gelmemin nedeni buymuş. Allah’ım burada öleceğim” diyordum. 

OKSİJEN TÜPÜ KULLANDIM

3500 yükseklikteki Cusco’ya gittim. Oraya gidince yükseklik hastalığına (altitude sickness) yakalanmamanız için bir yaprak veriyorlar, çiğniyorsunuz. İlk gün yere düştüm. Çünkü rakım yükselince vücudunuzdaki oksijen azalıyor. Hemen eczaneye gidip ilaç almıştım. Yükseklikten burun yara oluyor ve kapanıyor. Bir de soğuk algınlığı olunca iyice kötü oldum, bir oda tuttum. Gece boyunca ağlıyor, nefes alamıyordum. İşte bir tek o zaman evime dönmek istedim. Gece dayanamayıp oksijen tüpü istedim. Her otelde ve evde muhakkak oksijen tüpü bulunduruluyor. 

DİKKAT! GEZGİNLERİN ÜZERİNE BETON DÖKÜLEBİLİR

Bolivya’nın La Paz kenti çok ilginç ve biraz da korkutucuydu. Kentteki bütün evler kırmızı tuğlalardan yapılmıştı hiçbirinin sıvası yoktu. Camları, pencereleri takılmamıştı. Meğer ev tamamen bitmediği için vergi verilmiyormuş kapısı, penceresi takılsa daha çok vergi verecekleri için bitirmiyorlarmış. Dünyadaki en ilginç hapishanelerden biri olan San Pedro Hapishanesi’nin önüne gittik. 5 yıldızlı otelden daha pahalı. İstersen aileni de yanına alabiliyorsun. Paran varsa dışarı da çıkabiliyorsun. Rehberimiz “Yürürken kafanıza bir paket düşerse sakın almayın. Muhakkak onu bekleyen bir alıcı vardır” diye uyardı. Eskiden ziyarete götürüyorlarmış. Tecavüz ve soygun olunca devlet yasaklamış. “Sizi gezdireyim diyene inanmayın, orada bırakırlar çıkmak için para ödemek zorunda kalırsınız” dediler. Beni şok eden bir olay da şuydu. Yerlilerin inanışına göre bir ev ya da işyeri yapmak istiyorsanız Paçamama’ya kurban vermeniz gerekiyor. Evsizleri, sarhoşları ya da gezginleri yakalayıp üzerine beton döküp bina yapıyorlarmış. “Sakın dışarıda uyumayın, bir binanın altında kalabilirsiniz” dediler. 

BAKKALDA TÜRK DİZİSİ

Türk dizileri çok izleniyor. Millet “Sultan” diyor başka bir şey demiyor. Hürrem’i tanımayan yok. Machui Picchu’da bir baktım, bakkalda Muhteşem Yüzyıl’ı seyrediyorlar. Fatmagül’ün Suçu Ne dizisine bayılıyorlar. Santiago’da dolaşırken bilbordlarda Meryem Uzerli’ye benzeyen birini gördüm. Bir baktım dizinin afişi. Şilili arkadaş “Annem Türk dizilerine hasta. Burada her gün yarımşar saat gösteriliyor. Annem YouTube’dan Türkçesini izleyip anlamaya çalışıyor” diyordu. Dizileri anlamak için Türkçe öğrenmek istiyormuş. 

ACABA ORGAN MAFYASI MI?

Dönüş biletim yoktu, param da azalmıştı. Rio de Jenerio’dan uygun fiyata dönüş vardı. Önce Brezilya’ya gitmem gerekiyordu. Herkes “Gitme zika virüsü var” diyordu. Çok tehlikeli olduğunu biliyordum. Ne yapacağımı şaşırdım. Couchsurf’e yazdım. Bir mesaj geldi. Baktım hiç referansı yok. Pek gitmek istemedim çünkü yalan da söylenebilir. “Tamam” dedim. Bu arada Couchsurf’ten gelen mesajda bu kişinin o sitede artık olmadığı, dikkat etmem gerektiği yazıyordu. Facebook’tan aileyi ekledim, gerçek mi değil mi diye araştırıyorum. Normal görünüyordu her şey. Risk almam gerekiyordu. Sözleştik. Havaalanından almaya geleceklerini söylediler. “Tanımadığı birini niye almaya gelsinler, acaba bunda bir iş mi var” derken baktım havaalanında iki gencecik çift. Acaba organ mafyası olabilirler mi diye de düşünmedim değil. Genç çocuğun internet suçlarıyla ilgilenen polis olduğunu öğrendim. Kendimi inanılmaz güvende hissettim. Bana akrabaları gibi davranmaya başladılar. Ücret vermediğim için bir şey yapmak zorunda değillerdi ama öyle misafir canlısı davrandılar ki kahvaltılar, yemekler hazırladılar. 9 gün boyunca orada kaldım... Bu dünya turu hiçbir şeyin imkânsız olmadığını tekrar kanıtladı bana. Artık korkum yok, şimdi nereye gitsem diye plan yapıyorum.