Vizyon mönüsünde bu hafta: Çok pişmiş!

Michelin lastiklerinin, 1900’lerde düşen satışlarını artırmak amacıyla başlattığı rehber uygulaması, gastronomi dünyasına yön veren sayılı geleneklerden birini oluşturdu: Michelin yıldız sistemi. Lezzet müfettişlerinin her yıl yaptığı ziyaretler neticesinde üç yıldıza hak kazanan restoran sayısının bugün bile tüm dünyada 70’i zor bulması, mutfaklar arası rekabetin adeta yıldız savaşlarına dönüştürdü.

Başak Bıçak

basakbicak@gmail.com

Hâl böyle olunca, dünyaca ünlü şeflerin TV programları, hayatlarını konu alan filmleri, belgeselleri giderek yaygınlaştı. Çok Pişmiş de (Burnt), işte bu furyanın yalnızca küçük bir parçası…

Bradley Cooper, Daniel Brühl, Sienna Miller ve Omar Sy gibi isimlerle Çok Pişmiş, Michelin yıldız sisteminin şefleri getirdiği durumun tipik bir örneği aslında. 1966 yılında, sahip olduğu tek yıldızı kaybettiği için intihar eden Alain Zick’i göz önünde bulundurduğumuzda, filmdeki Adam Jones’un (Bradley Cooper) mutfakta estirdiği terörü anlamak zor olmuyor. Zaten Çok Pişmiş, Fransız mutfağını İngiltere’ye taşıyan üç yıldızlı şef Gordon Ramsay’ın bir portresini çiziyor. Fakat Bradley Cooper’ın ortalama bir performans sergilemesi bir yana; senaryonun finalde ortaya koyduğu aceleci tavır, filmin dağıttığı taşları toparlayamamasına neden oluyor. Bunları saymazsanız, leziz yemekleri,  yemek kültürüne dair ufak ayrıntılarıyla keyifle izlenebilecek romantik komedi. Ancak sakın ola ki, yemek yemeden filme girmeyin!

Yugoslavya’da aşk imkânsızdır

Hırvat yönetmen Dalibor Matanic’in, Cannes’dan Jüri Özel Ödüllü filmi Güneş Tepedeyken (Zvizdan), gişe sinemasından uzak durmayı seçen sinemaseverler için kaçırılmayacak bir nimet. Yugoslavya’nın parçalanmasından önce, iç savaşın hemen bitiminde ve sonrasında geçen üç farklı öyküyü, onar yıllık periyotlarda ele alan film, temelde milliyetçiliğin yok ettiği Tito’nun ülkesinde yaşanamayan aşkları anlatıyor. Üç hikâye, iki kahraman, bir imkânsız aşk... Tıpkı Yugoslavya’nın o meşhur, altı cumhuriyet, beş ulus, dört dil, üç din, iki alfabe ve bir Yugoslav (Tito) söylemi gibi… Film, Tito’nun ölümünden sonra birbirine düşen Balkan milliyetçiliklerinin giderek ayrıştırdığı hayatları ve insanları, naif bir dille ele alıyor. Balkanlar'da yaşanan ve çokça işlenen drama, etkileyici bir bakış daha…

Bizim bitmeyen sorunlarımız

Emine Emel Balcı’nın ilk uzun metrajı Nefesim Kesilene Kadar ise, bu haftanın öne çıkan yerli yapımlarından. Hikâyesinin odağında yer alan ve dokumacılık atölyesinde çalışan Serap’ın, (Esme Madra) küçük hayallerinden hareketle, dramatik bir biçimde ezilmeye ve yok sayılmaya mahkûm insan/kadın panoraması çizmeye kalkışan filmin, ne yazık ki bunun üstesinden gelebildiğini söylemek mümkün değil. Film, teoride doğru bir çıkış noktası yakalıyor ancak pratikte sıkıcı ve hatta boğucu bir anlatımın kurbanı oluyor. Bu, kıyıda köşede kalmış hayat/insan modeli çıkışlı filmlerin benzerlerini daha önce, çok daha iyi anlatılmış hikâyelerle defalarca izledik. Alışageldiğimiz festival filmi formüllerinden kurtulmak için, çok uzağa değil, geçtiğimiz hafta seyrettiğimiz Takım: Mahalle Aşkına filmine bakmak bile yeterli olacaktır. Artık iyi hikâyelere, sıkıcılıktan uzak anlatımlara ihtiyacımız var. Birbirinin replikası filmlere değil.