Başak Bıçak
basakbicak@gmail.com
Hâl böyle olunca, dünyaca ünlü şeflerin TV programları, hayatlarını konu alan filmleri, belgeselleri giderek yaygınlaştı. Çok Pişmiş de (Burnt), işte bu furyanın yalnızca küçük bir parçası…
Yugoslavya’da aşk imkânsızdır
Hırvat yönetmen Dalibor Matanic’in, Cannes’dan Jüri Özel Ödüllü filmi Güneş Tepedeyken (Zvizdan), gişe sinemasından uzak durmayı seçen sinemaseverler için kaçırılmayacak bir nimet. Yugoslavya’nın parçalanmasından önce, iç savaşın hemen bitiminde ve sonrasında geçen üç farklı öyküyü, onar yıllık periyotlarda ele alan film, temelde milliyetçiliğin yok ettiği Tito’nun ülkesinde yaşanamayan aşkları anlatıyor. Üç hikâye, iki kahraman, bir imkânsız aşk... Tıpkı Yugoslavya’nın o meşhur, altı cumhuriyet, beş ulus, dört dil, üç din, iki alfabe ve bir Yugoslav (Tito) söylemi gibi… Film, Tito’nun ölümünden sonra birbirine düşen Balkan milliyetçiliklerinin giderek ayrıştırdığı hayatları ve insanları, naif bir dille ele alıyor. Balkanlar'da yaşanan ve çokça işlenen drama, etkileyici bir bakış daha…
Bizim bitmeyen sorunlarımız
Emine Emel Balcı’nın ilk uzun metrajı Nefesim Kesilene Kadar ise, bu haftanın öne çıkan yerli yapımlarından. Hikâyesinin odağında yer alan ve dokumacılık atölyesinde çalışan Serap’ın, (Esme Madra) küçük hayallerinden hareketle, dramatik bir biçimde ezilmeye ve yok sayılmaya mahkûm insan/kadın panoraması çizmeye kalkışan filmin, ne yazık ki bunun üstesinden gelebildiğini söylemek mümkün değil. Film, teoride doğru bir çıkış noktası yakalıyor ancak pratikte sıkıcı ve hatta boğucu bir anlatımın kurbanı oluyor. Bu, kıyıda köşede kalmış hayat/insan modeli çıkışlı filmlerin benzerlerini daha önce, çok daha iyi anlatılmış hikâyelerle defalarca izledik. Alışageldiğimiz festival filmi formüllerinden kurtulmak için, çok uzağa değil, geçtiğimiz hafta seyrettiğimiz Takım: Mahalle Aşkına filmine bakmak bile yeterli olacaktır. Artık iyi hikâyelere, sıkıcılıktan uzak anlatımlara ihtiyacımız var. Birbirinin replikası filmlere değil.