Türkiye’ye ‘Cehennem’ filminden bakmak…

Başak Bıçak
basakbicak@gmail.com

Edward Said, meşhur kitabı Şarkiyatçılık, diğer adıyla Oryantalizm’de, oryantalizm terimine dair şöyle bir açıklama yapar: “Oryantalizm, Doğu’yu, Batı Avrupa’nın -özellikle on dokuzuncu yüzyılın egemen güçleri İngiltere ve Fransa’nın- gördüğü şekilde düşünmek ve algılamaktır.” Ve ekler, “Batı’nın kültürel hegemonyası Avrupalılar ve Avrupalı olmayanlar şeklinde ifade edildiği gibi Avrupa’nın, Avrupalı olmayan bütün diğer kültürlerden ve halklardan daha yüksek olduğu esasına dayanır.” 21. yüzyılda, hâlâ 19. yüzyılın hâkim ideolojileriyle hareket edildiğini söylemek doğru olmaz; fakat tümüyle göz ardı etmemek de gerekir. Zira bugün, Dan Brown’ın romanından uyarlanan Cehennem (Inferno) filminin bir ülkeye baktığı nokta, siyasada tartışmaya, tarihsel bağlamda ise pek çok yoruma olanak tanıdığı gibi, bahsi geçen fikre de dayanak sağlıyor. Cehennem’in, bir edebiyat uyarlaması olduğu göz önünde bulundurulduğunda sinemasal düzleme aktarma aşamasında ortaya çıkan 'bakış açısı', meseleyi eser-film ilişkisinden ideoloji boyutuna taşıyor ve filmi bu noktadan hareketle değerlendirmeyi zorunlu kılıyor. Evet, Cehennem’in Türkiye’de geçen sahnelerinden bahsediyorum… 

Türkiye panaroması

Dan Brown’ın meşhur üçlemesinin son halkası olan kitabın, sinema uyarlaması olan Cehennem, serinin ilk filminden itibaren yönetmen koltuğunda oturan Ron Howard’ın imzasını taşıyor. İlk iki filmin senaristleri David Koepp ve Akiva Goldsman’ın birlikte senaryolaştırdığı film, serinin ana karakteri Robert Langdon’ı (Tom Hanks), Dante’nin İlahi Komedya’sından referanslarla çıktığı yolda Türkiye’ye kadar getiriyor ve bir Türkiye panoraması sunuyor. Peki, bu panorama ne kadar doğru ve kitabın niyetini ne kadar tarafsız yansıtıyor? Öncelikle, “ülkemizi yeterince tanıtamıyoruz, o yüzden bu algı devam ediyor” söylemlerini eksik bulduğumu belirtmeliyim. Elbette, yanlış yapılan şeyler var, mesela Macaristan yerinefilmin tüm sahnelerinin burada, asıl mekânlarında çekilmesini sağlayabilirdik, fakat bizim

kadar yönetmenlerin de araştırma yapma sorumlulukları olduğuna inanıyorum.

Yönetmenlik zafiyeti

Ron Howard’ın, kitabın büyük bir kısmını ve dahi finalini kapsayan bir bölümün çekimleri sırasında o ülkeye gitmemesi ve tamamen yerleşik algılarla hareket etmesi bana kalırsa büyük bir yönetmenlik zafiyetidir. İstanbul’u havadan çekilmiş birkaç görüntüyle geçiştirip Kapalı Çarşı ve Yerebatan Sarnıcı sekanslarını 'bambaşka bir ülke' imajıyla tanımlamak yalnızca şarkiyatçı bir algının ürünü olabilir. Sienna’nın (Felicity Jones) kitapta gizlenmek için taktığı başörtüsü, filmde “Türkiye’ye girdiğin anda kapanırsın” hissiyatını veriyorsa, kitapta hiç olmayan iki Türk üniversite hocası filmde olumsuz bir olayın içerisinde yer alıyor ve bu Türkiye’de pek de karşılaşamayacağınız ‘simalarla' yapılıyorsa, Dan Brown Türkiye’yi bir köprü ülke ve kozmopolit bir yapıyla tanımlarken, Ron Howard bunu tektipleştiriyorsa, ortaya çıkan durum salt “yorum”la açıklanamaz; aynı zamanda kötü niyet ve Batılı bağnaz bakış açısıyla alakalıdır. Bugüne dek Türkiye’nin, kötü tanıtımına ilişkin epey film izledik, izlemeye de devam ediyoruz. Adana Film Festivali’nde denk geldiğim Dar Elbise, bunun en bariz örneği olarak karşımızda duruyor. Keza geçtiğimiz yıl Fransa adına Oscar’da yarışan Mustang de ve hatta Kesik (The Cut) de, yanlış ve taraflı bir fikriyatın ürünü olarak sinema tarihine adlarını yazdırdı. Bu sebeple bizlerin misyonu, “sinema” deyip geçmeden, benzer bakış açılarına sahip filmleri tartışmaya açmaktır. Nasıl her filmin çekilme, her yönetmenin meramını anlatma özgürlüğü varsa, bizlerin de eleştirme hürriyeti mevcuttur. Bir gün bu şarkiyatçı algıyı kırabilmek ümidiyle…