'Mommo: Kız Kardeşim‘ ve ‘Meryem‘ adlı filmlerin yönetmeni Atalay Taşdiken’le, profesyonel olmayan oyuncularla, çoğunlukla doğaçlama olarak çektiği yeni filmi 'Arama Motoru'nu, yerli komedileri ve Türk Sineması'nın geleceğini konuştuk…
Neden amatör oyuncularla çalışmayı tercih ettiniz?
Çünkü hikâyelerin birçoğu gerçek, o yörede yaşanmış öykülerdi. Hikâyeyi yaşayanların bir kısmı da yaşıyordu. İstedim ki, her şey olabildiğince doğal olsun. Belgesel tadında bir sinema yani.Elbette ki profesyonel oyuncular da bu filmde oynayabilir ve öyküdeki karakterlere can verebilirdi ama bu benim istediğim, hayal ettiğim, bazı sahnelerini aylarca kafamda gezdirdiğim bir şey olmazdı. O yüzden bizzat hikâyeleri yaşayan ya da bilen insanlarla çalışmak istedim.
Oyuncu olmayan oyuncularınız kendilerini perdede gördüğü zaman nasıl tepki verdiler?
Onlar için hayatlarında bir daha unutamayacakları bir süreç oldu diyebilirim. Çünkü bilirsiniz, kasaba yaşamları genelde monoton, dingindir. Hatta sıkıcıdır denilebilir. Bu sıkıcılığın arasında bir adam geliyor ve hadi film çekiyoruz, diyor. Tamam, çekelim, sana yardım da edelim ama kim oynayacak bu filmde? Siz oynayacaksınız, deniyor. Ve o güne kadar tecrübe etmedikleri bir şey bu. Bir de şu var tabii; artık bir şekilde tarihe kaydoluyorlar. Bu bile başlı başına belgesel bir nitelik taşıyor…
Mommo ve Meryem'le dram türünde çalışmalara imza atmışken Arama Motoru kaygısız bir köy komedisi, neden komediyi tercih ettiniz?
Aslında ben komediyi tercih etmedim. Anlatmak istediğim öyküyü izleyenler bunun komik bir film olduğunu söylüyorlar. Yoksa ben gayet ciddi, dertleri olan, bulmak zorunda oldukları şeyler olan, hepsi de bir arayışın peşinde koşan insanların öykülerini anlattım. Ama yolculuk esnasında komik şeyler de olur. Hayat neyse bu film de biraz o...
Film hem festival filmleri hem de gişe filmleri açısından baktığımızda farklı bir yerde duruyor, bu bir deney mi?
Bir nevi deney denebilir. Sonuçta öykümdeki insanlar hep bir şeyler arıyordu. Bu benim için de geçerliydi. Çünkü ben de bir filmi arıyordum. Bulabilir miydim, bilmiyordum. Ama denemezseniz bilemezsiniz. Ben de kendi açımdan o güne kadar denemediğim ama yapmak istediğim bir şey için kolları sıvadım.
Filmi zengin olmak için yapmadım
Aslınsa yerli komedi filmleri için talihsiz bir zamandayız. Film enflasyonu seyircinin ilgisini kaybetmesine yol açtı. Sizin gişe beklentiniz nedir?
Bir filme para yatıran, emek harcayan herkes gişe beklentisi içinde olur. Ama benim öyle aman da aman bir beklentim yok. Çünkü ben bu filmi zengin olmak için yapmadım. Kendi sinemam açısından "zengin" bir film yapmaya çalıştım. Bu da kişisel bir şey. Komedi filmleri meselesine gelince; son zamanlarda komedi denilince düzeyi düşük espriler, bel altı sözcüklerle dolu şeyler anlaşılmaya başlandı. Benim anladığım komedi anlayışıyla uzaktan yakından alakası olmayan bir bayağılaşma diyelim buna. Benim komediden anladığım Nasrettin Hoca fıkralarıdır, Aziz Nesin öyküleridir, Ertem Eğilmez sinemasıdır. Ama bugün komedi diye yutturulmaya çalışılan düzeysiz yapımların hiçbirisinin bu saydığım ustaların diliyle, tekniğiyle uzaktan yakından alakası yok. Vesselam komedi anlamında iyi bir yere gitmiyor Türk Sineması... Bırak bir yere gitmeyi, dünün filmlerinin bile yanına yaklaşamıyor... Son yıllarda siz hiç Çöpçüler Kralı gibi, Banker Bilo gibi, Züğürt Ağa gibi, Şekerpare gibi, en azından o tatta bir film izlediniz mi? Ben izlemedim.
Türk sinemasının yakın geleceği için tahminleriniz var mı?
Merak etmeyin, su akar yatağını bulur... Bilirsiniz, bu ülkede Kızılırmak diye bir ırmak var... Asırlardır gürül gürül akar... Kızılırmak vakti zamanında çok cana kıymış, çok seller eylemiş, çok ocaklar yakmış... Ama insanoğlu ne yapmış, üzerine köprüler kurup geçmiş... Demem o ki, Türk sineması ne kadar deli akarsa aksın, eninde sonunda insanoğlu buna da bir çare bulup, varsa kötüye giden bir gidişat, onu dizginleyecektir... İnsanın olduğu bir dünyada umut da vardır...